15 Ağustos 2011

ARTER'den Bağıra Basılası Sergi


22 Haziran'dan beri ARTER'in önünden geçenler, birbirine sarılmış iki motosikleti görüp gülümsüyorlar istemsizce. Derken arkada devrilmek üzere duran bir sandalye kulesinin üzerindeki küçük çocuğu görüp ağızlarına geliyor yürekleri. İçeri girenlerse o motosikletleri sevimli kılanın da, o küçük çocuğu gerçek sanılacak denli canlı yapanın da Avustralyalı sanatçı Patricia Piccinini olduğunu anlıyorlar. "Beni Bağrına Bas", yılın görülmesi şart olan sergilerinden biri ve son haftalarında sizi bekliyor.


Yer yer sevimli, yer yer tüyler ürpertici olabilen bu sergide; Piccinini'nin silikon, fiberglas, deri ve insan saçı gibi maddeler kullanarak birbirinden gerçekçi çalışmaları sergileniyor. ARTER'in üç katına yayılmış sergide aşağıdan yukarıya giderken, aydınlıktan karanlığa, hatta görünenden mahreme doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Sanatçının 1997 - 2011 tarihleri arasındaki çalışmalarından oluşan sergi 30'a yakın eser barındırıyor. "The Welcome Guest" (Davetli Misafir - 2011) adlı eseri ise bu sergi için özel olarak hazırlanmış.

Son zamanlarda sergi mekanları arasında oldukça popüler bir tema olan doğa ve teknoloji ilişkisine duygular düzeyinde yaklaşıyor "Beni Bağrına Bas". Ekranlardan oluşan bir ormanın "gerçek" bir ormanın verdiği hissiyatı verip veremeyeceğini; genetik mutasyon ile insanlık tarafından 'yaratılmış' olması muhtemel 'yaratıkların' duyguları olup olamayacağını ve insanlığın doğa ve/veya teknoloji ile ilişki kurmasının ardındaki temel duygu olan 'merakı' sorgulatıyor. Giriş katındaki "The Observer" (Gözlemci - 2010) ile başlayan bu 'merak' çağrışımları, sergi boyunca yaratılan dokunma isteğinin ardındaki duygu ile doruk noktaya ulaşıyor. Öyle ki, eserlere dokunma isteğine karşı koyamayan ziyaretçilerin onlara zarar vermemesi adına "The Offering" (Sunulan - 2009) adlı bebek-eser dokunulması için bir görevli tarafından ortalıkta dolaştırılıyor. 'Merak' temasını en iyi işleyen, dokunma ihtiyacı ve şüpheciliği en iyi somutlaştıran eser ise adından da anlaşılacağı gibi "Doubting Thomas" (Şüpheci Thomas - 2008).

Serginin giriş katında daha mekanik, daha bugünün metalik teknolojisini yansıtan eserler yer alıyor. Motosikletler, kasklar, metal levhalar, televizyon ekranları, IKEA sandalyeleri... Fakat kaskların şekillerinden bir insan kafasına ait olamayacaklarını, motosikletlerin yüzlerinden duyguları olduklarını, kısacası serginin devamında ilginç şeylerle karşılaşacağınızın sinyallerini alıyorsunuz. Katın en dikkat çekici eserleri, ARTER'in ön cephesine vitrin olan "The Lovers" (Aşıklar - 2011) ve kattaki en canlı eser "The Observer" (Gözlemci - 2010).

İkinci katta mekanik ve metalikten, organik ve ürpertici olana geçiş başlıyor. Geleceğin teknolojik gelişmelerini düşünürken, insan ve bilimin korkunç yaratıklar yaratabileceği düşüncesinden korkarken ve düşüncesinden korktuğumuz yaratıkların da biz insanlardan korkabileceği gerçeğine üzülürken buluyorsunuz kendinizi. Katta ekolojik mesajlar içeren eserlerin yanı sıra, gerçek insan saçları kullanılarak yapılmış tablolar da bulunuyor. En ilgi çekici eser ise sevgi gösterisi ile zarar verme arasındaki ince çizginin ayırdına varmanızı sağlayan "The Embrace" (Kucaklama - 2005).


Serginin en duygu yüklü, en ürkütücü ve en hüzünlü katı ise üçüncü kat. Piccinini'nin yaratıklarının ev haline tanık olduğumuz, loş bir ortama sahip bu son kat; o yaratıkların da tanıdık duygulara sahip olduğunu kanıtlar gibi. Beklerken birlikte uyuyakalmış bir çocuk ve bir yaratık ("The Long Awaited" - Beklenen, 2008), aynı yatağı paylaşan bir insan ve yaratık yavrusu ("Undivided" - Bölünmemiş, 2004), kucağında taşıdığı ve bakıcılık yaptığı insan bebeğine olan sevgisi yüzünden okunan yaşlı bir yaratık ("Big Mother" - Büyük Anne, 2005) ve beşiğinde öylece bırakılmış bir yaratık-bebek ("Foundling" - Bulunmuş Bebek, 2008)... Katta yer alan video "The Gathering" (Toplanma - 2007) ise sanatçının farklı türdeki bir çalışması olması itibariyle ve duygulu hikayesi ile dikkat çekiyor.

Patricia Piccinini'nin dünyasını 21 Ağustos'a kadar ARTER'de keşfedebilirsiniz.

6 Ağustos 2011

En İyi Film Afişleri: 2010

Film afişleri, film hakkında minimum ipucu vererek, minimum ünlü oyuncu kellesi göstererek, filmi en iyi şekilde tanımlamalıdır bence ve bunu bazen bir sanat eserini andıran tasarımıyla, bazen 'tagline'ı ile, bazen de sadeliğiyle yapmalıdır. Her sene çekilen yüzlerce filmin afişi arasında, çok azı bunu tam olarak yapabiliyor ve böyle takdire layık olanları bazen gerçekten iyi filmlere ait oluyor. Her zaman mükemmel bir afiş (bırakın iyiyi) ortalamanın üstünde bir filmi müjdelemese de; gerek filmler hakkında bir ön bilgi, gerekse bir oda süsleme gereci olarak önem verdiğim birer sinema ögesi film afişleri.

En İyi Film Afişleri 2010:


1. "Let Me In": İsveçli Tomas Alfredson'un "Låt den rätte komma in" harikasından sonra "Cloverfield" ile tanıdığımız Matt Reeves imzalı "Let Me In", orijinaline kıyasla kat kat etkileyici bir afişle çıktı karşımıza. (İşte Hollywood'un ekonomik gücü) Melek, kar, beyaz... Kan ve ayak izleri. Masumiyet ve katliam. Kısacası filmi özetleyen her şey. Portfolyosunda Clint Eastwood filmleri ve Twilight serisininkiler gibi ortalama afişler bulunan The Cimarron Group bu kez şaşırttı.


2. "Buried": Ryan Reynolds'lı bu İspanyol geriliminin klostrofobik atmosferine hayli uygun, tam sevdiğim gibi fazlasıyla minimalist bir afiş. "Buried". En büyük kozu Reynolds'ı küçücük kullanması mı, yoksa o simsiyah boşluk ile yapılan toprak metaforu mu beni daha ok etkiledi bilemiyorum. Afiş son yılların en yaratıcı ve en üretken ajanslarından Ignition Print (True Blood, Men Who Stare at Goats, Inception, District 9, 3:10 to Yuma...) imzasını taşıyor.


3. "Greenberg": "Squid and the Whale" ve "Margot at the Wedding" gibi mütevazı ve iyi yazılmış bağımsız yapımların yönetmeni Noah Baumbach'ın 3. filmi "Greenberg", adını Ben Stiller'ın canlandırdığı karakterden alıyordu. Filmin minimalist afişi, çok ama boş konuşan, çok iş yapıyormuş gibi gözüken fakat hiçbir şey yapmayan, çok meşgul gibi görünen fakat aslında hiçbir işi olmayan bu adamın trajikomik hikayesini özetler nitelikte. Afişin yaratıcısı, daha önce "Brick", "Burn After Reading", "A Serious Man" ve "Away We Go" gibi bağımsız yapımların afişlerinde de imzası olan Mojo.


4. "Rabbit Hole": Son yılların en uç noktalarda dolaşan yönetmeni John Cameron Mitchell, Nicole Kidman ve Aaron Eckhart'lı aile dramı "Rabbit Hole" ile hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Kidman'a bir Oscar adaylığı getiren filmde, o oyunculuk dahil pek bir şeye hayranlık duymamıştım. Fakat gidiş-gelişleri ile dikkat çeken Becca ve Howie'nin yaşadıkları felaket sonucu adeta bir duygular kolajına dönmüş hayatlarını özetleyen bu afiş filmden çok daha başarılıydı. Afişte yine Ignition Print imzası var.


5. "Inception": Rüyaları bir mimarlık harikası gibi işleyen "Inception" ve yaratıcı Christopher Nolan'ın bu dünyasına uygun, mimari bir afiş... Filmin yayınlandığında kimseye hiçbir şey anlatmayan ama bir o herkesi bir o kadar heyecanlandıran teaser'ını anımsatan bu afişte de Ignition Print imzası var.

En İyi Tagline'lar 2010:

1. "You Don't Get to 500 Million Friends without Making a Few Enemies." - Social Network: 2010'un en sevdiğim filmlerinden olan, Facebook ve Mark Zuckerberg'in hikayesini harika bir senaryo ile anlatan "The Social Network", iş dünyasının entrikalarını ve ikiyüzlülüğünü anlatan bir modern destandı. (Filmin eleştirisi "Sosyal Çağın İlk Destanı: The Social Network" yazıma buradan ulaşabilirsiniz.) Filmin tamamen üzerine kurulu olduğu düşmanlık hikayelerine ve Facebook'un gelebileceği toplumsal noktaya aynı anda gönderme yapan bu tagline, Eisenberg'in (bu durumda Zuckerberg'in) suratına dev puntolarla yazılmış ve bu nedenle bana biraz da 2007'nin "Michael Clayton" afişini anımsatmıştı.

2. "Innocence Dies. Abby Doesn't." - Let Me In: Yukarıda yılın en iyi afişi seçtiğim "Let Me In" de, filmin öncülü "Låt den rätte komma in" de, daha önce defalarca söylediğim gibi çocuksu, masum bir aşkın ve canice bir vampir hikayesinin ahenkli bir şekilde içiçe geçmiş hikayesi. Bu hikayeyi dört kelimede, iki cümle ile özetleyen tagline (tıpkı afişi gibi) orijinal filmin ötesine geçen kusursuz bir detay. İsveç ve Amerikan sinema endüstrilerinin ticari deneyimleri göz önünde bulundurulursa da gayet beklenen bir öne çıkış.

3. "An Epic of Epic Epicness" - Scott Pilgrim vs. the World: Başta bir gençlik filmi gibi gözüken, fakat 80'ler/90'lar nostaljisine hizmet eden, izleyenleri o mahallelerindeki atari salonuna atıp götüren "Scott Pilgrim vs. the World"ün bu tagline'ı, başrol oyuncusu Michael Cera'nın şapşallığını ve konuşmasını birebir yansıtıyor sanki.

4. "Shut Up. Kick-Ass." - Kick-Ass: Söyleyecek söz yok aslında. Shut up. Kick ass. Film bundan ibaret ve bu yüzden çok, ÇOK eğlenceli.

5. "Your Mind Is the Scene of the Crime." - Inception: 2010'un olay yaratan filmi, son Christopher Nolan harikası, "Inception" akıl oyunları ve rüya oyunları ile zihnimizi oldukça meşgul etmiş ve insan beyninin nelere kabil olduğuna, rüyalar aleminin şaşırtıcı detaylarına konsantre olmuştu. Zihni bir suç mahali olarak tanımlayan bu tagline, Nolan dünyasına, zekasına ve dehasına çok uygundu.