25 Haziran 2009

Akademi'den Şok Haber!

80 yılı aşkındır Oscar olarak bilinen ödülleri dağıtmakta olan Academy of Motion Picture Arts and Sicences (AMPAS), 24 Haziran'da yayınladığı basın bülteni ile 7 Mart 2010'da dağıtılacak olan 82. Akademi Ödülleri'ne En İyi Film dalında 10 filmin aday olacağını açıkladı.

1943'teki 16. Akademi Ödülleri'ne dek bu konuda bir kısıtlama olmamış, En İyi Film adaylarının sayısı 3 ve 12 arasında değişmişti. Daha sonra bu sayı 5 ile sabitlenmiş ve günümüze kadar bu konuda bir değişiklik yapılmamıştı.

AMPAS Başkanı Sid Ganis, böylece diğer dallarda ön plana çıkan fakat En İyi Film dalında görmezden gelinen filmlerin de bir şansı olabileceğini; geçmiş yıllarda birçok öreneği görülen, önemli filmlerin En İyi Film dalında görmezden gelinmesi sorununa bir çare bulunacağını söylemiş.

Bu değişen kuralla, "Dark Knight"ların daha fazla görmezden gelinmediği bir aday listesi diliyorum ben de.

82. Akademi Ödülleri'ne aday olanların listesi, 2 Şubat 2010'da açıklanacak.

11 Haziran 2009

B.1.Bora.Uzer

Eğlenceli ve ince bir ses alın, gereğinden fazla enerji katın, üstüne R&B ve beatbox ekleyin ve tüm bunların şirin sözler ve başarılı bir müzikle birleştiğini düşünün. Adetimdendir, benzetmeden yapamam; bunun için de Justin Timberlake, Jamiroquai ve Kenan Doğulu anahtar sözcüklerini seçiyorum.

Yukarıda bahsettiğim mucizevi formül, birkaç hafta öncesine kadar varlığından haberim olmayan -ve bunun için ziyadesiyle pişman olduğum- Bora Uzer'i tarif etmekte. Kangroove'un eski solisti Bora Uzer, ilk solo albümü olan B.1'i 2009 başında çıkarmış. Albümün ilk klibi ise "Aramızda 1 Gerginlik mi Var?"a çekilmiş. Solo albüme gelene kadar sozluk'ten de anlaşılabileceği üzere kalabalık (ve çoğunluğu dişi olan) bir hayran kitlesine sahip olmayı başarmış ve gerek sesi, gerek sahnesi, gerekse tarzıyla sevdirmiş kendini. Rotterdam'da burslu müzik eğitimi aldıktan sonra; İstanbul, Atlanta ve Londra'da müzik çalışmaları yapmış kendisi. Fakat neden İngiliz müzik piyasasına Jay-lal gibi tiksinç bir isimle çıkmayı seçmiş, güzelim Bora'nın nesi varmış anlayamadım.

B.1'de 8 Türkçe, 4 İngilizce şarkı bulunuyor. Pazarlama derslerinde çıkarılan ve pazardaki boşluğu belirlemeye yarayan grafiklerden biri çizilse, Bora Uzer tam olarak eksikliği fazlasıyla hissedilen bir yerden vurmuş. Son zamanlarında Kenan Doğulu'nun biraz dokunmaya çalıştığı ama yetersiz olduğu yerlerden diyelim.

Albüme gelince; o kadar mutlulukla, kolay ve zevkle dinlenen şarkılarla dolu ki, yaklaşık 2 haftadır sadece B.1 çalıyor odamda. Yalnızca albümdeki favorilerim "Aramızda 1 Gerginlik mi Var?" ve "Dudaktan Dudağa" değil, tüm Türkçe şarkılar son yıllarda duyduğum en farklı ve en 'batılı' şarkılardan. Gerçekten de Bora Uzer, araya hiçbir oryantalist melodi, arabesk nağme, darbuka/ney sesi katmadan yapmış Türkçe müziğini. Onun yerine, aşırı derecede başarılı olduğu beatbox'la, dijital sesler ve aşmış vokallerle doldurmuş albümünü. "He Said, She Said", "Back in the Dayz", "Living It Up" ve "Optical Illusions" adlı 4 İngilizce şarkı ise kimin söylediğini bilmeseniz kesinlikle Türk olduğunu anlayamacağınız kadar evrensel şarkılar bence. "Optical Illusions"ı pek sevmesem de, bu 4 şarkıdan favorim olarak diğer 3ünden hangisini gösterebileceğime emin değilim. "Back in the Dayz" sanırım...

Albümde bir de Kenan Doğulu ile düet bulunuyor - muş! Sesleri o kadar benziyor ki, bunu 2 hafta sonra, bu yazıyı yazarken öğrendim/farkettim. "Bundan Sonra Böyle", iki vokale ve iki tarza da yakışan bir şarkı olmuş. Albümün bir başka güzel yanı, şarkıların bu kadar vokal ve düzenlemeleriyle güzel olan ve bu şekilde ayakta duran şarkılar olmasının, boş sözler içermesini gerektirmemiş olması. Çok tatlı sözleri var birçok şarkının. Ayrıca "Kürkçü Dükkanı"ndaki "Beni aptal mı sandın?" cümlesi çok hoşuma gidiyor.

Favorilerim "Aramızda 1 Gerginlik mi Var?" ve "Dudaktan Dudağa"yı bir kez daha anıyor ve şu şarkı sözleriyle noktalıyorum yazımı:

Sen bana kalmadın oh
Dudaktan dudağa kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günaha da yatağa da doymadı gönlün


Önemli Not: Bir Yalın fanı olarak; Bora Uzer'in "Keşke"sini, Yalın'ınkine tercih edebilirim, o derece.

3 Haziran 2009

Eğitimde eşitsizlik ve haksızlık üzerine...

Bir öğrencisi olarak içindeki son günlerimi yaşadığım Sabancı Üniversitesi bir haftadır akılalmaz bir zihniyetin ürünü bir krizle başa çıkmaya çalışıyor. Her şey, yaklaşık bir hafta önce, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın yaptığı bir açıklama ile başladı:

"Özcan, “Sabancı Üniversitesinde öğrencilerin puan şartı aranmaksızın, alan farkına bakılmaksızın bölümler arası geçebilmesine” ilişkin bir soru üzerine, “Sabancı Üniversitesinde uygulanan sistemin çağdaş ve iyi bir sistem olduğunu” ifade etti. Üniversite sınavında öğrencilerin yeteri kadar istedikleri yerlere giremediklerinin altını çizen Özcan, yönlendirmenin Türk milli eğitim sisteminde hiçbir zaman yapılmadığını söyledi. Özcan, şunları kaydetti: “Bizim ülkemizde hiçbir zaman kabiliyetlerimiz bakımından bir yere yönlendirilmedik. Üniversiteye gidiyoruz hasbel kader. Annemiz, babamız bize bir bölüm söylüyor, orayı yazıyoruz. Bu iyi bir şey değil. O üç üniversitede (Sabancı, Okan ve Işık üniversiteleri) yapılan şey bu. Mekanizmaya biraz da çözüm getiriyor. Yönlendirilmemiş çocuklara son bir şans veriyor. Bir sene ortak dersler alıyorlar. O derslerde seviyeleri yükseliyor. Hem de hangi alanlara ilgileri var onlar tespit ediliyor. Çocuk ikinci yılında istediği alana yönlendiriliyor bu iyi bir şey. Şimdi bunun sakıncası siz Eşit Ağırlıkla düşük puan gerektiren bir yere giriyorsunuz. Bir sene okuyorsunuz, sizden 30 puan daha yüksek veya sayısalla öğrenci alan bir bölüm gösteriliyor. İlginizin o bölüme olduğunu düşünüyorsunuz. Sizi o bölüme geçiriyorlar. Sonra ne oluyor? Siz 30 puan farkı bir anda kapatmış oluyorsunuz. Sınav türü değiştiriyorsunuz. Eşit ağırlıktan sayısala gidiyorsunuz bizim itiraz ettiğimiz kısım bu. Ya herkese bu sistemi verelim ya da hiç kimseye vermeyelim.

Şimdi buraya kadarki kısmı özetleyecek olursak, ülkemizin Yüksek Öğrenim Kurumları'nın başındaki insan, ülkemizin eğitim sisteminde hiçbir zaman yönlendirilme olmadığını söylüyor. Bunun farkında olması, gerçekten tebrik edilesi bir durum. Fakat asıl sorun kendisinin "çağdaş ve iyi" bir sistem olarak nitelediği sistemi "ya herkese ya hiç kimseye" mantıksızlığıyla ortadan kaldırmak istemesi.

Madem 10 yıldır süregelen bir sistem bu, madem "iyi", madem "çağdaş"; zor olsa da 10 senede adım adım, yavaş yavaş uygulanamayacak kadar zor olmasa gerek, ne kadar işe yarar bir sistem olduğunu gördükten sonra tüm okullarına uygulasaydın? Neden bu ülkede öne çıkan, iyi olarak nitelenen şeyler engelleniyor diğerlerine örnek olması gerekirken? Neden herkesin bu kadar iyi olması imkansız, o yüzden herkes kötü, herkes bir-örnek, herkes odun olsun yolu seçiliyor? (Arkadaşım Işıl Demir, ntvmsnbc'ye verdiği röportajda bunun cevabını "bürokratik tembellik" olarak veriyor, çok da doğru söylüyor bence.)

Sabancı Üniversitesi'nin %50'si bu sistem sayesinde kariyerine, hayatına ve geleceğine giden yolda doğru kararlar olduğunu her fırsatta dile getirdiği U-dönüşleri yapmış bulunmakta. YÖK tarafından gözüktüğünün aksine, herkesin sözel puanla üniversiteye kapağı atıp mühendis olarak çıkmasından ibaret değil. Onlarca arkadaşım mekatronik, elektronik, malzeme ve bilgisayar mühendisi olmak isteğiyle geldiği bu okuldan sanatçı ya da siyaset bilimci olarak mezun oluyor bu üniversiteden. 18 yaşında, beyinleri hocaları ve aileleri tarafından yıkanarak alınan kararlardan mutsuz olanlar, okulumun bu sistemi sayesinde mutlu oldukları, istedikleri ve bu nedenle ileride iyi yaparak alanlarında zirveye çıkacakları bölümü seçebiliyorlar. Mutsuz mühendislerin sayısı bu sayede azalacak; ülkeyi siyasetçilerin değil, mühendislerin yönetiyor olması bu şekilde engellenecek... Anne-babalar arasındaki -dün bir hocamızın söylediği- "mühendislik fetişi" ve "madem para veriyorum, bari mühendis olsun" mantığı, "sanatçı aç kalır" önyargısı bu sayede aşılacak. 18 yaşında ÖSS denilen illetle beyinlerindeki her şey boşaltılıp ezber bilgilerle doldurulan, istemedikleri bir mesleği sırf puanı oraya yetebiliyor diye istemeden yapan zavallıların sayısı böyle azalacak.

Bu okulda sanat tarihini Mısır'dan Warhol'a kadar ezbere bilen mühendisler, tarih bilgisi sayesinde dününü bugününe rasyonel olarak bağlayabilen biyologlar, elektrik devrelerinin nasıl çalıştığını bilen siyasetçiler ve evrimin ne kadar mantıklı bir şey olduğuna inanan sanatçılar var. Çünkü eşitsizliğin ve haksızlığın ta kendisi mühendislerin, sanatçıların ya da tarihçilerin tekdüze, kendi alanı dışında, afedersiniz, hiçbir bok bilmiyor olmaya zorlanması.

Ya da daha da ileriye gidelim eğitimdeki asıl haksızlıklar ve eşitsizlikler için: Bu ülkede neden 18 yaşına gelmemiş, özgürce istedikleri dine inanma hakları olan beyinler zorunlu bir din dersi ile muhatap oluyor? Neden bu ülkede binlerce çocuk anadilinde eğitim-öğretim hakkını kullanamıyor? Neden bazı öğrenciler okula gidecek yol bile bulamıyor? Neden bu ülkenin çoğu köyünde kızlar okula gönderilmiyor? "İlkel ve kötü" olanı düzeltmek varken, "çağdaş ve iyi" olanı yok etmek niye?

Geçtiğimiz yıllarda "iyi ve çağdaş bir sistem" olduğu Işık ve Okan Üniversiteleri tarafından farkedilip, bu okullarda da uygulanmaya başlayan bir sisteme dil uzatmak neden? Belki bir özel okulun nasıl bu kadar kısa sürede devlet okullarını sollayabildiğini kıskanmak, belki 10 yılda sıfırdan zirveye çıkan bir okulda bu sistem sayesinde gerek akademik hayatlarında gerek kariyerlerinde zirveye çıkmaya başlamış olan mezunları/öğrencileri hazmedememek, belki de bilinçli, gözleri açık ve farkında olan insanların çıktığı bu fabrikadan korkmaya başlamak...

Ali Alpar'ın dediği gibi, "Bırakınız yapsınlar." Engel olmak niye?

Ayrıca bu konu hakkında yazılmış güzel bir yazı için: Radikal'den "Tornadan Çıkmış Eğitim Kavgası"...