29 Ekim 2010

Akbank 20. Caz Festivali'nin Ardından

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, İstanbul'un en önemli iki sonbahar organizasyonu hemen hemen aynı tarihlere denk geldi. Ve birine katılırken diğerini es geçmek nasıl imkansızsa, birinden söz edip diğerinden etmemek de aynı derecede imkansız. Bu yüzden geç de olsa, 20. yılını kutlamış olan Akbank Caz Festivali üzerine bir yazı ile karşınızdayım.

20 koca yılı devirmiş köklü bir festival olarak Akbank Caz Festivali, bu özel yıl nedeniyle programında da çok özel etkinliklere ve program dışında çok başarılı hareketlere imza attı. 23 Eylül - 12 Ekim tarihleri arasında Count Basie Orchestra, Sun Ra Arkestra, John Surman ve Diane Schuur gibi cazseverlerin başını döndürecek ve ağzının suyunu akıtacak isimleri konuk etmek bir yana; İlhan Erşahin, Hindi Zahra ve Wax Tailor gibi gençleri çeken isimleri de ağırladı. Bu yıl devam eden Kampüste Caz etknlikleri kapsamında ise Sarp Maden 4 İstanbul'daki, Selen Gülün Trio ise Anadolu'daki birçok üniversiteye festival boyunca cazı götürdü. Konserlerin dışında ilgnç atölye çalışmalarına, film gösterimlerine, cazlı brunch'lara, panellere ve sosyal sorumluluk projelerine yer verilen festivalin en özel eserleri ise "Akbank Caz Retrospektif: 20. Yıl Belgeseli", "20. Yolında Akbank Caz Festivali Kitabı" ve "Akbank Caz Festivali'nin 20 Yılı" albümü idi.

Cazı fazla tercih etmeyen beni bile çekmeyi başaran festivalde, üstelik tüm boş vakitlerimi ve paramı Filmekimi'ne yatırmışken, 3 konser izleme fırsatı buldum ben de:

The Count Basie Orchestra dir. Deniz Mackrel feat. Carmen Bradford:
Sürpriz bir şekilde, hiç aklımda yokken festivalin açılış konserinde buldum kendimi. Yarım asırdan fazladır kendini caza adamış orkestrayı yöneten Denis Mackrel öğrencilerin-sevdiği-müdür-yardımcısı ve stand-up'çı karışımı kişiliği ile eğlenceli bir atmosfer sağlarken; birkaç şarkıda vokallerde dinlediğimiz Carmen Bradford sesi ile büyüledi. Oturduğunuz yerde sizin bile nefesinizi kesecek trompet ve saksafon soloları da cabası...


İlhan Erşahin's İstanbul Sessions:
Geçtiğimiz yıl Müzikus'un Sabancı Üniversitesi'nde ağırladığı, benim 'Caz sevmem.' tripleriyle gidip izlemediğim ve tanıdığım herkesten mükkemmel olduğunu duyduğum bir proje olan İstanbul Sessions'ı bu kez kaçırmadım, daha önce kaçırdığıma da pişman oldum. Babylon'da; İlhan Erşahin, Alp Ersönmez, Alp Bekoğlu ve İzzet Kızıl'dan oluşan dörtlü, caz ve yöresel tınıları birleştiren hisli bir performans sergilediler. Erşahin ve grubu, türlü duyguları ve İstanbul'u saksafon, bas, davul, darbuka ile anlatmakla kalmıyor, o duyguları yaşıyorlardı adeta. Yanımdaki arkadaşımın dediği gibi: "Hepsi sanki enstrümanıyla sevişiyor."du sahnede. Zaten mükemmel bir gece yaşadıktan sonra, Bora Uzer'in sahneye fırlaması ise kelimelerin kifayetsiz kaldığı andır benim için, bizim için.


Hindi Zahra:
İlk kez birkaç ay önce dinlediğim, dinler dinlemez sesine hayran kaldığım, şarkılarını sevdiğim ve hemen ardından Akbank Caz Festivali kapsamında İstanbul'a geleceğini öğrendiğim Hindi Zahra, 8 Ekim Cuma gecesi Ghetto'daydı. Festival kitapçığında söz edildiği gibi, "Caz ve dünya müziğini benzersiz bir şekilde harmanlayan genç ve yetenekli, yarı Fransız, yarı Faslı" bir genç usta Hindi Zahra. Biraz Frida Kahlo'yu, biraz Meltem Cumbul'u andırıyor bana. Yalnızca "Beautiful Tango" ve "Stand Up" gibi popüler şarkılarına değil, hemen hemen tüm söylediği şarkılara eşlik eden bir seyirciyi beklemediği her halinden anlaşılan sanatçı da, biz sevenleri de oldukça memnun ayrıldık konserden. Bu ayki Bir+Bir Dergisi'nde yayınlanan söyleşisindeki "Birisi çıkıp da 'Sen Batı'nın müziğini yapıyorsun.' derse, 'Hadi ordan' diyorum." cümlesiyle özetlenebilir Hindi Zahra'nın yaptığı müziğin çokkültürlülüğü. O gece sahnede önce biraz utangaç bir Arap kızı, sonra saçlarını savura savura dans eden Amerikalı bir rocker, ışıklar minimum seviyeye inip sadece bir seyircisi için söylediği istek parçası sırasında ise romantik bir Avrupalı duruyordu çünkü. Hindi Zahra bu yıl hayatıma giren en güzel şeylerden biriydi. "Handmade" albümü ve İstanbul konseri de öyle.


Akbank 20. Caz Festivali boyunca süren (ve halen kaçırmamak için iki gününüz olan), Akbank Sanat'ın evsahipliği yaptığı sergi "The Rhythm of Istanbul / İstanbul'un Ritmi" ise, müzik ve görsel sanatları ses, ritim ve hareket ekseninde birleştirerek sundu bizlere. 18 Eylül - 30 Ekim aralığında süren sergi, Gisela Winkelhofer küratörlüğünde 6 uluslararası çağdaş sanatçıyı buluşturdu. Serginin en beğendiğim eserleri, Elisabeth Wallner'in kibritleri dans ettirdiği video çalışması "Metamorphosis" ve Peter Kogler'in şehir hayatını bilgisayarda tasarlanmış desenler ile özetlediği karıncalı çalışması oldu.

Akbank Sanat, yoğun bir Ekim ayından sonra, Kasım'da Piyano Günleri ve Akbank Oda Orkestrası Konserleri ile bizi sanatla buluşturmaya devam edecek.

17 Ekim 2010

Filmekimi 2010'un Ardından...

Bizi bir atkı gibi sararak sonbahar havasının melankolisinden koruyan Filmekimi, bu yıl 9. kez bizlerleydi. Bu kez Emek Sineması olmadan, bu kez Emek Sineması'nın altın renkli perdesi her film öncesi kapanıp tekrar açılmadan, bu kez kocaman salonlarda insanları buluşturmadan. 8 Ekim'de başlayan ve 31 filmi İstanbullu sinemaseverlerle bir araya getiren Filmekimi'nde geçtiğimiz yılki performansımı koruyarak yine 9 film izledim. Bu 9 filmin bazıları bu yıl gerçekten mükemmel olan afişteki o kırmızı atkıdan çok daha sıcak tuttu içimi, bazı filmlerde ise o atkı sanki bir battaniye olup üzerime örtüldü sıkıntıdan. Filmekimi 2010, yine çok iyi filmler izlememe vesile olmuş olsa da; geri dönüp baktığımda benim için programıma sığdıramadığım filmler için duyduğum üzüntünün gölgesinde kaldı bu yıl.

Peki ben ne izledim?

"Somewhere" (Yön: Sofia Coppola - ABD): Sofia Coppola, 2003'te "Lost in Translation" ile girmişti hayatlarımıza. Hollywood'un efsane yönetmenlerinden Francis Ford Coppola'nın kızı etiketini üzerinde taşımaya mahkum bu genç kadın bir anda, Oscar adayı olabilen nadir kadın yönetmenlerin arasındaki yerini bulmuştu Japonya'da bir otelde geçen bu kültür ve dil yabancılaşması destanı ile. Aynı yıl aynı filmle En İyi Orijinal Senaryo Oscar'ını da kucaklamıştı. Yönetmenin ikinci filmi "Marie Antoinette" oldukça olumsuz eleştiriler aldıktan sonra, üçüncü filmi ile toparlanmış, hayata dönmüş ve harikalar yaratmış "Somewhere" ile Coppola. Filmin açılış sahnesi ve kapanış sahnesi arasındaki tezat, 100 dakika boyunca ne izlediğinizi bir anda yüzünüze çarpıveriyor. Hayatın nasıl değişebildiğini, ne ile değişebildiğini, insanların duygularını hatırlaması ile nereden nereye gelebildiğini anlatıyor "Somewhere". Bunun için de Stephen Dorff'un canlandırdığı ünlü bir aktörü ve hayatında bir anda eskiden olduğundan çok daha fazla yer tutmaya başlayan kızını kullanıyor. 1998 doğumlu (evet, evet 1998 doğumlu) Elle Fanning'in oyunculuğu ablası Dakota'nınki ile karşılaştırılamayacak kadar etkileyici. Ayrıca Coppola, çok başarılı olduğu konuya da dokunmadan edemiyor ve filmin bir bölümünü İtalya'da bir otele, burada yaşanan kültür çatışmaları ile süsleyerek taşıyor. Yalnızca Filmekimi'nin değil, yılın en iyi filmlerinden biri olan "Somewhere", Venedik'te aldığı Altın Aslan'ı sonuna kadar hak eden bir film. (Evet, evet. Elle Fanning 1998 doğumlu.)

"Flickan som lekte med elden" (Yön: Daniel Alfredson - İsveç): İstanbul Film Festivali'nde izlediğimiz ve yakın bir tarihte vizyona da uğrayan "Ejderha Dövmeli Kız"ın ardından, serinin ikinci filmi "Ateşle Oynayan Kız", aynı karakterleri aynı görsellik ve aynı kalitedeki performanslar ile aktarmayı başarsa da, hikayesi ve sürükleyiciliği söz konusu olduğunda benim açımdan sınıfta kaldı. Üçüncü filmin ikincisine değil, ilkine benzemesi dileğiyle...

"Kaboom" (Yön: Gregg Araki - ABD): Bazı filmler olur, ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Film çıkışında karşılaştığım ve bir sonraki seansta aynı filme girecek olan arkadaşımın gecenin bir yarısı yazdığı şu mesaj özetliyor aslında filmin etkisini: "Film çıkışında Emre neden bir garipti diyordum ki, ben de filmden sonra anladım." Önüne ilginç sıfatını koymak bile sıradan olacak ilginçlikte bir film "Kaboom". Cinselliği keşfeden gençlerin yaşadığı dramı anlatan Amerikan bağımsız filmlerinin, el kamerasıyla ve boktan efektlerle çekilmiş ucuz bilimsel kurgusal fantastik filmlerle karışımının; üzerine hayatla, gençlikle, aşkla ve cinsellikle ilgili harikulade diyaloglar eklenmiş halinin; saçma bir polisiye kurgu ile rezil edilmiş hali "Kaboom". İyi bir film değil, ama kötü bir film hiç değil. Kötü bir film değil, ama iyi bir film hiç değil. Cinsel sınırların olmadığı bir dünyanın absürd bir şekilde perdeye kusulmuş hali. Tahminen bolca ot içildikten sonra.

"Tree" (Yön: Julie Bertuccelli - Avustralya): Mekanı Avustralya'nın uçsuz bucaksız toprakları, dili İngilizce olsa da, "Ben Fransız filmiyim." diye bağırıyor Bertuccelli'nin "Tree"si. Cannes Film Festivali'nin bu yılki kapanışında gösterilen filmin neden yarışmaya seçilmediğini anlamak güç. Charlotte Gainsbourg, "Antichrist" ile tüm dünyaya kanıtladığı oyunculuk yetenieğini aynen sergilemeye devam etse de kendisinden onlarca yaş küçük olan Morgana Davies ondan adeta rol çalıyor. "Ağaç" simgesinin dalağını yaran Bertuccelli, yas tutmanın ve hayata devam etmenin aynı beden ve aynı aile içindeki çatışmasını anlatıyor. Bazı sahneleri yıllarca akılda kalacak, filmin adı ise zamanla unutulacak tarafımdan.
"Happythankyoumoreplease" (Yön: Josh Radnor - ABD): Yoksa "How I Met Your Mother"ın umutsuz vakası Ted, yani Josh Radnor, yeni Zach Braff mi? Hem yazdığı, hem yönettiği, hem de başrolünde oynadığı ilk filmi ile Amerikan Bağımsız Sineması'nın bu yılki en büyük keşiflerinden biri olan Radnor, "Happythankyoumoreplease"de 5 yıldır canlandırdığı karakterin kendisine çağrıştırdıklarını dökmüş perdeye. "Go get yourself loved." mottosu ile hayat dolu, ama hayatın acımasızlıklarını biraz görmezden gelmeyi tercih edecek denli Polyannacı bir film çekmiş.

"L'âge de raison" (Yön: Yann Samuell - Fransa): Filmekimi'nin hemen sonrasında vizyonda da izlenilebilecek olan (ah bunu biletleri almadan bilseydim ya...) "L'âge de raison"u izlemek için tek bir neden var aslında: Yönetmeni Yann Samuell'in "Jeux d'enfants"ın yönetmeni olması. 2003 yılında, çocukça bir aşk yaşamış olan her yaratığı derinden etkileyen bir film çevirerek gönülleri fetheden Fransız yönetmen; bu kez çocukluk hayallerini deşiyor. Eğer çocukluğunuzu biraz olsun özlüyorsanız, gözyaşı dökmemeniz imkansız bu filmde. Michel Gondry sinemasını anımsatan rengarenklikteki sanat yönetimi ile yine hüzünlü bir hikayeyi bonbon şekeri kıvamında bir film ile anlatmış Samuell.

"New York, I Love You" (Yön: Fatih Akın, Yvan Attal, Randy Balsmeyer, Allen Hughes, Shunji Iwai, Shekhar Kapur, Joshua Marston, Mira Nair, Natalie Portman, Brett Ratner, Jiang Wen - ABD): Sen git ısrarla yasal yollardan izlemek için bekle, sonra "Paris, Je t'aime"deki sıcaklığın yarısını bile bulama. Ünlü şair Hande Yener'in başına gelenlerin tam tersi gelmiş de olabilir "Paris, Je t'aime" formülünün başına; sorun şehirlerde olabilir. New York ve Paris, ikisi de birer metropol olsa da, ilki Amerika'nın soğukluğunu, tarihsizliğini, kültürsüz çok-kültürlülüğünü ve yapaylığını yansıtıyor ne de olsa. Diğeri ise sadece ve yalnızca Paris. Çoğunluğu Amerikalı yönetmenlerin kısa filmlerinden oluşan "Paris, Je t'aime"in, çoğunluğu Asyalı olan yönetmenlerin kısa filmlerinden oluşan "New York, I Love You"dan çok daha iyi olmasını açıklamanın başka bir yolu var mıdır bilemiyorum. Soğuk aşk hikayeleri anlatıyor "New York, I Love You". İnsanlar paltolarıyla dolaşıyorlar Central Park'ta. Tarih kokan inişli-yokuşlu sokaklarda yürüyerek değil, gökdelenlerin yükseldiği dümdüz caddelerde taksiye binerek yaşıyorlar aşklarını. Kısa filmler arasında Yvan Attal ve Brett Ratner'ın hikayeleri ise favorilerim. Fatih Akın'ın beni hayalkırıklığına uğrattığını, Uğur Yücel'in New York'a değil İstanbul'a yakıştığını, Eli Wallach ve Cloris Leachman'ın ise birbirine çok yakıştığını söylemeden geçemem.

"Certified Copy" (Yön: Abbas Kiarostami - Fransa): Yarısında mışıl mışıl uyuduğum bir film hakkında yazarak haksızlık etmek istemiyorum. (Yoksa bunu diyerek çoktan yorumumu yapmış mı oldum?) "Certified Copy", iki kişinin yürüyerek, oradan oraya girip çıkarak durmadan konuştuğu ve tartıştığı bir film. Evet, 90'lı yılların en güzel filmlerinden "Before Sunrise"daki fikir bu. Ya da onun devam filmi "Before Sunset"in, hatta onun izinden giden "2 Days in Paris"in. Fakat Juliette Binoche ve William Shimell hayatın içinden değiller. Geyik yapmıyorlar. Bildiğin sanat felsefesi ve kültür ekonomisi tartışıyorlar. E ben zaten okulda dinliyorum bunları? 6 liraya Juliette Binoche'tan ninni dinleyerek uyudum ya, herkese nasip olmaz. ("Sen sinemadan ne anlarsın" eleştirilerinizi kapının altından atabilirsiniz.)

"Town" (Yön: Ben Affleck - ABD): Bu Filmekimi'nin popüler sinemaya en yakın parçalarından biriydi Ben Affleck'in ikinci filmi. Kötü oyuncu Affleck'in, umut vaat eden yönetmen Affleck'e dönüştüğü "Gone Baby Gone" sonrası; umutları boşa çıakrmadığını gösteriyordu kendisi. Bu kez kendisini başrole de koyan yönetmen, yanına Jon Hamm, Jeremy Renner ve Rebecca Hall gibi son yılların televizyon ve sinemada parlayan oyuncularını alarak yine bir suç dramasına imza atmış ve yine başarılı olmuş. Kimi yerlerde 'son işini yapan deneyimli hırsız' klişesine yenik düşse de, gerek sürükleyici soygun sahneleri, gerekse dramatik yapısı ile etkileyici ve görülesi bir film "Town".

Bu 9 film dışında kaçırdığım için gözümden birer damla yaş akıtan filmleri ise şöyle sıralayabilirim: "Get Low", "Jack Goes Boating", "Alting bliver godt igen" ve "Des hommes et des dieux". Çok merak ettiğim ama göremediğim "Revolución"un ise Gael Garcia Bernal ve Latin kültürü hayranı bir insan tarafından beğenilmemesi içimi rahatlattı.

15 Ekim 2010

47. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ödülleri

Ülkemizin en prestijli sinema ödüllerinden Altın Portakallar, bu gece 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin sonuçlanması ile sahiplerini buldu.

67. Venedik Film Festivali'nden "Geleceğin Aslanı" ödülü ile dönen genç yönetmen Seren Yüce ve filmi "Çoğunluk" en büyük ödülleri alarak festivalden geriye kalan en dikkat çekici film olduğunu kanıtladı. "Başka Dilde Aşk" ile geçtiğimiz yıl güzel bir çıkış yapan İlksen Başarır ise başrol oyuncusu ile birlikte senaryosunu yazdığı yeni filmi "Atlıkarınca" ile ödül alarak beni sevindirdi. Sanırım ödül alan/almayan filmler arasında en çok merak ettiklerim de bu iki film zaten.

Diğer yandan ülkemiz film festivallerinin sıkıcı ve profesyonel-olmayan bir gelenek haline getirmeye başladıkları bir durum çok gereksiz: "En İyi" olarak birden fazla kişiyi ödüllendirmek. Adana'dan sonra Antalya'da da birçok kategoride gördüğümüz bu durum, gerçekten olağanüstü durumlar dışında dünya festivallerinde sıkça karşılaşılan bir durum değil, bizde de olmamalı.

Gecede Portakallanan filmler ve insanlar şöyle:

En İyi Film: Çoğunluk
En İyi İlk Film: Gişe Memuru
En İyi Yönetmen: Seren Yüce (Çoğunluk)
En İyi Senaryo: Atlıkarınca (İlksen Başarır, Mert Fırat)
En İyi Erkek Oyuncu: Serkan Ercan (Gişe Memuru) & Bartu Küçükçağlayan (Çoğunluk)
En İyi Kadın Oyuncu: Claudia Cardinale (Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Cengiz Bozkurt (Kavşak) & Rıza Akın (Saç)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Ayşen Gruda (Kağıt)
En İyi Genç Yetenek: Aram Dilbar (Press), Zeynep Oral (Atlıkarınca)
En İyi Müzik: Mircan (Karbeyaz)
En İyi Görüntü Yönetmenliği: Saç & Gişe Memuru (Ercan Özkan)
En İyi Kurgu: Gölgeler ve Suretler
En İyi Sanat Yönetmenliği: Hayde Bre
Jüri Özel Ödülü: Press

3 Ekim 2010

En İyi Oyuncular: 2009, Bölüm I

Oyunculuk, geride iz bırakacak ve akıllara kazınacak denli rolü yaşamak olmalı diyenlerdenseniz, 2009 sinemasının en iyi performansları karşınızda... Yazının ilk bölümünde 'önden bayanlar' diyorum. Kimi güçlü, kimi güçsüz; kimi acımasız, kimi masum; kimi hayat dolu, kimiyse hayata küsmüş 20 yetenekli kadın var karşınızda. Etkileyici ve yaralayıcı performanslar hepsi de... (Oyuncular soyadı sırasına göre sıralanmıştır.)

Amy Adams (Night at the Museum: Battle of the Smithsonian) Amelia Eckhart: Amy Adams, geçtiğimiz yıl Meryl Streep'in gölgesinde kaldığı "Julie & Julia" ile değil, "Night at the Museum"un devam filminde canlandırdığı Amerikalı kadın pilot Amelia Eckhart ile çekti ilgimi. Bu tarihi kişiliği, bir komedi filminde; hem ciddi ve sert hem de komik ve romantik bir karakter olarak yansıtmayı başardı.
Sandra Bullock (Blind Side) Leigh Anne Touhy: Lise yıllarımdan beri taptığım, fakat benim tapınmamı gitgide kötü filmlerde oynayarak hak etmemeye başlayan Sandra Bullock; bu yıl biri komedi, diğeri ise drama olmak üzere iki adet kalburüstü filmde rol aldı. Özellikle ikincisi, o kadar zor ve yorucu bir roldü ki Bullock'un Meryl Streep gibi bir divayı sollayarak Oscar'a uzanmasını sağladı. "Blind Side"daki fedakar anne rolü ile Bullock, inanılmaz bir performans sergiledi. Oyuncunun "All About Steve" adlı dandik filmde de aynı yıl oynaması ve Oscar'ı havaya kaldırdığından bir gece önce Razzie Ödülü'nü teslim almaya gitmesi de ilginç bir nokta. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Drama Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Komedi/Müzikal Adayı (Proposal))

Marion Cotillard (Public Enemies) Billie Frechette: 2007'de Edith Piaf rolü ile aldığı En İyi Kadın Oyuncu Oscarı sonrası Hollywood'da yükselişe geçen Cotillard, aynı yıl içinde hem Johnny Depp'in hem de Daniel Day-Lewis'in karşısında rol aldı. "Nine"daki aldatılan ve şarkı söyleyen eş rolü bir yana, "Public Enemies" filminde güzelliği ve gizemi büyüleyen sevgili rolünde parladı oyuncu. (Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı (Nine))

Penélope Cruz (Nine) Carla: 2008'de Oscarlanan Cruz, 2009'da "Nine" müzikalinde oynayarak, bir yeteneğini daha ortaya koydu. İtalyan yönetmen Guido'nun ateşli metresi rolündeki Cruz hem sesini, hem de seksapelini fazlasıyla kullandı. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)

Meral Çetinkaya (Karanlıktakiler) Gülseren: Yılların "Bizimkiler" dizisinin Ayla Hanım'ı, değerli tiyatrocu Meral Çetinkaya, Çağan Irmak'ın çok başarılı filmi "Karanlıktakiler"de gidiş-gelişleri ve halet-i ruhiyesi dikkat çeken anne karakteri ile büyüledi. Karşısında Binnur Kaya gibi bir genç oyuncunun olması ise ödüller konusunda önündeki en büyük engel oldu Çetinkaya'nın yıl boyunca. (Yeşilçam, En İyi Kadın Oyuncu Adayı)

Zooey Deschanel ((500) Days of Summer) Summer Finn: "Good Girl" filmindeki birkaç dakikalık performansı ile gözleri büyüklüğünde ilgi çekmiş olan Deschanel, Shyamalan'ın rezaletin biraz üstü filmi "Happening"deki rolü ile geniş kitlelerce tanındı. Fakat 2009'da oynadığı o müthiş Summer rolü, tüm erkeklerin kendisinden nefret etmesine neden oldu şüphesiz. Rollerin değiştiği romantik komedi, umutsuz aşk hikayesi "(500) Days of Summer", Deschanel'in gelmiş geçmiş en başarılı rolüydü kanımca.

Maggie Gyllenhaal (Away We Go) LN Fisher-Herrin: Gyllenhaal familyasının iki yetenekli gencinden büyük olanı, bu yıl "Crazy Heart" filmindeki yardımcı rolü ile kardeşinden 4 yıl sonra Oscar adayı olmayı başarabilse de, yıl içindeki asıl bombası "Away We Go"daki karikatürize edilmeye yakın karakteri canlandırmadaki başarısıydı bence. "Feel-good-movie" türünün dalağını yarmış olan Sam Mendes harikasında Gyllenhaal'ın göründüğü sahneler, sanırım en çok güldüklerimdi. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı (Crazy Heart))

Elit İşcan (Hayat Var) Hayat: Yaşına rağmen Reha Erdem'in gözde oyuncusu olma yolunda ilerleyen Elit İşcan, "Beş Vakit"teki rolünden sonra "Hayat Var"da oldukça zor ve "nefes kesen" bir rolde oynadı. Hayatın sillesini yemiş küçük bir kızı canlandıran oyuncu, hakkıyla birçok ödül ve adaylık kazandı. (Yeşilçam, En İyi Genç Yetenek Ödülü; SİYAD, En İyi Kadın Oyuncu Adayı)

Binnur Kaya (Vavien) Sevilay: "Yabancı Damat" dizisi ile hayatımıza giren yetenekli, komik ve yerinde duramayan oyuncu Binnur Kaya, "Küçük Kıyamet" sonrası Taylan Biraderler ile ikinci kez çalıştı. Rol arkadaşı Engin Günaydın'ın senaryosunun da katkısı ile Türk Sineması'nın son yıllardaki en başarılı kadın oyuncu performanslarından birini sergiledi. (Yeşilçam, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü; SİYAD, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü)


Anna Kendrick (Up in the Air) Natalie Keener: Ergenleriniz onu "Twilight" serisinden tanıyor olsa da, o Oscar adayı kalburüstü bir oyuncu aslında. George Clooney ve Vera Farmiga ile karşılıklı oynayan Anna Kendrick, teknoloji ve kapitalist sistemin beynini yıkadığı neslimizi çok iyi temsil etti "Up in the Air"de. Ve evet, ben halen kendisinin Sevinç Erbulak'a çok benzediği konusunda ısrarcıyım. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)

Diane Kruger (Inglourious Basterds) Bridget von Hammersmark: Avrupa sinemasının dikkat çeken oyuncularından Kruger, Tarantino'nun başyapıtı "Inglourious Basterds"da, bir başka oyuncuya hayat verdi. Özellikle Nazi subayları ile aynı masada içtiği ve oyun oynadığı sahnede aşmış bir performans sergiledi.

Mélanie Laurent (Inglourious Basterds) Shosanna Dreyfus: "Inglourious Basterds"ın intikam ateşiyle yanıp tutuşan güzel ve masum görünüşlü kızını birçoğumuz 2009'da bu film ve bu rol ile keşfetti. Bu yıl da oynadığı "Le Concert" ile gözümüzdeki yeri daha da büyüdü oyuncunun.

Mo'nique (Precious) Mary: "Precious"ın zalim annesi Mo'nique, yılın en başarılı performanslarından birini çıkardı ortaya. Kemalettin Tuğcu romanlarından fırlamış gibi duran kötülükteki bu annenin saldığı korkuyu, çeşitli ödül törenlerinde sergilediği kıllı bacaklarıyla da sürdürdü oyuncu. Mo'nique, yılın ödül silip süpürücülerinden biri olmayı da bu rol ile başarmış oldu. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü)

Julianne Moore (A Single Man) Charley: Eşcinsel bir profesörün gençlik arkadaşı ve sırdaşı rolünde izlediğimiz Moore, dönem filmlerine yakışan o güzelliğini bir kez daha kullandı. Tom Ford'un sinematografi cümbüşü filmindeki en hüzünlü karakterlerden biri olan Charley'nin, ödül konusunda ise ne yazık ki fazla şansı olmadı. (Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)

Carey Mulligan (An Education) Jenny: Yılın parlayan yıldızlarından Carey Mulligan, bir dönem genç kızı olarak parladı. Gururlu, kendinden emin ve başarılı bir kızın etkileyici, ama kötü anlatılmış hikayesindeki en iyi ögelerden biriydi Mulligan'ın oyunculuğu. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Drama Adayı)

Julia Roberts (Duplicity) Claire Stenwick: 2000 yılında Oscar kazandığından beri sönükleşen Julia Roberts, etkileyici bir dramada olmasa da, başarılı bir aksiyon komedisinde karşımıza çıktı bu yıl. Clive Owen ile yakaladığı uyumun da çok şey kattığı performansı, kendisine şaşırtıcı bir şekilde Altın Küre adaylığı bile getirdi. (Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı)

Catalina Saavedra (La Nana) Raquel: İzlediğim ilk Şili filmi olma özelliği taşıyan "La Nana"ya adını veren hizmetçi rolündeki Saavedra, olağanüstü inandırıcı bir oyun oynadı perdede. Kurnaz, kıskanç ve kompleksli bir hizmetçiyi canlandıran oyuncu, film boyunca fazlaca gülmemize neden oldu.

Gabourey Sidibe (Precious) Precious: Acıların kızı Precious rolündeki Gabourey Sidibe, ezilenlerin simgesi oldu adeta. Hiçbir şeyi yokken bir anda kendini Oscar Töreni'nin kırmızı halısında bulan genç oyuncu, benim listeme 20. sıradan girmiş olsa da, birçokları için çok daha fazla iyiydi. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Drama Adayı)

Damla Sönmez (Bornova Bornova) Özlem: Genç oyuncuların yılı 2009'un bize kattığı isimlerden bir diğeri, Damla Sönmez oldu. Adını, filmin henüz vizyona girmeden Antalya'da kazandığı zaferin bir parçası olarak duyduk. "Bornova Bornova"yı izlediğimde ise Öner Erkan'ın oyunculuğuna olduğu kadar Damla Sönmez'in oyunculuğuna da hayran kaldım. Bornovalı bir liseli genç kızı adeta yaşayarak oynayan Sönmez, Türk Sineması'nın gelecek vaat eden ouncularından biri olarak akıllara kazındı. (Yeşilçam, En İyi Genç Yetenek Adayı; SİYAD, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)

Meryl Streep (Julie & Julia) Julia Child: Hollywood'un ödülleri sayılamaz hale gelen divası La Streep, bir başka Amerikan divası Julia Child'a hayat verdi. Bununla da kalmadı, "It's Complicated"da oynayarak artık genç olmayan oyuncuların da romantik komedilerde başrol oynayabileceğini kanıtladı. Julia Child rolü ile etrafı kasıp kavuran Streep, durdurulamaz başarısını bu rolü ile bir kez daha kanıtlamış oldu. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı (It's Complicated))