24 Mart 2009

5. Kısa Film Festivali

Akbank tarafından geçtiğimiz Aralık ayında 5.si düzenlenen Kısa Film Festivali, 15-25 Aralık 2008'deki tarihlerinden sonra, her yıl olduğu gibi bu Mart ayında da üniversitelere konuk olmaya başladı. Festivalde birinci seçilen ve mansiyon kazanan iki kurmaca ve iki belgesel kısa filmin gösterildiği gösterimden, ne yazık ki geçtiğimiz yılki zevki ve tadı alamadım.Belgesel sevmeyen bir insan olarak, önce belgesel filmlerin gösterilmesi benim için pek iyi olmadı.
"Oyuncağımı İnekler Yemesin" Artvinli iki çocuğun kendi elleriyle yapıp oynadıkları oyuncaklarını anlatan, ve hiç de sıkıcı olmayan bir kısa filmdi. Amélie'ninkileri andıran şirin ve hareketli müzikleri, oynayan çocukların doğallıkları ve ciddi olmaya çalışmalarının istemeden getirdiği komiklikleriyle eğlenceli hale gelen bir belgesel çekmiş Engin Yıldız.


"Sinope'nin Yolculuğu" (Yön: Ali Canlar) ise, sinopsisindeki "Suyun şiiri..." şeklindeki, her şeyi daha da karmaşıklaştıran konusuyla "Nuri Bilge Ceylan belgesel çekseydi, nasıl bir şey olurdu?" sorusunun cevabını vermek için yaratılmış. Suyun içinden çıkıp doğanın içine dalan gelinlikli Sinope'ye eşlik eden dede ses tonlu bir anlatıcı (şiir okuyucu) ve "El Laberinto del Fauno" da dahil olmak üzere -büyük ihtimalle hiçbir telif ödenmeden- araklanmış müzikler... Sanırım çıkarmamız gereken şu: "Sinop'ta doğal güzellikler var, ama insanlar içine ediyor." Ama ben çıkaramadım.


Kurmaca dalında mansiyon alan "Tek Notalık Adam" (Yön: Dağhan Celayir), -çok iyi değil- iyi bir filmdi. Televizyonda görmeye alışkın olduğumuz Şehsuvar Aktaş'ın canlandırdığı perküsyonist, Dvorák çalınan bir konserde kendini gösterme şansı olan tek notalık zil sesi ve üzerinde nota figürü bulunan şirin t-shirtü ile her gece ısrarla konsere gelen -kendisi de şirin- bir kızın hikayesi... Az laf, çok iş. Ve Bursa Devlet Senfoni Orkestrası'nın yorumuyla Dvorák ve Tchaikovsky.


Son olarak, kurmaca dalının birincisi Fırat Mançuhan'ın "Sapak"ı... Gerek işlenişi, gerek görüntüleri ve kurgusu, gerek müzik kullanımı ve oyunculuklarıyla birinci olmaya değer bir filmdi gerçekten. Şiddetin nedenselliğini sorgulayan bu filmde Kaya Akkaya, Mert Trenova ve Pınar Sesveren; Bülent Emin Yarar gibi usta bir oyuncunun yanında sönük kalmamayı başarmışlar. Filmin çarpıcı bir açılışı ve çarpıcı bir kapanışı var. Açılışta Müslüm Gürses'ten dinlediğimiz "Nilüfer" ise filmin sonunda RAKI tarafından rock versiyonu ile coverlanmış. Çok da güzel olmuş her şey.


Kısacası, hiçbiri geçtiğimiz yılki "Unus Mundus" ve "Camgöz"ün etkisini yaratmadığı için fazla tadını çıkaramadığım bir seçki izledim dün gece okulumda. Ama "Tek Notalık Adam" ve "Sapak", izlediğim güzel kısa filmler arasında yerini aldı yine de.

"Mikado'nun çubuklarının uzunlukları eşit olmazsa, huzursuzluk çıkabilir." - Oyuncağımı İnekler Yemesin

17 Mart 2009

Haftanın Filmi #4: Y Tu Mamá Tambien (2001)

Bu filmi izlemek için birden fazla neden olduğu kesin. Yönetmeni, senaryosu, oyunculukları, konusu... Dünyanın birçok yerinde, gelmiş geçmiş en seksi filmler listelerinde yer alan bu 2001 Meksika yapımı film, ilk filminden sonra "A Little Princess" ve "Great Expectations"ı çekmek üzere Hollywood'a transfer olan Alfonso Cuarón'un ülkesinde çektiği ikinci film.

Daha 20'sine girmemiş iki genç çocuk ve 20'li yaşlarına veda etmek üzere olan güzel bir kadın var filmin merkezinde. 'Kanka'lar, bir düğünde tesadüfen tanıştıkları güzel ve evli kadını gitmek için yanıp tutuştukları bir plaja davet ederler. Ve kocasıyla arası zaten olabildiğince kötü olan bu kadının teklifi kabul etmesi, filmin bir yol hikayesine ve seksle bezeli, her an patlamaya hazır bir entrikalar bombasına dönüşmesine neden olur. Filme arka fonunda tüm karmaşık siyasi ortamıyla Meksika, çalan şarkılarıyla inanılmaz bir soundtrack, güzel bir ülkeden sıcak doğa ve yol manzaraları ve bolca içki eşlik eder.

Gael García Bernal, Diego Luna ve Maribel Verdú seyretmeye doyulmayacak sahneler sunuyor izleyenlere. Daha açılış sahnesinden(lerinden) başlayarak içkiye ve sekse bulanmış bir günah filmi "Y Tu Mamá Tambien"... Ama aynı zamanda dostluğun ve aşkın sorgulandığı; solun ve sağın, yalanın ve gerçeğin, sadakatin ve aldatmanın, erkeğin ve kadının kapıştığı bir film. Filmin Türkçe'ye "Ananı da..." şeklinde çevrilebilecek adının sarfedildiği o sahneden sonra zirveye çıkan bir zevk ve şehvet abidesi.

2001'de Venedik Film Festivali'nde En İyi Senaryo ödülü alan, aynı dalda Akademi Ödülü'ne aday gösterilen; senaryo, yabancı film, yönetmen ve oyunculuk dallarında BAFTA ve Altın Küre de dahil olmak üzere 60 ödüle aday gösterilip bunların 33'ünü kazanmış bir film "Y Tu Mamá Tambien".

Deneyimli bir kadının, deneyimsiz iki gence hayatın tüm gerçeklerini öğrettiği ve birbirleri hakkındaki gerçekleri öğrenmelerini sağladığı bir yol hikayesi.

13 Mart 2009

28. İstanbul Film Festivali Önerileri

İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 28. kez düzenlenen ve 10 Mart 2009 Salı günü programı açıklanan İstanbul Film Festivali 4-19 Nisan 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek. Festival ile özdeşleşmiş Emek, Atlas, Beyoğlu ve Kadıköy Rexx sinemalarının yanısıra; 'İki Süper Film Birden' konseptinden çıkarılarak yenilenmiş Rüya Sineması ve Nişantaşı City's Sineması da bu yılın festival mekanları arasında yer alıyor.

Festivalde gösterilecek filmler Ulusal Yarışma ve Uluslararası Yarışma bölümleri dışında; Akbank Galaları, Sinemada İnsan Hakları, Dünya Festivallerinden, Yıllara Meydan Okuyanlar, Genç Ustalar, NTV Belgesel Kuşağı, Mayınlı Bölge, Ustalara Saygı, Geceyarısı Kuşağı ve Anılarına gibi her yıl tekrarlanan bölümler altında toplanmış. Bunlara ek olarak romantik konseptiyle "Aşk Olsun" bölümü dikkat çekici. Belirli bir ülkenin sinemasına odaklanan bölümün konuğu ise "Gümüş Ülke, Altın Sinema" bölümü ile Arjantin.

İşte festival programının göze çarpan, merak uyandıran, ağız sulandıran ve kaçırılmaması gereken 10 filmi:

1) Låt den rätte komma in (İsveç / Yön: Tomas Alfredson): Bana ve Top10 listesini yayınlayan onlarca eleştirmene göre yılın en iyi filmi. Vampir filmlerini ve saf aşk filmlerini birbiriyle karıştırıp, bu iki türün de en iyilerinden birine imza atmış olan ve tüm karanlıklığına rağmen iç ısıtan bir film.
2) Milk (ABD / Yön: Gus van Sant): Sean Penn'e En İyi Erkek Oyuncu, Lance Black'e En İyi Orijinal Senaryo Oscar'ını kazandıran yılın bomba filmlerinden. Harvey Milk'in eşcinsel hakları konusunda bir öncüye ve efsaneye dönüşmesinin hikayesi.
3) Der Baader Meinhof Komplex (Almanya / Yön: Uli Edel): Bugüne dek çekilmiş en pahalı Alman filmi olma özelliğini taşıyan, Fatih Akın'ın favori oyuncularından Moritz Bleibtreu'nun oynadığı ve Almanya'ya bu yıl En İyi Yabancı Film dalında bir Oscar adaylığı getiren terör filmi.
4) Revanche (Avusturya / Yön: Götz Spielmann): Yine bir En İyi Yabancı Film Oscar adayı. Konumuz intikam.
5) La Teta Asustada (Peru / Yön: Claudia Llosa): Berlin Film Festivali'nde Peru'ya Altın Ayı kazandıran film. Türkçesi "Acı Süt".
6) Maria Larssons Eviga Ogonblick (İsveç / Yön: Jan Troell): "Let the Right One In" ile beraber İsveç'in 2008'deki en önemli filmi. Bir fotoğraf makinesi almasıyla hayatı değişen bir kadının öyküsü.
7) Eldorado (Belçika / Yön: Bouli Lanners): Belçika'ya Cannes Film Festivali'nde 3 ödül kazandıran, Bouli Lanners'ın yönettiği ve oynadığı absürd bir komedi-dram.
8) Brúdguminn (İzlanda / Yön: Baltasar Kormákur): Geçen yıl (festivalde kaçırdığım, üzüldüğüm ve hala seyredemediğim için daha da üzüldüğüm) "Bataklık" adlı filmiyle ilgi çeken İzlandalı yönetmen Baltasar Kormákur'un yeni filmi. Bu kez bir düğün komedisi.
9) Última Parada 174 (Brezilya / Yön: Bruno Barreto): "Cidade de Deus" ve "Tropa de Elite"den sonra bir kez daha Brezilya'nın suç dünyasına gidiyoruz. Film, Toronto Film Festivali'nde oldukça ilgi çekmişti.
10) Adoration (Kanada / Atom Egoyan): 1997'deki "Sweet Hereafter"dan sonra Kanadalı usta yönetmenlerden sayılan Ermeni asıllı Egoyan'ın son filmi, ailesinin sırlarını araştıran genç bir çocuk ile ilgili. Yönetmen, Kanada ve ABD'deki film festivallerinde Türk filmlerine olan ilgisi ve takdiri ile tanınıyor, hatta Yeşim Ustaoğlu'nu favori yönetmenlerinden sayıyor.

Yukarıda listelediğim filmlerden ilk ikisini izlediğim için sonuna kadar kefil olabilirim. Diğer 8 filmle ise benim de ilk tanışmam festivalde olacak. Bunlar dışında Amy Adams, Emily Blunt ve Alan Arkin'in oynadığı aile filmi "Sunshine Cleaning", Gael Garcia Bernal ve Michelle Williams'lı İsveç filmi "Mammoth", sevdiğim konulardan kafası karışık ergenleri ele alan Rus filmi "Vse Umrut, A Ya Ostanus" (Ben Hariç Herkes Ölsün), lisede geçen bir aşk poligonunu anlatan Fransız filmi "La Belle Personne", İskoç BAFTA'larının galibi "Summer", Venedik Film Festivali'nden En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile dönen karmaşık Fransız filmi "L'Autre", Ole Cristian Madsen imzalı Danimarka aksiyon-suç filmi "Flammen & Citronen" ve yine favori sinemasal konularımdan ergenlerin kimlik arayışına değinen İngiliz filmi "Unmade Beds" göreceğim filmler arasında. Yukarıdakilerden ya da bunlardan birini seçerseniz festival ortamlarında karşılaşabiliriz.

Vizyonda çok az kalmış ve kuytu salonlarda oynamış, bu nedenle kaçırmış olabilinecek; fakat mutlaka izlenmesi gereken 5 Türk Filmi ise "Süt" (Yön: Semih Kaplanoğlu), "Pandora'nın Kutusu" (Yön: Yeşim Ustaoğlu), "Sonbahar" (Yön: Özcan Alper), "Üç Maymun" (Yön: Nuri Bilge Ceylan) ve (27 Mart'ta ve yine tahminen az salonda gösterime girecek olan) "Hayat Var" (Yön: Reha Erdem)...

12 Mart 2009

Dindar İnsanların Maymundan Korkması üzerine...

Şu yandaki var ya, onunla bilimsel anlamda akrabayız. Korkmanıza gerek yok.

10 Mart 2009 sabahı; kültür, sanat, müzik, sinema, reklam, internet, eğitim, felsefe, düşünce, televizyon, basın ve hatta anadilini konuşma konularında ha bire sansürlenmeye alışmış yurdum insanı; sansürün bir başka türlüsü ile tanıştı. TÜBİTAK'ın yıllardır aydınlatıcı ve ilham verici makaleler yayınlayan, ilginç konulara değinen, eğitici ve öğretici dergisi Bilim ve Teknik'in; Evrim ve Darwin konulu kapağı yoluyla bilimde sansür!

"TÜBİTAK’ın ünlü popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik çalışanları, Darwin’in 200. doğum günü ve Türlerin Kökeni adlı efsanevi eserinin 150. yayınlanış yıldönümü sebebiyle mart sayısında Darwin ve Evrim özel dosyası hazırladı. Uluslararası Biyolojik Bilimler Birliği (IUBS) ve UNESCO’nun tüm dünyada ilan ettiği Darwin yılı kapsamındaki bu jest, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı ve Bilim Teknik Dergisi Yayın Kurulu üyesi Ömer Cebeci’ye takıldı. Darwin ve evrim teorisiyle ilgili kapak ile yazıları gören Cebeci, Derginin Yayın Yönetmeni Çiğdem Atakuman’a sert tepki göstererek dosyayı dergiden çıkarttırdı. Dergi ‘ikinci konu’ olan ‘Küresel ısınma’ temasıyla çıkarken, Yayın Yönetmeni Atakuman’a görevden alındığı sözlü olarak iletildi." (Radikal, 10 Mart 2009)

Radikal Gazetesi'nin İsveç'teki araştırmalarda taşları biriktirip hayvanat bahçesindeki ziyaretçilere atması üzerine keşfedildiğini hayvanların da plan yapabildiğini duyurduğu "Keşif: Şempanze tasarlanmış eylem yapabiliyor." başlığının altına konuyla ilgili olarak attığı "Acaba Maymun Santino TÜBİTAK'ı da taşlar mı?" manşeti durumu biraz gülerek karşılamama neden olsa da, kabul edilemeyecek bu durum ülkemde olanlardan her geçen gün biraz daha utanmama neden olmaktan başka bir işe yaramadı.

Dinin siyasete alet edilmesinin günlük bir olay haline gelmesi yetmiyormuş gibi, bilime de karıştığının göstergesi olan bu akıl almaz duruma; zamanında "Abdullah Gül, Atatürk’ten sonra bilim ve teknolojiye en çok önem veren Cumhurbaşkanımızdır" cümlesi ile kalpleri fetheden TÜBİTAK Başkanı Sayın Nüket Yetiş'ten tabii ki bir açıklama -halen- gelmedi.

Ülkenin aydınları, bilim insanları ve 'oylarını-bedavaya-aldıkları-nohutu-midelerinde-sindirdikten-sonra-değil-aldıkları-eğitimi-beyinlerinde-tarttıktan-sonra-verme-yetisine-sahip insanları' olaya tepki gösterirken ateistlerden, komünistlerden ve maymunlardan ölümüne korkan dinci basın komik hareketlerde bulundu:

"Yeni Şafak, Zaman, Türkiye ve Bugün gazetelerinde Bilim ve Teknik Dergisi’ndeki sansürle ilgili haber yer almadı. Ayrıca Yeni Şafak, Yeniçağ ve Anadolu’da Vakit’te ‘Darwinist Diktatörlüğün Zulmüne Son Verilmelidir’ başlıklı tam sayfalık ilanlar yayımlandı. Evrim teorisine karşı çıkan metnin altında Harun Yahya’nın (Adnan Hoca) Darwinizm karşıtı kitaplarının reklamı yer aldı." (Radikal, 12 Mart 2009)

"Milli Gazete’de tuhaf bir köşe yazısı: Yazar Mahmut Topbaş ‘Maymun gözünü açıyor, bilgin açmıyor’ başlıklı yazısında, “Kur’an’da veya sünnette, maymundan insanın türediğini anlatan bir tek kelime yokken, Yahudilerden bir kısmının maymuna dönüştüğünü anlatan ayetler vardır” dedi." (Radikal, 12 Mart 2009)

İyi ki doğdun Darwin.

8 Mart 2009

Facebook Geyikleri #1: "Debut Album Cover"

Pek çoğunuzun bildiği üzere, son günlerde -özellikle müzikle ilgili olan- insanların Facebook profillerinde görmeye başladığımız bir geyik çıktı ortaya. Çıkaracağı ilk albümün kapağını görmek isteyen, şansa ve tesadüflere inanan ve geyikleri seven bir insansanız denemeniz gereken bir şey. Grubunuzun adını, albümünüzün ismini ve albüm kağak fotoğrafınızı tamamen rastgele seçmenizi sağlayan ve ortaya çıkan her türlü kombinasyonun güldürme ve/veya "oha bu kadar denk gelebilir" dedirtme garantisi olan bu yeni trend; beni ve arkadaşlarımı da geçtiğimiz hafta esir aldı.


Öncelikle bilmeyenler için olayın nasıl gerçekleştirilebildiğini kısaca özetlemek gerek:
1) Wikipedia'dan rastgele bir başlık seçilir. Bu başlık grup isminiz olur.
2) Quotationspage'den rastgele quotationlar'a bakılır. Sonuncusunun son 4 ya da 5 kelimesi albümünüzün ismi olur.
3) Flickr'ın rastgele sayfasına gidilir. Sayfadaki üçüncü fotoğraf albüm kapak fotoğrafınız olur.
4) Tüm bunlar teknolojik kabiliyetinize göre photoshop ya da daha ilkel metodlarla birleştirilir.
5) Facebook'ta paylaşılır ve buna güleceğini düşündüğünüz tüm boş arkadaşlarınız tag'lenir.

Bu yazımın çeşitli yerlerinde benim yarattığım ilk albüm kapağımı ve sonrasında olay hoşuma gittiği için sıkıldıkça yineleyerek ortaya çıkardığım çalışmalarımı görüyorsunuz. (Yorumlar aracılığıyla hangisinin en iyi olduğunu paylaşabilirseniz, gerçekten albüm çıkardığımda karar vermem kolaylaşır :P)

Son olarak, tüm tanıdıklarımın yarattıkları arasında beni en çok güldüren albüm kapağına da yer vermek istedim. (Copyright, Burak Durmaz, 2009)

4 Mart 2009

2. Yeşilçam Ödülleri

2. Yeşilçam Ödülleri, dün gece sahiplerini buldu. Hem organizasyon sahipleri -sadece Digiturk sponsorları diye- bu ülkede Digiturksüz sinemasever olmadığı varsayımında bulunduklarından ve Türkiye'nin Oscarları olma iddiası taşıyan bir ödül törenini herkesin seyretmesi için hiç mi hiç uğraşmadıklarından, hem de özel kanallarımızın çoğu primetime kuşağında kültürel-sanatsal yayınları canlı yayınlamanın pek iyi bir fikir olmadığını düşündüklerinden (CNBC-e ve NTV için bile "Acaba Oscarlar bizim saat dilimimizde bir ülkede dağıtılıyor olsaydı, canlı yayınlarlar mıydı?" diye düşünüyorum bazen) tabii ki televizyondan seyredemedim. (Bu noktada Clint Eastwood'un 1920li yıllarda geçen "Changeling"inde, o dönemde ilkleri dağıtılmakta olan Akademi Ödül Töreni'nin radyodan canlı olarak yayınlandığı sahne geldi.)

"Üç Maymun" ve "Sonbahar" arasında eşit olarak paylaştırılan SİYAD Ödülleri'nin aksine, "Üç Maymun" Yeşilçam Ödülleri'ni silip süpürdü. Popüler ve sanatsal filmlere eşit hak tanıyan bir ödül organizasyonundan beklediğimden çok daha fazla güzellikte bir sonuç... Fakat yine de bazı dallara bakıldığında, sinema konusunda kendi dalları dışında pek bir bilgisi olmayan insanların oy kullanmakta olduğunun yansımaları görülebiliyor bence. Mesela (tamam güzel ve kaliteli olabilir ama 'En İyi' değil) Aria'nın "Issız Adam" ile En İyi Müzik Ödülü almasının arkasında Ayla Dikmen kokusu almıyor değilim. En İyi Orijinal Film Müziği ve En İyi Film Soundtrack'i arasındaki farkı daha iyi kavrayan sinema eleştirmenlerinin Aria'yı aday bile göstermemesinin arkasında da bu bilince sahip olmaları yatıyor bence.

Hatice Aslan, SİYAD'da olduğu gibi Yeşilçam'da da Nurgül Yeşilçay'ı sollarken; Ahmet Rıfat Şungar'ın bir ödül daha alması beni sevindirdi. Sonbahar'ın En İyi Görüntü Yönetmeni dalında eli boş dönmesi ise bir hayli şok edici. Atilla Dorsay'ın bile beğendiği Yıldız Kültür performansını ise oldukça samimiyetsiz bulan biri olarak, ödülü kazanmasının nedeni olarak da, adaylar arasında Tülin Özen'in bulunmamasını görüyorum. Gecenin kazananları şöyle:

En İyi Film: Üç Maymun
En İyi Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan (Üç Maymun)
En İyi Erkek Oyuncu: Onur Saylak (Sonbahar)
En İyi Kadın Oyuncu: Hatice Aslan (Üç Maymun)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Altan Erkekli (O... Çocukları)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Yıldız Kültür (Issız Adam)
En İyi Senaryo: Üç Maymun
En İyi Görüntü Yönetmenliği: Üç Maymun
En İyi Müzik: Issız Adam
İlk Film Ödülü: Özcan Alper (Sonbahar)
Genç Yetenek Ödülü: Ahmet Rıfat Şungar (Üç Maymun)

2 Mart 2009

2000'ler ve Kate Winslet

5 Ekim 1975'te tüm güzelliği, yeteneği ve aksanıyla İngiltere, Berkshire'da doğan Kate Elizabeth Winslet; reklam filmleri ve İngiliz sitcomları ile başlayan oyunculuk kariyerinin ilk sinema filmi olarak 1994'te Peter Jackson'ın "Heavenly Creatures"ında oynadı. 90lı yıllarda kendisine ilk Oscar adaylığını getiren "Sense and Sensibility" (1995) sonrasında tanınmaya başlayan Winslet'in en büyük çıkışı ise 1997'deki "Titanic" oldu. Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet'i milyonlarca insanın kalbine ve beynine kazıyan 11 Oscarlı efsanevi film; Winslet için hâlâ yolun başlarıydı aslında.

"I like exposing myself. There's not an awful lot that embarrasses me. I'm the kind of actress that absolutely believes in exposing myself." - Kate Winslet

2004 yılında, henüz 29 yaşındayken 4. Oscar adaylığını ("Sense and Sensibility" (1995), "Titanic" (1997), "Iris" (2001), "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" (2004)) kazanan Winslet, bu başarısı ile "4 kez Oscar adayı olan en genç oyuncu" ünvanını kazandı. Bu ünvan 2006'da "5 kez" ("Little Children", 2006) ve 2008'de "6 kez" ("The Reader", 2008) olarak kendini güncellemeye devam etti. Geçtiğimiz hafta "The Reader" filmindeki rolü ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazanan Kate Winslet; birçoklarınca ödül konuşmasında "you have to suck this up Meryl" dediği bir başka efsanenin varisi olarak gösteriliyor. Gerçekten de başarılı geçmişlerin benzerliği Kate Winslet'in Meryl Streep yolunda ilerlediğinin en büyük göstergesi. (Streep, Winslet'in şu anda olduğu 34 yaşındayken, 4 Oscar adaylığından ikisi ile ödülü kazanmış; Akademi Ödülü dışında 20'den fazla ödüle aday gösterilmiş ya da layık görülmüştü)

"Since I was 13 or 14, I've always felt older than I actually am." - Kate Winslet

Kate Winslet için en başarılı geçen yıl şüphesiz, "Revolutionary Road" ve "The Reader" filmleri ile kendisine aynı yıl içinde iki Altın Küre , bir BAFTA ve bir Oscar kazandıran 2008 oldu. Winslet'i umarım ki 1997'den beri aynı ivmeye sahip bir başarı eğrisiyle ortak kaderlerinde yol almaya devam ettiği yakın arkadaşı Leonardo DiCaprio ve 2003'ten beri evli olduğu kocası Sam Mendes'e teşekkür edeceği birçok ödül konuşması bekliyor ileride de.

Karşınızda hayatımın kadınlarından Kate Winslet ve 2000li yıllardaki Top 5'i:

5) "Iris" (2001) - Iris Murdoch: 2001 yılında; Alzheimmer hastalığının yavaş yavaş yok ettiği ünlü yazar Iris Murdoch'u Judi Dench, gençliğini ise Kate Winslet canlandırmıştı "Iris" adlı filmde. Genç, hayat dolu ve entelektüel bir kızın deli dolu yıllarını ve hayatının aşkı ile tanıştığı romantik günlerini yaşatmıştı bize Winslet ve Judi Dench'in başarılı performansının gölgesinde kalmadan iyi eleştiriler almayı başarmıştı.

4) "Reader" (2008) - Hanna Schmitz: 'Sonunda' Oscar'ı almasını sağlayan rolü, bana göre en iyisi değildi Winslet'in. Yine de SAG ve Altın Küre gibi ödüllerde yardımcı rol olarak gözükse de BAFTA ve Akademi tarafından başrol olduğu düşünülen eski Nazi gardiyanı Hanna Schmitz rolünde döktürüyordu Winslet. Özellikle (deliler gibi yerinde olmak istediğim) genç yıldız David Kross'un karşısında inanılmaz yetenekli ve olgun; altında ve üstünde ise inanılmaz seksi duruyordu film boyunca. Gerek genç ve güzelken, gerek ağır makyajın altında ve yaşlıyken inanılmaz bir oyuncu olduğunu kanıtlıyordu.

3) "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" (2004) - Clementine Kruczynski: Mavi saçlı, deli-dolu, çılgın, romantik, sevimli... Tam aşık olunacak bir kızdı Jim Carrey'nin karşısındaki. Kaç kere silersen sil beyninden, bir bumerang gibi gelip seni bulan bir kız. Winslet'in Carrey karşısındaki ezici yeteneği, onu Charlie Kaufman ve Michel Gondry harikası bu filmin iki Oscar adayından biri yapmayı başarmıştı.

2) "Little Children" (2006) - Sarah Pierce: 'Suburbia'da çaresizliğinin, acılarının ve yalnızlığının çaresini yasak bir ilişki yaşamakta bulan her Amerikan filmi/dizisi karakterinden farklıydı Kate Winslet. Patrick Wilson ile karşılıklı, günahları paylaştıkları ve filmin adındaki gibi küçük birer çocuğa dönüştükleri bir filmdi. "Kimse büyümüyor. Kate Winslet, Leonardo DiCaprio'nun ellerinden tutup ıslak koridorlarda koşan genç kız değil artık. Ama yine de küçük bir çocuk aslında. Hâlâ.." demişim zamanında. Demeye de devam ediyorum.

1) "Revolutionary Road" (2008) - April Wheeler: Güneş gözlüklerinin ardında olsa da gözleri, yaşadığı hayal kırıklığını gözleriyle anlatabilmek. Hayatından nefret ediyor olsa da, hayattan nefret ettiğini dünyanın en mutlu insanı taklidi yaparak anlatabilmek. Hayallerinin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini anladığında ne düşündüğünü seyirciye sadece boş bakışlarla anlatabilmek. (Hatta başka bir zorluk, kocasının yönetmenliğiyle rol arkadaşı olan en iyi arkadaşı ile sevişmek.) Oyunculuk budur. Kate Winslet Oscar'ını almıştır. Geç de olsa, doğru yılda, yanlış filmle almıştır.

Winslet, muhtemelen ilk yarısına damga vuracağı 21. yüzyılın ilk 10 yılında; bunlar dışında "Quills" (2000), "Enigma" (2001), "Life of David Gale" (2003), "Finding Neverland" (2004), "Romance & Cigarettes" (2005), "All the King's Men" (2006), "Holiday" (2006) gibi dönem filmlerinden, ağır dramlara, romantik komedilerden müzikallere birçok filmde birçok karakteri canlandırdı. Henüz 2009 için bir projesi gözükmüyor olsa da, heyecanla bekliyorum.