Koca bir seneyi geride bırakmamızın üzerinden bir ay geçmişken, geçtiğimiz yıl yaptığım gibi bir geriye dönüp bakayım dedim; biraz geç kalmış olsam da. Sertab'ın "Kendime Yeni Bir Ben Lazım" şarkısındaki gibi bir yıl olmuş resmen: Yeni bir aşk, yeni bir iş, yeni bir okul, yeni birçok şey, yeni birçok "şey"... Ve işte aşağıda listelediğim 30 "şey", 2010 yılı içinde hayatıma girmiş, güzelleştirmiş beni. (Geçen yılın listesi için tıklayın...)


Bilgi Üniversitesi: Henüz "okulum" demeye başlayamadığım okulum. 2010'un bahar aylarında, hiç aklımda yokken birdenbire mesleğim dışında bir şeyler yapmak istediğimi fark edip sığındığım eğitim kurumu. Şu sıralar yarıyıl tatilinde olsam da, Kültür Yönetimi Yüksek Lisans Programı ile beni değiştirmekte ve geleceğe hazırlamakta.

Björn Borg: İsveç ziyaretim sırasında metro duraklarındaki dev billboardlarda rengarenk boxerlı genç erkekleri gördükten hemen sonra satın alma aşkıyla yanıp tutuşmaya başladığım ve en rengarenginden bir adedini aldığım, mükemmel rahatlıktaki boxerların markası.

Botero: Mayıs ayında Pera Müzesi sayesinde eserleri ile tanışma fırsatı bulduğum Kolombiyalı, "Geniş Boyutların Adamı". Büyülü gerçekliğin tuvallerdeki yansımasını yaratan çağdaş ressam.
Cemre'nin Kahvesi: Arkadaşım Cemre'nin, her mutsuz anımda beni kahkahalara boğmayı başaran, güçlü kalemini konuşturduğu ve mükemmel tespit/gözlemlerini paylaştığı blogu.

Dušan Kovačević: "Profesyonel" ve "İntiharın Genel Provası" oyunlarını izleyerek hayranı olduğum tiyatro yazarı.
Erman Çağlar: Uykusuz'daki "O Sırada Erman Çağlar" başlıklı köşesinde yazdıkları ile beni toplum içerisinde rezil etmeyi kendisine görev edinmiş komik insan. Vapur, otobüs, otobüs durağı, metro, kütüphane demeden; gülmemem gereken her yerde vücudumu ele geçirip kendisini okumamı sağlayarak beni sesli güldüren varlık.





I've Just Seen a Face: Pek güzel Beatles şarkısı. 2010'un sonlarından itibaren bana (ve ona) çok fazla şey ifade eden melodiler silsilesi. "Falling. Yes, I am falling."... "Across the Universe" soundtrack albümünde Jim Sturgess tarafından söylenmiş versiyonu da ayrıca tavsiye edilir.



Modern Family: Emmy ödüllü pek komik komedi. Modern aile hayatını 3 ayrı aile ve hepsi birbirinden deli birçok karakterle anlatan, yeni favori dizim.

Moderna Museet: Stockholm'de beni kendine hayran bırakan, modern sanatı ne kadar sevdiğimi bir kez daha hatırlatan, Malmö'deki şubesiyle bir kez daha sürpriz bir şekilde karşıma çıkarak beni mutlu eden; İstanbul Modern'in kesinlikle örnek alması gerektiğini düşündüğüm kurum.
Mystery Jets: İKSV Salon'un programında dikkatimi çeken ve hemen anında hayranları olabileceğim denli hızlı bir şekilde hayatımda yer edinen İngiliz Indie Rock grubu.

Promoqube: 8 aydır bir parçası olduğum, bana sadece para ve deneyim değil partiler ve arkadaşlar da kazandıran sosyal medya ajansı.
Pucca: Birkaç ay birlikte çalışma ve tanıma imkanı bulduğum, çok güldüren, güldürürken düşündürmeyen, yazdıkları ve tespitleri ile daha fazla güldüren harika ve çok tatlı insan. "Küçük Aptalın Büyük Dünyası", büyük ihtimalle en hızlı tükettiğim kitaplardan.
Santral: Yakın vadede Bilgi Üniversitesi'ne "Okulum" dememi kolaylaştıracağını umduğum, ilk kez bu yıl Efes Pilsen One Love Festival'de ziyaret ettiğim ve Ekim'den beri haftanın 3 günü ziyaret etmek durumunda olduğum pek güzel mekan. Otto'su, Tamirane'si, müzesi ve Starbucks'ı gibi kaynaklarından zamansızlık nedeniyle yeterince faydalanamıyor olsam da, baharda etinden sütünden daha sık ve çok faydalanmayı planladığım kampüsümsü.
The Office: 2009'un son günlerinde tüketmeye başladığım ve bölüm-sezon demeden saatlerce ard arda izlediğim, jenerik müziği aklıma direkt olarak 2010 kışını getiren, "That's What She Said" esprilerinin içsesim tarafından benimsenmesine neden olan Steve Carell dizisi.

True Blood: Yetişkinler için Twilight. Nokta. (Ayrıca jeneriği kendi başına bir madde olabilir.)

Umut Kaya: Bir Müzikus partisinde "Mor Yazma" şarkısıyla tanıdığım ve çok sevdiğim İzmirli Türkçe rock insanı. Çok gaz, yer yer damar, ama her zaman güzel şarkılara sahip güzellik.

Urban: İstiklal'in ve Küçük Beyoğlu'nun karambolünden ışık yıllarınca uzak olsa da, her ikisinin de dibinde olan; sıcak, güzel, sevimli ve kaliteli mekan. İçki ve kahve çeşitliliği, servisi, yemekleri; kısacası her şeyiyle vazgeçilmezlerimden biri haline geldi.

3 yorum:
Dolan'ın Les Amours İmaginaires filmi I killed my mother kadar olmasa da çok hoş bir film.İzlemediyseniz tavsiye ederim.!f İstanbul'da da gösterilecekken hazır. :)
Kesinlikle kaçmaz! Aldım bile biletimi :)
Burada yorumlarınızı da okumak isterim :)
Yorum Gönder