3 Şubat 2011

2010'da Hayatıma Giren 30 "Şey"



Koca bir seneyi geride bırakmamızın üzerinden bir ay geçmişken, geçtiğimiz yıl yaptığım gibi bir geriye dönüp bakayım dedim; biraz geç kalmış olsam da. Sertab'ın "Kendime Yeni Bir Ben Lazım" şarkısındaki gibi bir yıl olmuş resmen: Yeni bir aşk, yeni bir iş, yeni bir okul, yeni birçok şey, yeni birçok "şey"... Ve işte aşağıda listelediğim 30 "şey", 2010 yılı içinde hayatıma girmiş, güzelleştirmiş beni. (Geçen yılın listesi için tıklayın...)

Andante: Ülkemizin bir klasik müzik dergisi olması gerçekten inanılmaz bir şey. Fakat benim bunu bu kadar geç okumaya başlamış olmam affedilemez. Mayıs 2010'da ilk kez dağıtılan Andante Klasik Müzik Ödülleri sayesinde dergiyi takip etmeye başladım ve gayet memnunum hayatımdan.


Bilgi Üniversitesi: Henüz "okulum" demeye başlayamadığım okulum. 2010'un bahar aylarında, hiç aklımda yokken birdenbire mesleğim dışında bir şeyler yapmak istediğimi fark edip sığındığım eğitim kurumu. Şu sıralar yarıyıl tatilinde olsam da, Kültür Yönetimi Yüksek Lisans Programı ile beni değiştirmekte ve geleceğe hazırlamakta.


Björn Borg: İsveç ziyaretim sırasında metro duraklarındaki dev billboardlarda rengarenk boxerlı genç erkekleri gördükten hemen sonra satın alma aşkıyla yanıp tutuşmaya başladığım ve en rengarenginden bir adedini aldığım, mükemmel rahatlıktaki boxerların markası.


Botero: Mayıs ayında Pera Müzesi sayesinde eserleri ile tanışma fırsatı bulduğum Kolombiyalı, "Geniş Boyutların Adamı". Büyülü gerçekliğin tuvallerdeki yansımasını yaratan çağdaş ressam.

Cemre'nin Kahvesi:
Arkadaşım Cemre'nin, her mutsuz anımda beni kahkahalara boğmayı başaran, güçlü kalemini konuşturduğu ve mükemmel tespit/gözlemlerini paylaştığı blogu.

dot: 2010'da "Shopping & Fucking" ve "Punk Rock" oyunlarını izleyerek beynimden vurulmuşa döndüğüm, tokat yemiş gibi hissettiğim, hayran kaldığım, tiyatroyu -izlemek değil- yaşadığım oyunlar yaratan, daha nice oyunlarını göreceğine ve beğeneceğime emin olduğum oluşum.

Dušan Kovačević: "Profesyonel" ve "İntiharın Genel Provası" oyunlarını izleyerek hayranı olduğum tiyatro yazarı.

Erman Çağlar: Uykusuz'daki "O Sırada Erman Çağlar" başlıklı köşesinde yazdıkları ile beni toplum içerisinde rezil etmeyi kendisine görev edinmiş komik insan. Vapur, otobüs, otobüs durağı, metro, kütüphane demeden; gülmemem gereken her yerde vücudumu ele geçirip kendisini okumamı sağlayarak beni sesli güldüren varlık.

Foursquare: Bağımlılık haline gelen mobil cihaz uygulaması. Kendimi duvara işeyerek mekanı sahiplenen köpek gibi hissetmeme neden olsa da check-in olmadan duramadığım, badge'lerini şirin renkli cupcake'lere benzettiğim, mayor olunca kendimi tüm dertlerimden arınmış hissettiğim hastalık.

Glee: Yıllarca çoksesli pop-rock korosu geçmişi olan bir insan olarak izlemememin düşünülemeyeceği, şarkıları ile büyüleyen, gerisi ile bir işe yaramayan süper dizi.

Hindi Zahra: Anıl sayesinde ilk kez dinlediğim ve Akbank Caz Festivali'nde ilk kez izleme fırsatı bulduğum -ve 24 yaşına yeni girmiş bir insan olarak- önümüzdeki günlerde tekrardan izleyeceğim harika kadın.

Inception: Christopher Nolan'ın son harikası, zihnin ve rüyalar aleminin içine dalan ve geçtiğimiz günlerde 8 dalda Oscar adayı olmuş film. Sadece kendisi olmakla kalmıyor, Ellen Page ve Joseph Gordon Levitt gibi iki yeni gözde ismimi de barındırıyor.

iPhone: İnternetin ne denli bir bağımlılık olabileceğini bana gösteren, artık onsuz olmayı düşünemediğim, hayatıma foursquare'i ve whatsapp'ı sokan, twitter'a beni daha da bağlayan teknolojik aparat. Şarjı da bir günde bitivermese...

I've Just Seen a Face: Pek güzel Beatles şarkısı. 2010'un sonlarından itibaren bana (ve ona) çok fazla şey ifade eden melodiler silsilesi. "Falling. Yes, I am falling."... "Across the Universe" soundtrack albümünde Jim Sturgess tarafından söylenmiş versiyonu da ayrıca tavsiye edilir.

Julie & Julia: İnsanın sevdiği işi yapması gerektiğini ve bunun için savaşması gerektiğini kafama dank ettiren, beni cesaretlendiren, hayatımı değiştiren film. Teşekkürler Julie, Julia, Meryl ve Amy.

Metis Ajanda: Okunabilir ajanda fikrini hayatıma dahil eden Metis Yayınları'na ait ajandalar. Geçtiğimiz yılki "İllallah!"ı kullandığım gibi bu yıl da "Irkçılığa, Ayrımcılığa ve Nefret Suçlarına Karşı"yı kültür/sanat aktivitelerimi günlük olarak not düşmek için kullanmaktayım.

Milliyet Sanat: 2010 kışında ilk kez bir doktor muayenehanesinde bekleme salonunda elime aldığım, o günden beri de her ay almaya devam ettiğim harika dergi. Sanatın her alanıyla ilgili eleştiriler okuduğum, haberler aldığım ve günün birinde yazarları arasında olmayı gerçekten çok istediğim yayın.

Modern Family: Emmy ödüllü pek komik komedi. Modern aile hayatını 3 ayrı aile ve hepsi birbirinden deli birçok karakterle anlatan, yeni favori dizim.


Moderna Museet: Stockholm'de beni kendine hayran bırakan, modern sanatı ne kadar sevdiğimi bir kez daha hatırlatan, Malmö'deki şubesiyle bir kez daha sürpriz bir şekilde karşıma çıkarak beni mutlu eden; İstanbul Modern'in kesinlikle örnek alması gerektiğini düşündüğüm kurum.

Mystery Jets:
İKSV Salon'un programında dikkatimi çeken ve hemen anında hayranları olabileceğim denli hızlı bir şekilde hayatımda yer edinen İngiliz Indie Rock grubu.


Promoqube: 8 aydır bir parçası olduğum, bana sadece para ve deneyim değil partiler ve arkadaşlar da kazandıran sosyal medya ajansı.

Pucca: Birkaç ay birlikte çalışma ve tanıma imkanı bulduğum, çok güldüren, güldürürken düşündürmeyen, yazdıkları ve tespitleri ile daha fazla güldüren harika ve çok tatlı insan. "Küçük Aptalın Büyük Dünyası", büyük ihtimalle en hızlı tükettiğim kitaplardan.

Santral: Yakın vadede Bilgi Üniversitesi'ne "Okulum" dememi kolaylaştıracağını umduğum, ilk kez bu yıl Efes Pilsen One Love Festival'de ziyaret ettiğim ve Ekim'den beri haftanın 3 günü ziyaret etmek durumunda olduğum pek güzel mekan. Otto'su, Tamirane'si, müzesi ve Starbucks'ı gibi kaynaklarından zamansızlık nedeniyle yeterince faydalanamıyor olsam da, baharda etinden sütünden daha sık ve çok faydalanmayı planladığım kampüsümsü.

The Office: 2009'un son günlerinde tüketmeye başladığım ve bölüm-sezon demeden saatlerce ard arda izlediğim, jenerik müziği aklıma direkt olarak 2010 kışını getiren, "That's What She Said" esprilerinin içsesim tarafından benimsenmesine neden olan Steve Carell dizisi.

Trençkot: Bunca yıl kendime yakıştıramadığım, üzerimde taşıyabileceğime inanmadığım, fakat ilk üzerime giydiğim saniyeden itibaren kendimi iyi ve güzel hissettiğim moda mucizesi. Zara'ya yandaki model için özel teşekkürlerimi sunuyorum.

True Blood: Yetişkinler için Twilight. Nokta. (Ayrıca jeneriği kendi başına bir madde olabilir.)

Twitter: Uzun bir süre kullanmayı reddetsem de, 2009'un son günlerinde kullanmaya başladığım ve bir daha bırakamadığım bağımlılık yapıcı sosyal mecra. Akşam eve döndüğümde ne tweetleyeceğimi düşündüğüm günlerden iPhone sayesinde kurtulmam ise gerçekten iyi oldu.

Umut Kaya: Bir Müzikus partisinde "Mor Yazma" şarkısıyla tanıdığım ve çok sevdiğim İzmirli Türkçe rock insanı. Çok gaz, yer yer damar, ama her zaman güzel şarkılara sahip güzellik.


Urban: İstiklal'in ve Küçük Beyoğlu'nun karambolünden ışık yıllarınca uzak olsa da, her ikisinin de dibinde olan; sıcak, güzel, sevimli ve kaliteli mekan. İçki ve kahve çeşitliliği, servisi, yemekleri; kısacası her şeyiyle vazgeçilmezlerimden biri haline geldi.

Xavier Dolan: "J'ai tué ma mère" ile İstanbul Film Festivali'nde hayatıma giren 1989 doğumlu Kanadalı yönetmen, senarist ve oyuncu. Bundan sonra her filmini salyalarım akarak bekleyeceğime ve izleyeceğime emin olduğum muhteşem varlık.

3 yorum:

yaprak dedi ki...

Dolan'ın Les Amours İmaginaires filmi I killed my mother kadar olmasa da çok hoş bir film.İzlemediyseniz tavsiye ederim.!f İstanbul'da da gösterilecekken hazır. :)

Emre dedi ki...

Kesinlikle kaçmaz! Aldım bile biletimi :)

yaprak dedi ki...

Burada yorumlarınızı da okumak isterim :)