25 Nisan 2010

29. İstanbul Film Festivali'nin Ardından... Vol.4

Aylar öncesinden tehlikenin sinyalleri gelmeye başlasa da, işin ciddiyeti 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin (sanırım) ilk kez Emek Sineması'nın dahil olmadığı bir programı açıklamasıyla anlaşıldı. Ve Festival, başından beri amaçlandığı üzere, açılışından kapanışa kadar "Emek Sineması Yıkılmasın!" çığlıklarına sahne oldu.

Yıllardır İstanbul, İstiklal Caddesi ve Festival denildiğinde akla gelen ilk sinema olan Emek Sineması (ya da 1924'te açıldığındaki eski adıyla Melek Sineması), Kültür Bakanlığı ve Beyoğlu Belediyesi tarafından tarihi eser olarak kabul ediliyor olmalı ki, girişinde sinemanın önemini belirten bir tabela mevcut: "Melek Sineması / 1924 - 1957 / Salonundaki iki melek figürüyle İstanbul'un en güzel sinemalarından biriydi." Fakat 'İstanbul'un en güzel sinemalarından biri' aynı Kültür Bakanlığı ve aynı Beyoğlu Belediyesi'nin tamamen para kokan gözyumuş ve rant kaygısının aldırdığı karar ile, dış cephesi korunarak, binanın yerine yapılacak alışveriş merkezinin en üst katına 'taşınmak' isteniyor. Dolambaçlı laflarla, işi kalıbına uydurma çabasıyla, sinemacılardan destek aldıkları yalanı ile oldu bittiye getirilmeye çalışılan bu karara tabii ki sinemacıların destek verdiği de yok. Aksine, onların yanısıra İstanbul'un tüm kültür/sanat camiası ve kültürlü insanları bu katliama gönülden itiraz ediyorlar.

Bu yıkımın Emek Sineması'nın yanısıra Rüya Sineması'nı ve İnci Pastanesi'ni de tehdit ettiğini; bir başka alışveriş merkezi inşaatı yüzünden Sinepop Sineması'nın da kapanmak üzere olduğunu, geçtiğimiz aylarda kapanan Alkazar Sineması'nı ve TÜRSAK'ın tüm çabalarına rağmen can çekişen Beyoğlu Sineması'nı da hatırlatalım. Evet, önümüzdeki yıl, Atlas Sineması dışında doğru düzgün bir festival salonu kalmayacak Beyoğlu'nda!

Festival'in açılışında ve kapanışında süren protestolar, Emek'in sokağında açılan pankartlar, Emek'in duvarına asılan YIKTIRMIYORUZ tabelası, 18 Nisan'daki yeterli katılımlı protesto yürüyüşü. Umalım ki bir işe yarar tüm bunlar...

Destek Olmak İçin: http://www.emeksinemasi.org/

Festival öncesinde başlayıp Kültür Bakanı'nın "yağlı ve kirli koltukları"na karşı olan nefretini kustuğu sözlerle alevlendiğini kabul ettiğim ve Festival süresince giderek büyüyen bu itirazın kronolojisi şu şekilde:


Not: Emek Sineması, thebalkabaa.com'daki "İstanbul'un En İyi Sinemaları Anketi"nde, sizlerin oyları ile İstanbul'un En İyi İkinci Sineması (%16.7), İstiklal Caddesi'nin En İyi Sineması (%43.8) ve En İyi Festival Sineması (%63.3) seçilmişti.

23 Nisan 2010

29. İstanbul Film Festivali'nin Ardından... Vol.3

29. İstanbul Film Festivali sona ermeden bir gün önce, yani 17 Nisan gecesi, Ulusal ve Uluslararası Yarışma'nın kazananları, Jüri Özel ödülleri, FIPRESCI Ödülleri, Sinemada İnsan Hakları Ödülleri, Onur Ödülleri ve Radikal Halk ödülleri de yapılan törende sahiplerini buldu. Mehmet Ali Alabora'nın sunduğu törende, Kardeş Türküler de müzikleri ile yer aldılar.

Başkanlığını Avusturyalı oyuncu Klaus Maria Brandauer'in yaptığı Uluslararası Yarışma jürisinde, ayrıca yapımcı ve festival direktörü Tom Luddy, Romanyalı oyuncu Anamaria Marinca, Daniarkalı kurgucu Anders Refn ve Bosna-Hersekli yönetmen Jasmila Zbanic bulunuyordu. Uluslararası Yarışma'da yarışan filmler ise şunlardı: "Wszystko, co kocham", (Polonya) "Mademoiselle Chambon" (Fransa), "J'ai tué ma mère" (Kanada), "Contracorriente" (Peru), "V.O.S." (İspanya), "Last Station" (İngiltere), "Lian" (Tayvan), "Phobidilia" (İsrail), "Gainsbourg" (Fransa), "Nowhere Boy" (İngiltere), "De helaasheid der dingen" (Belçika) ve "Howl" (ABD). (Not: Bu filmlerden yalnızca 3'ünü izleyebildim. bkz. önceki yazım) Bu yıl Şakir Eczacıbaşı'nın anısına verilen Uluslararası Yarışma'nın büyük ödülü Altın Lale'yi kazanan film; Belçikalı Felix van Groeningen'in yönettiği "De helaasheid der dingen" (Şeylerin Boktanlığı) oldu. Uluslararası yarışmada Jüri Özel Ödülü ise Stéphane Brizé'nin yönettiği "Mademoiselle Chambon"a gitti.

Üyeleri arasında oyuncular Ülkü Duru ve Güven Kıraç, festival direktörü Peter Scarlet ve yazar Latife Tekin'in bulunduğu Ulusal Yarışma jürisinin başkanı ise yönetmen Yeşim Ustaoğlu idi. Yarışan filmler ise "Acı Aşk", "Bal", "Beş Şehir", "Büyük Oyun", "Denizden Gelen", "Karanlıktakiler", "Kıskanmak", "Min Dît", "Neşeli Hayat", "Ses" ve "Vavien" idi. (Festivalde izlediğim "Beş Şehir" dışında; "Bal", "Karanlıktakiler", "Neşeli Hayat" ve "Vavien"i de vizyonda izlemiştim.) Altın Lale'yi kazanan film Yağmur ve Durul Taylan'ın "Vavien"i olurken, Altın Lale'yi kazanan yönetmen ise "Min Dît" ile Miraz Bezar oldu. Jüri Özel Ödülü ise Semih Kaplanoğlu'nun "Bal"ına verildi. En İyi Erkek Oyuncu, "Beş Şehir"deki rolü ile Tansu Biçer, En İyi Kadın Oyuncu "Min Dît"in oyuncusu Şenay Orak seçildi. Engin Günaydın, birçok ödül töreninde olduğu gibi "Vavien" ile En İyi Senaryo Ödülü'nün sahibi oldu. Diğer ödüllerin sahipleri ise Barış Özbiçer (En İyi Görüntü Yönetmeni - Bal) ve Mustafa Biber (En İyi Müzik - "Min Dît")...

Fransız eleştirmen Barbara Lorey'nin başkanlığındaki FIPRESCI Jürisi, tercihlerini "Mademoiselle Chambon" ve "Vavien"den yana kullanırken; yönetmen Marco Bechis başkanlığındaki jüri, Sinemada İnsan Hakları Yarışması'nda büyük ödülü İsrail'in Oscar adayı filmi "Ajami"ye, Jüri Özel Ödülü'nü ise Belçika filmi "Le jour où dieu est parti en voyage"a verdi. Halkın tercihlerini belirleyen Radikal Halk Ödülü'nün sahipleri ise Xavier Dolan imzalı festivaldeki favori filmim "J'ai tué ma mère" ile "Bal" oldu.

Onur Ödülleri ise jüri başkanlığı da yapan Avusturyalı Oscar adayı oyuncu Klaus Maria Brandauer ile İtalyan yönetmen/oyuncu Marco Bellocchio ile; oyuncu Kadir İnanır, kurgucu Mevlüt Koçak ve yönetmen Feyzi Tuna'ya sunuldu.

Merak edenler için, Radikal Halk Ödülü oylamasında tercihlerimi Uluslararası Yarışma'da "J'ai tué ma mère", Ulusal Yarışma'da ise "Vavien"den yana kullanmıştım. ("Beş Şehir"i oylamanın son günü izlememiz biraz talihsiz oldu, ama "Vavien" de çok sevdiğim bir filmdir tabii ki.) Dolayısıyla beni oldukça mutlu eden bir ödül listesi olduğunu söyleyebilirim.

Devamında: Emek Sineması Yıkılmasın!

21 Nisan 2010

29. İstanbul Film Festivali'nin Ardından... Vol.2

Yazının ikinci bölümünde, festivalin ikinci haftasında izlediğim filmler geliyor:

"Bal" (Yön: Semih Kaplanoğlu) - Türkiye: Festivaldeki tek gösterim programıma uymamış olsa da, festival sırasında vizyonda oluşu sayesinde izleyebildim "Bal"ı da. Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesinin son filmi, ne "Süt" kadar güzel, ne de "Yumurta" kadar sıkıcıydı. Karadeniz'in doğal güzellikleri ve Bora Altaş'ın yeteneği göz kamaştırırken, üçlemenin zamansız ve mekansız bütünlüğü de puzzle'ın son parçası ile tamamlanmış oldu. 60. Berlin Film Festivali'nden Altın Ayı ile dönen Kaplanoğlu'nun dört yıla yayılan projesinden sonraki adımı heyecanla bekliyoruz.

"Last Station" (Yön: Michael Hoffman) - İngiltere: Festivalin Uluslararası Yarışma'sında yarışan, oyuncuları Helen Mirren ve Christopher Plummer'a birer Oscar adaylığı getiren film, ünlü Rus yazar Tolstoy'un son yıllarında karısı, felsefesini kendinden çok belleyen ve onu saplantı haline getiren müritleri ve mirasının akıbeti üzerineydi. Festivalde uğradığım en büyük hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim filmin. Zira ne oyuncuların performansları Oscar adayı olacak kadar güçlü, ne de yönetmenin tercihleri ilginçti. (Not: İnsanlar sinemada (hele ki festivalde) film izlemeyi, evinde film izlemekle karıştırmamalılar. Birbirleriyle, cep telefonu ile, hatta filmin karakterleriyle konuşmamalılar. Hele ki 40'lı yaşlardaysalar bunu öğrenmiş olmalılar.)

"Wszystko, co kocham" (Yön: Jacek Borcuch) - Polonya: Yine bir Uluslararası Yarışma filmi. Yönetmen, ailelerinin politik görüşleri kaderlerini etkileyen liseli gençlerden oluşan bir alternatif müzik grubunun festival ve ünlü olma hayalleri ile Polonya'nın komünizm etkisinde geçirdiği yıllardaki politik gerilimi harmanlamış. Çok da güzel başarmış bunu. Film geçtiğimiz yılın Norveç yapımı "Mannen som elsket Yngve"yi andırdı bana. Gençliği ve özgürlüğü çok güzel anlatan sıcak bir film çıkmış ortaya. Filmin ardından yapılacak söyleşiye yapımcısıyla içmeye giderek ortadan kaybolan yönetmenin katılamaması komikti. Fakat bunun açıklanmasından sonra "Gerçekleri bu kadar çarpıtan bir film yaptığı için buraya çıkmaya yüzü yoktur da ondan." sözleriyle isyan eden komünist arkadaşımızın tavrı ise gereksizdi. Her ne politik düzende/ortamda olursa olsun; halkını, gençlerini, onların hayallerini, müziğini kısıtlayan, yasaklar getiren rejim ve onun piyonları kötüdür. Ve politik gücü eline geçiren her görüş bunu yapmıştır. Gerginliğe gerek yoktur.

"J'ai tué ma mère" (Yön: Xavier Dolan) - Kanada: Bırakın festivali, hayatımda gördüğüm en iyi, başarılı, güzel ve gerçekçi filmlerdendi "J'ai tué ma mère". 1989 doğumlu Kanadalı Xavier Dolan, yazdığı, yönettiği ve başrolü oynadığı filmi ile geçtiğimiz Cannes Film Festivali'nden 3 ödülle döndü ve Kanada'nın Oscar aday adayı olmayı başardı. Kendisi gibi eşcinsel bir liseli gencin, annesine olan nefretini ve hayata olan isyanını konu alıyor film. Xavier Dolan'ın ve annesi rolündeki Anne Dorval'in oyunculukları, filmin senaryosu ve kurgusu, gerçekleri tüm şiddeti ve boktanlığıyla izleyenlerin yüzüne vurmasıyla dört dörtlük; mükkemmel bir filmdi bence. Aynı konuyu baba-oğul ilişkisi üzerinden anlatan "C.R.A.Z.Y." sonrası, Quebec sinemasının Avrupa sinemasına yakınlığını bir kez daha kanıtlamış oldu "J'ai tué ma mère". (Not: Xavier Dolan, önümüzdeki ay ikinci filmi "Les amours imaginaires" ile yeniden Cannes Film Festivali'nde yarışacak.)

"Kosmos" (Yön: Reha Erdem) - Türkiye: Geçtiğimiz Ekim ayında Antalya'da En İyi Film ödülünü "Bornova Bornova" ile paylaşan Reha Erdem imzalı "Kosmos", eleştirmenlerin ve sanatsal yönü ön plana çıkan filmlerin tutkunlarının bayıldığı bir film olsa da; Reha Erdem'in gitgide benden uzaklaştığını kanıtladı. "Hayat Var"dan sonra "Kosmos"un da en iyi yanı sesleri kullanımı idi. Mistik, şamanist ve boğucu konusu nedeniyle beni oldukça sıkan film; ne oyuncularının (çok iyi olan) performanslarını, ne Kars'ın harikulade doğasını, ne Florent Herry'nin görüntülerini, ne de senaryoda yatan o alt metinleri takdir edebilmeme sebep oldu. Filmden sonra Reha Erdem ile yapılan söyleşide tüm bu düşüncelerimin kat kat olumsuzunu, hem de terbiyesiz bir şekilde yönetmene sövercesine bağıran hatuna ise söyleyecek söz bulamıyorum. Bu kez bana (ya da sana) hitap etmemiş bir film yapmış olabilir Reha Erdem, ama bu ne onun Türk Sineması'nın en iyi yönetmenlerinden biri olduğu, ne de "Kosmos"un çok başarılı bir film olduğu gerçeğini değiştirir. "Çektiğiniz bu sıkıcı filmleri çok beğeniyorsanız, kendi kendinize çekip, gidip evinizde seyredin." diyen hatunun aksine, daha terbiyeli bir seyircinin görüşlerine ise katılmaktayım: "Ben 'A-Ay'daki, 'Kaç Para Kaç'taki Reha Erdem'i özlüyorum" dedi kendisi. Ben de diyorum ki: Ben "Korkuyorum Anne" ile tanıdığım Reha Erdem'in gitgide benden uzaklaştığını görüyor ve onu özlüyorum.

"Beş Şehir" (Yön: Onur Ünlü) - Türkiye: Daha sevdiğim yönetmenin yasını tutmaya başlayamamıştım ki, "Beş Şehir"i izledim. Onur Ünlü'nün Antalya'dan En İyi Senaryo ödülü ile dönen filmi "Beş Şehir", beş karakterinin kesişen öyküleri üzerinden akan, ölümün ansızınlığına yazılmış bir destan resmen. Tansu Biçer, Ahmet Rıfat Şungar, Beste Bereket, Ege Tanman, Bülent Emin Yarar... Yaşı ne olursa olsun, bu kadar kalburüstü oyuncunun bir arada olması bile yeterken iyi bir film için; yönetmeni de Onur Ünlü. Film boyunca nefes nefese, paranoyakça, arada zekice yazılmış esprilere gülerek izliyorsunuz. Ta ki filmin başlarında duyup filme güzel gittiğini düşündüğünüz Ahmet Kaya şarkısı "Beni Vur" ikinci kez çalana kadar... O an geliyor, ki bunun filmin finali olduğunu anlıyorsunuz, hıçkırarak ağlıyorsunuz oturduğunuz yerde. Evet, Onur Ünlü "Polis" ve "Güneşin Oğlu" sonrasında, üçüncü filmi ile en sevdiğim Türk Yönetmen ünvanını aldı Reha Erdem'in elinden. "Beş Şehir" vizyonda. Mutlaka izleyin.

"Eu cand vreau sa fluier, fluier" (Yön: Florin Serban) - Romanya: Genç yönetmen Florin Serban'a Berlin'de Jüri Özel Ödülü kazandıran ilk uzun metrajlı filmi, hapishanedeki son haftasında nefret ettiği annesinin ortaya çıktığını ve kendi ellerinde büyüyen kardeşini yurtdışına kaçıracağını öğrendiğinde deliye dönen genç bir mahkumu konu alıyor. Yılın "Un prophète" ve "Celda 211" ile birlikte üçüncü önemli hapishane temalı filmi bu. İlk filmiyle çok iyi iş çıkaran yönetmeni kadar genç oyuncusu George Pistereanu da dikkat çekici.

"Celda 211" (Yön: Daniel Monzón) - İspanya: Goya Ödülleri'ni silip süpüren bir başka hapishane filmi "Celda 211", gardiyan olarak işe başlamadan bir gün önce iş yerini ziyarete giden genç bir adamın öyküsünü anlatıyor. Başına aldığı darbe sonucu revire götürülmek yerine boş bir hücreye yatırılan ve bu sırada çıkan isyan sonucu içeride mahkumlarla beraber kilitli kalan Juan, olaylar kızıştıkça onlardan biri haline geliyor. İnsan doğasını, insanın canavarlaşma sürecini mükemmel bir şekilde ele alan filmde Albeto Ammann ve Luis Tosar'ın oyunculukları takider değer.

Devamında: Festival Ödülleri

20 Nisan 2010

29. İstanbul Film Festivali'nin Ardından... Vol.1

29. İstanbul Film Festivali, katıldığım festivaller arasında en çok aklımda kalacak, en çok hatırlanmaya değer festival olacak büyük ihtimalle. "Emek Sineması Yıkılmasın!" protestolarıyla, 20'ye yakın film izlemeyi başarsam da ağlayarak elediğim onlarca filmden oluşan mükemmel seçkisiyle, önümüzdeki yıllarda koltuklarında oturamama tehlikesi bulunan birbirinden güzel salonlarıyla ve nedendir bilinmez sürekli gergin seyircisiyle ilginç bir festivaldi. 2 Nisan gecesi Lütfi Kırdar'da "Le concert" filmi ile ve Emek Sineması için çalan borazan sesleriyle açılan festival, 17 Nisan gecesi verilen ödüller ve 18 Nisan günü Taksim'in görüp göreceği en entel protesto yürüyüşü ile yine Emek Sineması çığlıklarıyla son buldu.

Yazının ilk bölümünde, festivalin ilk haftasında izlediğim filmleri bulacaksınız.

"Le concert" (Yön: Radu Mihailaneu) - Fransa: Festivalin açılış filmi, politik sebeplerle dağılmış olan Bolşoy Filarmoni Orkestrası'nın yıllar sonra yeniden biraraya gelip, sahte kimlikleri ile Paris'te bir konsere çıkma maceralarını konu alıyordu. Rusya/Fransa ortak yapımı filmin çoğunluğu Rusça olsa da bunun Fransızca dublaj ile gösterilmesi filmin orijinal kopyasından mı, yoksa İKSV'nin tercihi mi bilemiyorum fakat çok rahatsız ediciydi. Diğer yandan film; gerek güzel esprileri hüzünle harmanlamayı, gerekse iyi müziği iyi sinemayla buluşturmayı oldukça başarmıştı. "Inglourious Basterds" sonrası Mélanie Laurent'ı bir kez daha izlemek de cabası...

"Svetat e golyam i spasenie debne otvsyakade" (Yön: Stephan Komandarev) - Bulgaristan: 2009 Oscarları'nda En İyi Yabancı Film dalında 9 filmden oluşan kısalisteye kalmayı başarsa da finale kalamamış bu film, hafızasını kaybeden Bulgar bir gencin, dedesinin yardımıyla geçmişini hatırlayışını ve anavatanına dönüşünü anlatıyordu. Tavla, tarih, politika ve Avrupa manzaraları ile bezeli film 2009'un en başarılı Avrupa filmlerinden oldu benim için. Filmden ilham alan SİYAD üyelerinin, festivalin konuğu olan film ekibi ile tavla turnuvası düzenlemesi ise gayet manidar oldu.

"Me and Orson Welles" (Yön: Richard Linklater) - ABD: Romantik 21. yüzyıl gençlerinin hafızalarında "Before Sunrise" ve "Before Sunset" gibi iki film ile yer etmiş olan Richard Linklater, son filminde 20. yüzyılın başlarındaki New York'a uzanıyor. Orson Welles'in tiyatrosunda bir anda yıldızı parlayan bir genç tiyatrocuyu ve kendisinden oldukça büyük olsa da hoşlandığı genç kadını merkezine alan film Orson Welles'in egosuna bir güzelleme niteliğinde. Zac Efron, bir Disney starletinden (evet, kelimenin kadınlar için kullanıldığını biliyorum) ibaret olmadığını "Hairspray" sonrası bir kez daha kanıtlıyor. Orson Welles rolünde inanılmaz performansı ile Christian McKay de oldukça dikkat çekici.

"El baile de la Victoria" (Yön: Fernando Trueba) - İspanya: İspanya'nın bu yıl, Goya başta olmak üzere ülkesinin tüm ödüllerini silip süpüren ve yine festivalde izlediğim "Celda 211"i sollayarak Oscar aday adayı olarak seçtiği film beni (olumsuz yönde) şaşırttı. En İyi Yabancı Film seçilen Arjantin filmi "El secreto de sus ojos"un başrolünde de izlediğimiz Ricardo Darín'i başrolde izlediğimiz film konuşamayan ve dansçı olma hayalleri ile yanıp tutuşan kimsesiz bir kız, ona aşık hapisten yeni çıkmış ve zengin olma hayalleri ile yanıp tutuşan genç bir çocuk ve hapisten çıktığında geride bıraktığı hayatına, karısına ve oğluna geri dönme hayalleri ile yanıp tutuşan eski bir mafya liderinin kesişen hikayelerini anlatıyor. Çok fazla şey yapılmaya çalışıp, oratay güzel değil gülünç bir iş çıkmış gibi geldi bana ne yazık ki. (Filmin adının "El caballo del Angel" olması daha uygun olurmuş.)

"Chloe" (Yön: Atom Egoyan) - Kanada: Geçtiğimiz yılki festivalde "Adoration" ile gözlerimi kamaştıran Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyan; Julianne Moore, Liam Neeson ve Amanda Seyfierd'i buluşturan son filmi ile de beğenimi kazandı. Kocasının kendisini aldattığı şüphesi ile bir fahişe kiralayan bir kadının kendini ve ailesini karmakarışık ilişkilerin ve akıl oyunlarının içinde bulmasını konu alan sürükleyici bir film "Chloe". Gerek Chloe rolündeki Amanda Seyfierd, gerekse her rolde büyüleyen Julianne Moore bir yana; genç oyuncu Max Thieriot dikkat edilmesi gerekn bir isim olduğunun sinyallerini veriyor filmde. 2010 Oscarları'nda filmin adı duyulabilir, benden söylemesi.

"Whip It!" (Yön: Drew Barrymore) - ABD: İlk filmini çeken oyuncu Drew Barrymore, filminde küçük bir kasabada yaşayan, patenci olma hayallerinin peşinden giden bir genç kız üzerine. Ellen Page ve Marcia Gay Harden'ın varlığı filmin ciddiye alınabilmesinin en büyük nedenlerinden. Eğlenceli, hareketli, komik bir film "Whip It!"
"Lebanon" (Yön: Samuel Maoz) - İsrail: Venedik Film Festivali'nin galibi "Lebanon", 2008 yapımı animasyon-yabancı dilde - belgesel "Vals im Bashir"in minimalist ve klostrofobik versiyonu gibi. Lübnan işgali sırasında İsrailli askerlerin psikolojisine odaklanan ve bunu tek bir tankın içindeki 4 asker üzerinden yapan film, (olumlu yönde) bunaltıcı ve rahatsız edici bir film. Amacı savaş psikolojisini seyirciye iletmek olan bir film için oldukça yerinde tercihler yapmış yönetmen. (Not: Merakla beklediğim, Oscar adayı, festivalin diğer önemli İsrail yapımı "Ajami"yi ne yazık ki izleyemedim.)

"Fish Tank" (Yön: Andrea Arnold) - İngiltere: Halen izleyemediğim "Red Road" ile adını duyuran genç İngiliz yönetmen Andrea Arnold, Cannes'da ilgi çeken ikinci filmi "Fish Tank"te hiphop dansları ile ilgilenen 16 yaşındaki bir genç kızın dünyasına götürüyor izleyenleri. Bu genç kız ve onun hayatına hem bir baba, hem de bir erkek figürü olarak bir anda giren annesinin sevgilisi adam arasındaki ilişkiyi merkezine alan film benim ilgimi çekmeyi ise başaramadı yeterince. Diğer yandan "An Education" günümüzde geçseydi, sanırım filmi böyle çekilirdi demek istiyorum.

"Perrier's Bounty" (Yön: Ian Fitzgibbon) - İrlanda: Cillian Murphy, Brendan Gleeson ve Jim Brodbent gibi 3 muhteşem oyuncuyu barındıran bu kara komedi, oldukça komik bir kaçma-kovalama hikayesi. İrlanda mafyasından kaçan, bunu yaparkense nedense başı beladan kurtulmayan genç bir adam ve belasına bulaştırdığı babası ve komşusunun eğlenceli hikayesi. (Not: Fazla biletimi satın alan ve yanıma oturan insan, beni bul, biletin üzerinde ismim yazıyordu zaten, sen de çok taştın.)
"Greenberg" (Yön: Noah Baumbach) - ABD: 2005'te "Squid and the Whale" ile bağımsız sinemada müthiş bir çıkış yakalayan Noah Baumbach, "Margot at the Wedding" sonrasında bu kez "Greenberg" ile yine ilginç karakterlere odaklanmaya devam ediyor. Ben Stiller'ın başrolünde olduğu ve çokça uçuk kaçık bir karaktere odaklanan film, beni hayal kırıklığına uğrattı. Baumbach'ın her filminde çıtayı düşürdüğünü düşünüyorum. (Not: Filmin afişi çok güzel.)

"Män som hatar kvinnor" (Yön: Niels Arden Oplev) - İsveç: İsveç edebiyatının dünyaca ünlenmesine neden olan Millenium serisinin ilk kitabından uyarlanan "Ejderha Dövmeli Kız", İsveç'in en önemli sinema ödülleri olan Guldbagge Ödülleri'ni silip süpürmüştü bu yıl. Oldukça uzun, karanlık, gerilimli ve her Nordic film gibi kasvetli olan film, kitaba oldukça sadık gözüküyor. Festivalde izleyebildiğim tek Nordic film olmasıyla da seçkimde özel bir yeri vardı filmin. (Not: Kitabın dünyaca ünlenmesi, Hollywood verisyonunun çekilmesini de hiç geciktirmedi. Düşünülen yönetmen David Fincher, başrol oyuncusu ise Carey Mulligan.)

Devam edecek...

7 Nisan 2010

Haftanın Şarkısı #13: "Here I Dreamt I Was an Architect"

Adını tarihteki Rus ayaklanmasından ve yarım kalmış bir Tolstoy romanından alan "The Decemberists", Portland, Oregon'lu bir indie-rock ve folk-rock grubu. 1974 doğumlu müzisyen Colin Meloy'un Montana'daki müzik grubu Takio'yu bırakıp Portland'a taşınması ile temelleri atılan grubun yer yer psychedelic bir sound'a da sahip olduğunu söyleyebiliriz. Buna itirazı olan varsa bile en azından aşırı rahatlatıcı bir müziğin varlığı tartışmasız.

Vokallerde Colin Meloy, gitarda Chris Funk, klavyeli çalgılarda Jenny Conlee, bas gitarda Nate Query ve davul ile back-vokallerde John Moen'den oluşan grup, 2000 yılında birlikte çalışmaya başlamış ve ilk EP'leri olan, sadece 2 saatte kaydettikleri "5 Songs" ile isimlerini duyurmayı başarmışlar. 2002'de ilk albümleri "Castaways and Cutouts", 2003'te ikincisi "Her Majesty the Decemberists" gelmiş. 2009'da çıkardıkları son albümleri "Hazards of Love" ile beraber toplam 5 albümleri ve 5 EP'leri bulunan grup; mutluluk verici ve rahatlatıcı şarkıları dışında şarkı sözleri ve Colin Meloy'un uzatmalı kızarkadaşı Carson Ellis tarafından tasarlanan albüm kapakları ile de dikkat çekiyor. Grubun diskografisinin sırayla dinlenmesi halinde katettikleri yolu da fark etmemek ve grubu daha da sevmemek elde değil.


Grupla tanıştığım şarkı "Here I Dreamt I Was an Architect", bilindik bir şarkıları değil aslında. Grubun ilk albümü "Castaways and Cutouts"un ikinci şarkısı olması dışında kendileri için bile bir anlamları var mıdır bilemiyorum.

"And I am nothing of a builder
But here I dreamt I was an architect
And I built this balustrade
To keep you home, to keep you safe
From the outside world"

6 Nisan 2010

14. Afife Tiyatro Ödülleri Adayları

Türkiye'nin ilk Müslüman kadın oyuncusu Afife Jale'nin anısına, 1997'den bu yana Yapı Kredi Sigorta sponsorluğunda düzenlenen organizasyon dahilinde dağıtılan Afife Tiyatro Ödülleri'nin bu yılki adayları ve özel ödül sahipleri açıklandı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyunlarının toplam 21 adaylık elde ederek öne çıktığı listede ikinci sırada ise 10 adaylıkla İstanbul Devlet Tiyatrosu bulunuyor. Özel tiyatrolardan ise ilk sırada yer alan 3 adaylık ile Kenter Tiyatrosu.

Oyunlara bakıldığında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın iki oyunu, "İntiharın Genel Provası" ve "Mefisto" 6'şar adaylıkla ödüllere damgasını vurmuş durumda. Duşan Kovaçeviç'in yazdığı, M. Nurullah Tuncer'in sahneye koyduğu "İntiharın Genel Provası", intihar etmek üzere olan bir adamın bir grup insan tarafından durdurulmasını takip eden komik olayları anlatırken; Klaus Mann'ın eserinden tiaytroya uyarlanmış, Ragıp Yavuz'un yönettiği "Mefisto" ise Nazi Almanyası'nda mesleğini icra etmek uğruna kendini Nazi ideolojisine satan bir tiyatrocuyu konu alıyor. Yılın En Başarılı Prodüksiyonu dalındaki büyük ödüle "İntiharın Genel Provası" dışında aday olan diğer iki oyun ise İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun "İmparatorluk Kuranlar" (Yazan: Boris Vian, Yön: Hakan Çimenser) ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan "Kafes" (Yazan: Mario Fratti, Yön: Ali Gökmen Altuğ).

14 dalda dağıtılan ödüllerin yanısıra Afife Tiyatro Ödülleri'nde 5 de özel ödül bulunuyor: Bu yıl, "Yaşamı boyunca tiyatro dalında başarılı çizgisini sürdürmüş ya da tiyatro sanatına katkıda bulunmuş kişi"lere verilen Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü Gencay Gürün'e, "Yaşamı boyunca tiyatro dalında başarılı çizgisini sürdürmüş tiyatro sanatçısı"na verilen Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü Toron Karacaoğlu'na, "İlk kez o yıl sahnelenmiş olan en başarılı yerli oyunun yazarı"na verilen Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü "Kredi Kartı-Vak'aa" oyunun yazarı Cüneyt Çalışkur'a, Tiyatroda Yeni Kuşak Özel Ödülü "Hayvanat Bahçesi Masalı" oyununun ekibine, Yapı Kredi Sigorta Özel Ödülü ise Yılmaz Öğüt'e layık görülmüş.

Adaylar ise şöyle:

Yılın En Başarılı Prodüksiyonu: İntiharın Genel Provası, İmparatorluk Kuranlar, Kafes
Yılın En Başarılı Yönetmeni: Hakan Çimenser (İmparatorluk Kuranlar), Nurullah Tuncer (İntiharın Genel Provası), Ragıp Yavuz (Mefisto)

Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu: Hakan Gerçek (Van Gogh), Uğur Polat (Kredi Kartı-Vak'aa), Bülent Emin Yarar (Profesyonel)
Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Defne Gürmen (Üstün-Düşüş), Defne Halman (Quintet-Bir Dönüşün Beşlemesi), Zuhal Olcay (Şölen)

Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu: Zafer Algöz (Vahşet Tanrısı), Serhat Mustafa Kılıç (İntiharın Genel Provası), Mert Turak (Kabare)
Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu: Hale Akınlı (Dullar), Sevinç Erbulak (Tarla Kuşuydu Juliet), Zerrin Tekindor (Vahşet Tanrısı)

Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu: Hakan Meriçliler (Pornografi), Uygar Özçelik (İmparatorluk Kuranlar), Çağlar Yiğitoğulları (Mefisto)
Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Zeyno Eracar (Gül'e Ağıt), Rozet Hubeş (Mefisto), Senan Kara (Kafes)

Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu: İbrahim Can (İntiharın Genel Provası), Çağlar Çorumlu (Tarla Kuşuydu Juliet), Beyti Engin (Sokağa Çıkma Yasağı)
Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu: Deniz Çakır (Aşk Sözleri), Süeda Çil (Dullar), Kadriye Kenter (Cimri)

Yılın En Başarılı Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Binali ile Temir, Cimri, Mefisto, Onlar Ermiş Muradına), Işın Mumcu (İmparatorluk Kuranlar), Nurullah Tuncer (İntiharın Genel Provası)
Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı: Başak Özdoğan Pirim (Cimri), Şirin Dağtekin (Yenen-Aşk Sözleri, Kuzguncuk Türküsü), Tomris Kuzu (Mefisto)
Yılın En Başarılı Sahne Müziği: Tolga Çebi (7 Şekspir Müzikali), Grup Gündoğarken (Ruhundan Tramvay Geçen Adam), Selim Can Yalçın (Mefisto)
Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı: Fatih M. Haroğlu (İntiharın Genel Provası), Mustafa Türkoğlu (Binali ile Temir), Akın Yılmaz (İmparatorluk Kuranlar)

Ödüller, 26 Nisan gecesi sahiplerini bulacak.

5 Nisan 2010

Biraz da Tiyatro...

Sanatın çok sevdiğim bir başka dalı olmasına rağmen, hiçbir zaman istediğim ilgiyi gösteremedim tiyatroya. Film izlemekten vakit kalmadı çoğu zaman. Bilet fiyatlarının öğrenci bütçesine düşman oluşu da cabası... Şu aralar fazlaca boş vakti olan bir insan olarak da, ihmal ettiğim tiyatroya biraz daha ilgi göstermeye başladım 2010'da. Geride bıraktığımız üç ay boyunca 3 oyun izledim, sinema ve televizyon ödüllerinin yanısıra tiyatro ödüllerini de takip etmeye başladım. 10 Mayıs - 10 Haziran arasında gerçekleşecek olan 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali de gündemdeyken, izlediğim oyunlar hakkında birkaç laf etmek istedim.

"6 Haftada 6 Dans Dersi" (Yazan: Richard Alfieri, Yön: Cihan Ünal, Tiyatro İstanbul, 08/09)

Cihan Ünal ve Nevra Serezli'nin başrollerde oynadığı oyun, yaşlı bir kadın ve ortayaşlı bir dans öğretmeninin nefretle başlayıp dostluğa dönüşen ilişkisini konu alıyor. Cihan Ünal'ın uzun saçları ile göründüğü, ikilinin farklı zamanlardan ve farklı coğrafyalardan danslarla renklendirdikleri "6 Haftada 6 Dans Dersi", her iki oyuncusuna da birer Afife Tiyatro Ödülü adaylığı getirmiş geçtiğimiz yıl. Yalnızlık, hayat, aşk ve ölüm üzerine; yer yer komik, yer yer duygusal dakikalar yaşatan bir oyun.

"Ruhundan Tramvay Geçen Adam" (Yazan/Yön: Ferhan Şensoy, Ortaoyuncular, 09/10)

Küçüklüğümden beri sevdiğim Ferhan Şensoy, her zamanki sivri dili ile yeniden karşımızda. Şensoy, 1986'da Alman halk ozanı, yazar ve komedyen Karl Valentin'in yaşamından yola çıkarak yazıp sahneye koyduğu oyunu "İçinden Tramvay Geçen Şarkı"nın devamı niteliğindeki bu oyunda Nazi Almanya'sındaki bir komedyenin yaşadığı zorlukları ve mizaha devam etme çabasını her zamanki üslubuyla anlatıyor. İçinde Ferhan Şensoy skeçleri bulunan müzikal bir tarih dersi diyebiliriz oyun için. Zira oyun boyunca Grup Gündoğarken şarkılarıyla resmen İkinci Dünya Savaşı'nı anlatıyor. Ferhan Şensoy'un önlenemez zayıflayışı (yetenek anlamında değil kesinlikle, tamamen fiziksel anlamda, kilogram bazında) ise endişe verici.


"Kraliçe Lear" (Yazan: Eugene Stickland, Yön: Yıldız Kenter, Kent Oyuncuları, 09/10)

Yıldız Kenter'in sahneye koyup başrolünde oynadığı, Eugene Stickland'ın yurtdışında da ilk kez geçtiğimiz yıl sahneye konulan oyunu "Kraliçe Lear", yaşlı ve tükenmekte olan bir tiyatrocu Jane ile liseli bir genç kız olan Heather'ın ilişkisini konu alıyor. Shakespeare oyunları ve Yunan tragedyalarından izler taşıyan oyunda Kenter'e eşlik eden Sedef Şahin de en az ustası kadar iyi bir iş çıkarmakta. Nesil farklılıklarını ve çatışmalarını, SMS gençliğini, yaşlanma ve tükenme korkusunu çok güzel tespitlerle sunan oyun, tek perdelik ve su gibi akıp gidiyor. Medyada "81 Yaşında Amuda Kalktı" şeklinde yer alan haberlerin oyun izlemeden abartı olduğunu düşünsem de Yıldız Kenter'in amuda kalktığına tanık olmamla ufak çaplı bir şok da geçirdiğimi söyleyebilirim.

Türk Tiyatrosu'nun en önemli ödülleri sayılan Afife Tiyatro Ödülleri'nin 09/10 sezonu adayları bu gece açıklanıyor.

2 Nisan 2010

2010'da Türk Sineması (Ocak-Mart)

2009'da Türk Sineması'nın yaşadığı 'patlama'dan sonra, 2010 yılı da sinemamız için verimli geçeceğe benziyor. Farklı türlerde, farklı kesimlere hitap eden birçok yeni filmin vizyona girdiği yılın ilk 3 ayında, Türk Sineması için uluslararası platformda oldukça olumlu gelişmeler de oldu ayrıca.

Ocak ayında 6, Şubat ayında 5, Mart ayında ise 10 film olmak üzere, toplam 21 yerli filmin vizyona girdiği bu ilk üç ayda, 12.5 milyona yakın seyirci izlemiş bu yapımları. Film sayısı bakımından, bu hızda geçtiğimiz yılı geçecekmiş gibi görünüyor 2010. (Toplam 70 film) Fakat yine de yaz ayları nedeniyle bu sayı daha az bile olabilir. Geçtiğimiz yılın toplamında 19 milyon seyircinin izlediği yerli yapımları bu yılın ilk 3 ayında 12.5 milyon kişinin izlemesi de pek sevindirici gelmemeli kulağa. Çünkü sırasıyla Cem Yılmaz, Şafak Sezer, Şahan Gökbakar ve Ata Demirer'in filmlerinin bu 3 ayda vizyona girdiğini ve muhtemelen bu rakamları çok fazla artıracak ya da 1 milyon izleyiciyi geçebilecek birçok filmin vizyona giremeyeceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kısacası, rakamlara bakıldığında, şimdiden 2009 kadar verimli (ama muhtemelen "daha verimli" değil) bir yıl olabileceğini söyleyebiliriz Türk Sineması için 2010'un.

2010 yılı, 1 Ocak gününün de vizyon takviminin ilk günü olan Cuma'ya denk gelmesi ile anında başlamış oldu Türk Sineması için. Vizyona giren yılın ilk filmi Cem Yılmaz'ın "Yahşi Batı"sı idi. Cem Yılmaz ve Ozan Güven'in başrollerde yer aldığı film, gerek setleri, gerek kostümleri, gerek esprileri, gerekse yardımcı oyuncuları (Demet Evgar, Özkan Uğur, Zafer Algöz başta olmak üzere) ile pek çok kişi tersini düşünse de bence Cem Yılmaz'ın şu ana kadarki en iyi filmiydi. Listelerde 2 hafta birinci sırada kaldıktan sonra, 3. hafta yerini 2009'dan kalma bir yabancı filme, "Avatar"a kaptırdı "Yahşi Batı". Sonraki iki haftanın birincisi ise Uğur Yücel'in polisiyesi "Ejder Kapanı"nı sollayan Şafak Sezer'li devam filmi "Kutsal Damacana 2: İtmen" oldu. Ocak ayının en ilgi çekici ve üzerinde durulması gereken filmi ise sinema yazarı Murat Emir Eren ve Talip Ertürk'ün yazıp yönettiği zombi filmi "Ada: Zombilerin Düğünü" oldu. 60'lı 70'li yılları bilemesem de, benim yetiştiğim çağındaki ilk zombi filmiydi çünkü Türk Sineması'nın. Yabancı korku filmlerinde salonları dolduran Türk halkı ise, beklenen ilgiyi göstermedi filme. Ayın diğer filmleri "Kaptan Feza" ve "Gelecekten Bir Gün" oldu.

Şubat ayı, gişe anlamında 2010'un en parlak ayı olacağa benziyor. 2008'de başlayıp 2009'da yükselişe geçen romantik komedi türünün yeni bir örneği, adını da türden alan "Romantik Komedi" ile başlayan Şubat'ın ilk birincisi de bu film oldu. Ergenlerimiz için başlı başına yerli bir Twilight fenomenine dönüşen Sinem Kobal'ın başrollerden birine sahip olduğu filmin Sevgililer Günü'nde değil de, bir hafta öncesinde vizyona girmesinin ise tek bir nedeni vardı: 12 Şubat'ta vizyona giren "Recep İvedik 3". İlk iki film ile gişede rekor üstüne rekor kıran Şahan Gökbakar'ın paraya ve seviyesizliğe doymadan çektiği son filmi de öncülleri gibi anında zirveye oturdu. Yaklaşık 3.3 milyon kişinin izlediği filmin, bu sayıyı daha da artırarak yılın birincisi olması muhtemel gözüküyor. İki hafta zirvede kalan filmi 3. haftasında Ata Demirer ve Demet Akbağ'ın başrollerinde oynadığı, çok keyifli bir film olan "Eyvah Eyvah" yerinden etti. Öldü sandığı babasını aramak için İstanbul'a gelen ve bu sırada tesadüfen bir pavyon şarkıcısı ile dost olan Trakyalı bir klarnetçinin hikayesini anlatan film Şubat'ın son haftasınu birinci bitirmekle kalmadı toplamda 4 hafta zirvede kaldı. Şubat'ın bir diğer filmi ise Zülfü Livaneli imzalı Atatürk filmi "Veda" oldu. Her Atatürk konulu filmlde olduğu gibi, ardından tartışmalar da eksik olmadı. Ayın diğer ve son filmi ise "Deli Dumrul: Kurtlar Kuşlar Aleminde" idi.

10 yerli yapımın vizyona girdiği Mart ayının gişe rakamları ise film sayısına ters orantılı olarak düştü. Şubattan kalma "Eyvah Eyvah" ayın ilk üç haftasında zirveden inmezken, son haftanın birincisi ise BKM Mutfak Oyuncuları'nın skeçlerden oluşan filmi (kısacası televizyondakinin dekorlu olanı ve sinemada izleneni) "Çok Filim Hareketler Bunlar" oldu. Diğer yandan festivallerin gözbebekleri "Kara Köpekler Havlarken" ve "Köprüdekiler"; Ümit Ünal imzalı, Selma Ergeç ve Mehmet Günsür'lü korku filmi "Ses"; türbanlı başkişisi ile dikkat çeken çizgiroman uyarlaması "Büşra" ve Turgut Özakman imzalı bir başka Atatürk filmi "Dersimiz Atatürk" gibi çok çeşitli yapımlar da mevcuttu. "Anadolu'nun Kayıp Şarkıları", "Yüreğine Sor", "Eşrefpaşalılar" ve "Ay Lav Yu" da ayın diğer filmleriydi.

Şubat ayında !F Bağımsız Filmler Festivali İstanbul ve Ankaralılar'ı bağımsız yapımlarla buluştururken, 11-21 Mart tarihlerinde düzenlenen 21. Ankara Uluslararası Film Festivali de yılın ilk önemli ulusal yarışmasını sonuçlandırdı. Geçtiğimiz yıl İstanbul'dan Altın Lale, Adana'dan ise Altın Koza ile dönen "Köprüdekiler" Ankara'nın da galibi oldu. Birçok ödülün sahibi 2009 yılında vizyona da girmiş olan "11'e 10 Kala" ve "Başka Dilde Aşk" filmleri olurken, önümüzdeki aylarda izleyeceğimiz "Büyük Oyun", En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Selen Uçer) ve En İyi Müzik ödülleri ile ayrıldı festivalden. Geçtiğimiz Ekim ayında Antalya'dan da Altın Portakal ile dönen Volga Sorgu, "Kara Köpekler Havlarken" filmindeki yardımcı rolü ile ödüllendirildi.

Yurtdışında ise 60. Berlin Film Festivali'nde mükemmel bir şekilde temsil edildi Türk Sineması. Festivalin Forum bölümünde Tayfun Pirselimoğlu'nun "Pus", Panorama bölümünde ise Reha Erdem'in "Kosmos" filmleri gösterilirken; festivalin büyük ödülü için yarışan Semih Kaplanoğlu, Yusuf üçlemesinin son filmi "Bal" ile Altın Ayı'yı ikinci kez Türkiye'ye getiren isim oldu. Nisan ayında önce İstanbul Film Festivali kapsamında, daha sonra ise vizyonda bu filmleri izleme fırsatı bulacağız.

Üzerinde özellikle durmak istediğim iki film ise tabii ki az izleyicisi olan ödüllü filmler. "Köprüdekiler", Aslı Özge imzalı, sinemamızın yeni-gerçekçi akımına oldukça yakışan bir film. Bir polis, bir çiçekçi ve bir dolmuş şoförünün hayatlarının gözetlenmesi... Hiçbir mesajı direk olarak vermeyen, doğallıktan yana, oyuncuları gerçek hayatta varolan, belgeselden ayırt edilemeyecek denli sıradan ve sadece gösterme amacı güden, adı üstünde 'gerçekçi' bir film. Şiddetle karışık duygularla yükselişe geçen milliyetçilik duygusunu bir kaygı olarak sunan, hayatın içinden karakterleri sıradan şeyler yaparaken gözlemlediğimiz bir film. Geçtiğimiz yıl "11'e 10 Kala" ve "İki Dil Bir Bavul"u beğenenlerin çok seveceği, fakat benim ısınamadığım bir film.

Çok beğendiğim "Kara Köpekler Havlarken" ise, İstanbul'un varoşlarında, 'gökdelenlerin gölgesinde' yaşayan gençlerin, bu hayatlarından kurtulma çabalarını konu alıyor. Volga Sorgu'nun eğlenceli, hüzünlü, cesur ve içten olmak arasında gidip gelen mükemmel oyunculuğu her türlü ödülü hakediyor kanımca. "Güneşi Gördüm"deki yardımcı rolü ile geçtiğimiz ay Yeşilçam Ödülü sahibi olan Cemal Toktaş'ın başrolünü üstlendiği filmi en güzel özetleyen cümle ise Erkan Can'ın ağzından duyduğumuz şu cümle: "Dünya senin sandığın kadar basit bir yer olsaydı, kimse bu kadar gaddar olmak zorunda kalmazdı." İzlenmeli.

Not: Seyirci rakamları boxofficeturkiye.com sitesinden alınmıştır.

1 Nisan 2010

İsmail Cem Televizyon Ödülleri

Türk televizyon sektörünün birçok eksiği olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. Reklamlarla beraber 3 saati bulan dizi bölümleri, bu kadar uzun bölümleri her hafta aynı ekiple çekmek zorunda kalan yorgun teknik insanlar ve oyuncular, 200-300 sayfalık bir romanı sezonlarca süren bir dizi halinde günümüze uyarlamalar, Türk aile ve ahlak yapısına uyma kaygıları, RTÜK'ün sansürleri... Ulusalcıların linç girişimlerine neden olacak bir cümle geliyor şimdi: Yaklaşık 15 yabancı dizinin takipçisi olan ben, Türk dizisi izlemiyorum. Süreler kısalıp, kalite artmadıkça da izlememeye devam etmekte kararlıyım.

Bugüne kadar bu kalitenin yükselebilmesi için gerekli şeyleri şöyle sıralayıp durdum kendi çapımda ve bunları yaparken, dünya çapında başarı yakalayabilen Amerikan dizilerini düşündüğümün de farkındayım:
  1. Televizyon dizisi denilen şey 20, 40 ya da 60 dakika olmalı. Sonra neden Türk insanı dünyanın en çok televizyon seyreden milleti, neden günde ortalama 4 saatini televizyon başında geçiriyor deniyor.
  2. Televizyon filmleri (atv zamanında yapmaya çalışmış, fakat başarılı olamamıştı ne yazık ki...) ve minidizilere önem verilmeli. "Yaprak Dökümü", "Aşk-ı Memnu", edebiyatımızın klasikleşmiş örnekleridir çünkü. Yazarının kemiklerini sızlatarak, sakız gibi uzatmaya gerek yok romanları. Ve tercihen romanın yazıldığı dönemde geçmeli uyarlama televizyon dizileri, minidizi olan halleriyle. Daha ihtişamlı kostümler, daha iyi setler, daha büyüleyici bir dizi demek çünkü.
  3. Bir dizinin (minidizi olmadıkça) tüm bölümlerini, süreleri yaklaşık 2 saat iken ve her hafta yayınlanıyorken aynı ekibin kaliteli bir şekilde yazması/çekmesi mümkün değil fiziksel olarak. Her bölüm birlikte çalışan bir ekibin farklı üyelerince yazılsa/çekilse, hem kalite yükselir, hem insanlar yorulmaz, çalışma şartları güzelleşir, hem de haftalık telaş yerini birkaç haftalık bir telaşa bırakır.
  4. Son olarak ise televizyon sektöründe rekabetin artması, kalitenin yükselmesi için doğruluğu tartışılan bir reyting sistemi yerine saygın bir ödüllendirmenin var olması gerekir. (bkz. Emmy Ödülleri)

Sonunda bu dört dileğimden sonuncusu, ilk üçünün de yakın zamanda gerçekleşeceğine önayak olması dileklerimle gerçek oluyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi ve AKSAV (Anatalya Kültür-Sanat Vakfı) tarafından organize edilen bir televizyon ödülümüz oluyor: İsmail Cem Televizyon Ödülleri.

Bu yıl ilk kez verilecek olan ödüller, Türkiye'nin Oscarları olarak tanıtılan Yeşilçam Ödülleri gibi, Türkiye'nin Emmyleri olma iddiasında. Ödüllerin eski TRT Genel Müdürü, gazeteci, yazar, televizyoncu, milletvekili, bakan; görev süresince TRT'nin yayın ve izleyici sayısını iki katına çıkaran, birçok başarılı yapıma önayak olmuş rahmetli İsmail Cem onuruna dağıtılacak olması ise çok düşünceli bir hareket. Ödül heykelciği, heykeltraş Neşe Karasipahi tarafından tasarlanan, televizyon ekranı içinden çıkan, ellerini gökyüzüne açmış bir erkek figürü. (Fakat küçük bir eleştiri olarak, ödül heykeline bir isim bulmaları çok daha iyi olurmuş diyorum. İsmail Cem'in adını tüm ödüllerde yaşatmak yerine törenin adı ve bir özel ödülle yetinebilirlermiş. "Ve İsmail Cem'in sahibi..." denilmesini ya da heykelciğe 'İsmailcik' denmesini hiçbirimiz istemeyiz değil mi?)

24 Nisan'da, çeşitli panellerin, televizyonculuk üzerine çok yararlı olacağını umduğum oturumların ve televizyon yıldızlarının halkla buluştuğu bir kortejin ardından dağıtılacak olan ödüllerin adayları ise belli olmuş durumda. 16 dalda "Hanımın Çiftliği", 15 dalda "Aşk-ı Memnu" ve 14 dalda "Ezel"in aday olduğu ödüllerde Okan Bayülgen ise "En İyi Talk Show" dalındaki 5 adaylıktan 3'üne birden sahip, yani kendisiyle büyük bir yarış içinde.

Sadece televizyon dizilerinin değil; magazin, talkshow, yarışma, çocuk, spor, eğlence, reality, kültür/sanat, belgesel gibi her türlü televizyon programının 39 dalda ödüllendirileceği, 2 de özel ödülün verileceği umut verici bir gelişme İsmail Cem Televizyon Ödülleri.

Adaylar ise şöyle:

En İyi Dizi (Drama): Aşk-ı Memnu, Ezel, Hanımın Çiftliği, Kapalıçarşı, Kasaba.
En İyi Dizi (Komedi): 1 Kadın 1 Erkek, Benim Annem Bir Melek, Canım Ailem, Geniş Aile, Papatyam.
En İyi Dizi (Gençlik): Arka Sıradakiler, Deniz Yıldızı, Es - Es, Kavak Yelleri, Melekler Korusun.

En İyi Yönetmen: Aşk-ı Memnu (Hilal Saral), Canım Ailem (Sadullah Çelen), Ezel (Uluç Bayraktar), Hanımın Çiftliği (Faruk Teber), Kapalıçarşı (Ömür Atay).
En İyi Orijinal Senaryo: 1 Kadın 1 Erkek (Itır Arda, Murat Dişli), Canım Ailem (Selin Tunç), Ezel (Kerem Deren, Pınar Bulut), Geniş Aile (Kamuran Süner, Cüneyt İnay), Kapalıçarşı (Neşe Şen, Gaye Boralıoğlu).
En İyi Uyarlama Senaryo: Aşk-ı Memnu (Ece Yörenç, Melek Gençoğlu), Hanımın Çiftliği (Zülküf Yücel Ayhan Sonyürek), Samanyolu (Gamze Özer), Yaprak Dökümü (Ece Yörenç, Melek Gençoğlu).

En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Mehmet Aslantuğ (Hanımın Çiftliği), Talat Bulut (Kasaba), Kenan İmirzalıoğlu (Ezel), Olgun Şimşek (Kapalıçarşı), Kıvanç Tatlıtuğ (Aşk-ı Memnu).
En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Cansu Dere (Ezel), Özgü Namal (Hanımın Çiftliği), Beren Saat (Aşk-ı Memnu), Aslı Tandoğan (Kapalıçarşı), Sumru Yavrucak (Bahar Dalları).
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Drama): Kerim Atabey (Aşk ve Ceza), Erkan Can (Kapalıçarşı), Caner Cindoruk (Hanımın Çiftliği), Barış Falay (Ezel), Selçuk Yöntem (Aşk-ı Memnu).
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Drama): İpek Bilgin (Ezel), Deniz Çakır (Yaprak Dökümü), Nebahat Çehre (Aşk-ı Memnu), Tomris İncer (Aşk ve Ceza), Ebru Özkan (Hanımın Çiftliği).

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi): Emre Karayel (1 Kadın 1 Erkek), Ufuk Özkan (Geniş Aile), Ahmet Uğurlu (Zoraki Başkan), Tarık Ünlüoğlu (Benim Annem Bir Melek).
En İyi Kadın Oyuncu (Komedi): Oya Başar (Benim Annem Bir Melek), Şebnem Bozoklu (Canım Ailem), Demet Evgar (1 Kadın 1 Erkek), Nilgün Kasapbaşoğlu (Papatyam), Zuhal Topal (Geniş Aile).
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Komedi): İlker Aksum (Canım Ailem), Dost Elver (Zoraki Başkan), Rasim Öztekin (Geniş Aile), Tarık Pabuçcuoğlu (Papatyam), Ali Sunal (Benim Annem Bir Melek).
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Komedi): Gizem Akman (Geniş Aile), Çiğdem Batur (Papatyam), Ayşen Gruda (Zoraki Başkan), Ezgi Mola (Canım Ailem), Dolunay Soysert (Benim Annem Bir Melek).

En İyi Erkek Oyuncu (Gençlik): Sarp Apak (Kavak Yelleri), Bülent Çetinaslan (Arka Sıradakiler), Koray Erkök (Deniz Yıldızı), Berk Hakman (Es-Es), Avni Yalçın (Melekler Korusun).
En İyi Kadın Oyuncu (Gençlik): Derya Alabora (Es-Es), Güneş Emir (Deniz Yıldızı), Hümeyra (Melekler Korusun), Pelin Karahan (Kavak Yelleri), Sinem Öztürk (Arka Sıradakiler).
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Gençlik): Barış Atay (Arka Sıradakiler), Serkan Altunorak (Melekler Korusun), Altan Gördüm (Kavak Yelleri), Umut Karadağ (Es-Es), Cantuğ Turay (Deniz Yıldızı).
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Gençlik): Rojda Demirer (Melekler Korusun), Deniz Sarıbaş (Arka Sıradakiler), Begüm Topçu (Deniz Yıldızı), Leyla Tuğutlu (Es-Es), Ayten Uncuoğlu (Kavak Yelleri).

En İyi Talk Show Programı: Beyaz Show, Disko Kralı, Güzel Haberler, Medya Kralı, Muhabbet Kralı.
En İyi Müzik Eğlence Programı: Bir Şarkısın Sen, Çok Güzel Hareketler Bunlar, Kuzeyin Oğlu, Olacak O Kadar, Stüdyo - Emre Altuğ.
En İyi Yarışma Programı: Bir Kelime Bir İşlem, Fear Factor Extreme 2, Kelime Oyunu, Wıpe Out, Yetenek Sizsiniz Türkiye.
En İyi Kültür/Sanat Programı: Afişe Takılanlar, Bam Teli, Gece Gündüz, Gezelim Görelim, Yaşamdan Dakikalar.
En İyi Magazin Programı: Bizden Kaçmaz, Cumartesi Süprizi, Magazin Özel, Super Starlıfe, Süper Kulüp.
En İyi Gündüz Kuşağı Programı: Deryalı Günler, Doktorum, Medikal, Temel İçgüdü, Yol Üstü Lezzet Durakları.
En İyi Spor Programı: 6 Pas, Futbol Pazarı, Son Kale, Stadyum, Telegol.
En İyi Çocuk Programı: Düş Peşime, Haberin Olsun, Haberlik, Kayıp Madalyon, Şahane Çocuklar.

En İyi Görüntü Yönetmeni: Aşk ve Ceza (Tolga Çetin), Aşk-ı Memnu (Hüseyin Tunç), Ezel (Veysel Tekşahin), Hanımın Çiftliği (Oktay Başpınar), Kapalıçarşı (Murat Ceylan)
En İyi Kurgu: Aşk-ı Memnu (Gökçe Bilginkılıç), Canım Ailem (Haluk Arus), Ezel (Serdar Çakular), Hanımın Çiftliği(Engin Öztürk), Kapalıçarşı(Kıvanç İlgüner).
En İyi Müzik: Aşk-ı Memnu (Toygar Işıklı), Canım Ailem (Targan Türe), Ezel (Toygar Işıklı), Hanımın Çiftliği (Mazlum Çimen, Saki Çimen), Yaprak Dökümü (Toygar Işıklı).

En İyi Sanat Yönetimi: Aşk ve Ceza, Aşk-ı Memnu, Ezel, Hanımın Çiftliği, Kapalıçarşı.
En İyi Kostüm: Aş-ı Memnu, Hanımın Çiftliği, Kapalıçarşı, Kasaba.
En İyi Makyaj: Aşk ve Ceza, Aşk-ı Memnu, Ezel, Hanımın Çiftliği, Kapalıçarşı.

En İyi Jenerik: 1 Kadın 1 Erkek, Aşk-ı Memnu, Geniş Aile, Hanımın Çiftliği, Kasaba.
En İyi Fragman: Canım Ailem, Ezel, Geniş Aile, Hanımın Çiftliği, Kasaba.
En Unutulmaz Sahne: 1 Kadın 1 Erkek, Aşk-ı Memnu, Ezel, Geniş Aile, Hanımın Çiftliği.