26 Kasım 2008

"Remember the 20th of November"

Yaklaşık bir hafta önce, 19 Kasım'ı 20 Kasım'a bağlayan geceyarısı; bilgisayarı başında oturup olağanüstü bir durum olmadıkça (ki çoğu zaman dersler olağanüstü bir durum kategorisine girmiyor) odasından çıkmayan yurdum (derken Sabancı Üniversitesi Yurtları) insanları DELİRDİ!

"20 Kasım 2008 Sabancı Üniversitesi Çıldırması" olayında rastladığım birkaç aktiviteyi okuyacak ve SU öğrencilerinin amaçsızlığına şaşıp kalacaksınız şimdi: Camlardan bağırmak, yağmurun altında yalınayak koşarak bağırmak, avaz avaz şarkı söylemek, çığlık atmak, odaların ışıklarını yakıp söndürmek, odalardan dışarıya lazer tutmak, odaların camlarından müzik yayını yapmak, gitar çalmak, elektro-gitar solosu atmak, saksafon çalmak, meşale yakmak, odalardan yakılan cisimleri aşağı atmak, odalardan aşağı tuvalet kağıdı ruloları atmak, halay çekmek, frizbi oynamak, uzun eşek oynamak, zıplamak, haykırmak, amaçsızca koşmak, stadyum tezahuratları yapmak... Favori sloganın rektörümüzden bizi diskoya götürmesini istemek olduğu kesin. En favori şarkılar ise "Çile Bülbülüm" ve "Fesufanallah"...


Son cümledeki iki şarkının sözlerini inceleyecek olursak, 20 Kasım vaka-i cinnetiyesinin bir sınav-ödev-ders protestosu olduğu yargısına varmak gayet mümkün. Diğer yandan olayın çıkış noktasının bununla hiç mi hiç alakası yok.

Etrafta dolaşıp duran ve bu olay gelenekselleşip 10 yıl sonra kökenleri tartışıldığında tekrardan -belki de daha abartılarak- dile gelecek olan şehir efsaneleri bir yana; olayın çıkış noktası oldukça basitti aslında. Literatüre "20 Kasım 2008 Sabancı Üniversitesi Çıldırması" olarak geçen vaka; kafası bir hayli dağılmış ve uçmuş olan, sayısı iddia edildiği gibi üç değil dört genç kızımızın kendini A2-A3-A4-A5 yurtları arasındaki boşluğa atarak bağırmalarından ve sonrasında olayın A1-A2-A5-A6 yurtları arasındaki boşluğa taşınmasından ibaret bir olay aslında...

(Efsaneleşmenin tatlı heyecanını sonsuza dek yaşamak isteyen dört kızımız ve kendilerine seyrici kalan iki arkadaşları ne yazık ki röportaj vermeyi reddettiler, ama burdan okul tarihine geçtikleri için kendileriyle gurur duyduğumu söylemek istiyorum.)


Peki 4 kızın çığlık atmasını, bu kadar büyüten neydi? Sanırım tartışılması gereken konu tam olarak bu. Her türlü hizmete birbiri ardına gelen zamlar bir tarafımızı ağrıtırken yapılan eylemlere bile koca okulda bir avuç insan katılırken yüzlerce insanı bir araya toplayan neydi?

Şehrin kilometrelerce uzağında bulunan üniversitemize hapsolan insanlar, 20 gündür parti yapılmamasının (ki eskiden dönemde bir parti anca görürdük, buna da şükür) da yarattığı enerji patlamasıyla; sınav haftasında böyle bir fırsat çıksın da delirelim diye bekliyorlardı sanırım. Sevgili arkadaşlarım arasında bulunan 4 hanım kızımızın çığlıklarını ve college-girl naralarını kaldıramayan üç-beş kişinin çık-çıklarına, "delirenlere saygı duyalım lütfen" kıvamında bir destekti belki de. "Asosyal olabiliriz, ama sosyalleşmek isteyenleri destekleriz." diyorlardı belki de.

Olay kesinlikle anarşinin, kaosun ve spontaneliğin ne kadar tutulduğunun; ruhsuz bir okulda bile "okul ruhu" denilen şeyin, beraberliğin yaratılmasında karmaşanın ve birdenbireliğin ne kadar önemli olduğunun bir sembolüydü Sabancı Üniversitesi öğrencileri için. "Neler oluyor lan, ne bu gürültü?" şeklinde öfkeyle odasından çıkıp, olay mahalline gittiği anda karşılaştığı manzaradan büyülenip amaçsızca bağırdığını söyleyen onlarca kişi tanıyorum.

Yurt binalarının içerisinde yapıldığı söylenen "yaptığınız disiplin suçudur" anonslarına ve -artık delil toplamak için mi, yoksa evde çocuklarına göstermek için mi bilinmez- cep telefonlarıyla olayı görüntüleyen güvenlik görevlilerine inat...

Her yıl aynı şeyin tekrarlanmasını ve okulumuzun artık bir ruha ve beraberliğe kavuşacak olmasını diliyor ve ekliyorum: "Remember the 20th of November!"

19 Kasım 2008

"Güneşin Oğlu" ve Alamet-i Farikaları

Geçtiğimiz haftalarda "fantastik mavra" türünde olduğunu bir hayli gözümüze sokarak vizyona giren "Güneşin Oğlu", Onur Ünlü'nün ikinci (aslında "Çocuk" adlı ilginçliği sayarsak üçüncü) filmi. Filmin ilk alamet-i farikası da henüz filmografisinin başında olmasına rağmen ilginç tarzı ve kendine özgü anlatımıyla yönetmenin kendisi zaten.

1973 doğumlu olan Onur Ünlü, kariyerinin başındaki bir yönetmen olmanın dışında deneyimli bir şair ve senaryo yazarı aslında. 11 Kasım'da Radikal'de yayınlanmış olan röportajını okursanız anlayacağınız üzere; ilginç fikirleri ve değişik bir hayat görüşü olan, her anlamda özgün bir insan. Favori oyuncularından Özgü Namal, "Onur'un filmleri bana kendimi zeki hissettiriyor." diyor ve kendisi için "Türkiye'nin Tarantino'su" yakıştırmasını ekliyor. (Radikal, 8 Kasım 2008) Yönetmenin iki filmi de ("Polis" ve "Güneşin Oğlu") şaşırtıcı derecede 'farklı'lar alıştığımız filmlerden. Alışıldık bir şehirde geçseler, alışıldık karakterlerin başından geçseler de; alışılmadık şeyler üzerine kurulu filmler çünkü ikisi de. "10 günde film çekmek" gibi bir şeyi başarmasıyla gündeme geldi Onur Ünlü son filmiyle. Henüz ikinci filmini çeken bir yönetmen için, Türk sinemasının birçok başarılı oyuncusuyla çalışma fırsatı yakaladı. Ve gerek Haluk Bilginer, gerek Özgü Namal'dan "Onur istediği sürece ben her filminde oynarım." sözünü almayı başardı. SİYAD'ın yenilikçi yönetmenlere açık olduğunu gösteren, 2006'da "Polis" ile gelen "En İyi Yönetmen" adaylığını da unutmamak lazım.

"Güneşin Oğlu"nun ikinci büyük kozu ise oyuncuları... Yönetmenin ilk filminde de beraber çalıştığı Haluk Bilginer ve Özgü Namal'ın yanısıra Hümeyra, Bülent Emin Yarar, Köksal Engür ve Ahmet Kural gibi usta oyuncular ve genç yeteneklerin beraberliği dikkat çekiyor filmin kadrosunda. Özellikle Bülent Emin Yarar, dikkat çekici bir performans sergiliyor. Haluk Bilginer, filme de ismini veren Zeki Müren albümü "Güneşin Oğlu"ndan "Böyle Bir Kara Sevda" şarkısını; Özgü Namal ise zamanında Gönül Yazar'ın seslendirdiği "Çapkın Kız" şarkısını söyleyerek, oyunculuk yeteneklerinden fazlasını da konuşturuyorlar ayrıca.

Film sayesinde tanıştığım bir grup, "100 Derece" de oldukça ilgi çekici... (myspace sayfası) Filmde kendi besteleri "Kahpe Felek" ve "Mavra" ile "Rüzgar Hep Aynı Esmez" şarkılarının enstrümantal verisyonuna yer veren bu genç grup, aynı zamanda Özgü Namal'ın söylediği "Çapkın Kız"da da ona eşlik etmiş.

Filmin 100 derece, 'küfürlerin yaratıcı kullanımları' konusundaki dersler ve bolca kahkaha dışında hayatıma kazandırdığı son şey ise Haluk Bilginer'in İstanbul'un en güzel manzarasına sahip en iğrenç yapılarından birinin çatısına çıkarak okuduğu Ülkü Tamer'in garip ötesi şiiri "Konuşma". Filmin ne kadar absürd, ne kadar fantastik olduğu düşünülürse, cuk oturmuş filme. Hele ki Haluk Bilginer'in sesinden...

KONUŞMA

-aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

Ülkü Tamer

15 Kasım 2008

4 Şarkıda "Issız Adam"

Ömür Gedik'in "sinema dünyasının Sezen Aksu'su" olarak tanımladığı Çağan Irmak'ın son filmi "Issız Adam", etrafımda filmi izlemiş olan herkesi yaraladığı gibi beni de yaraladı. Beni de ağlattı... Acıyla biten klasik bir aşk hikayesiydi film; "Issız" bir ada(m) Alper, ve o ıssız aday(m)a düşen bir "Ada" ile ilgiliydi.

Yönetmenin film hakkında konuşurken sıkça söylediği gibi; yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine bir filmdi "Issız Adam".

Aşk üzerine olduğu zaten aşikar.
Kahramanımız Alper'in lüks bir restoran sahibi, yemekle felsefe yapabilecek ve şaraptan anlayan bir aşçı olduğu göz önünde bulundurulursa filmin yemeklerle ilgili olmasına da şaşmamak gerek. "Ratatouille"u hatırlatan gurme eleştirmen sahnesi ve müşteriler ve personelle yakalanan mizah açısından oldukça hoştu bu ilgi.
Filmin ikinci yarısında devreye giren anneler kısmı ise özellikle erkek izleyiciler için altın bir kuralı görselleştirir nitelikteydi: Asla annenize bağırmayın.

Filmin eski şarkılarla ilgili olan kısmı ise, tam olarak bu yazının yazılma nedeni.

Çağan Irmak, filmin senaryosunu şarkıların üzerine kurmuş resmen. Müziği iyi kullanan filmlere hayranımdır ve tam olarak hayran olacağım bir şekilde kullanılmıştı "Issız Adam"daki her bir şarkı.

Michel Fugain - Une Belle Histoire: 1942 doğumlu sanatçının 1972 tarihli bu şarkısının "C'est un beau romain / C'est une belle histoire" sözlerini, Ada ve Alper'in 'tanışmaya çalıştıkları' anlarda başlıyoruz duymaya. Galatasaray'ın arka sokaklarında Ada'nın peşinden koşan Alper'in, hayatlarının başlamak üzere olan kısmından habersiz iki çocuktan farksız olduğunu ima ediyor. İleride olacakları bilmeyen (ama Fransızca bilen) seyirci için, filmin geri kalanına bir hazırlık ve giriş kıvamında. Güzel bir romanın, güzel bir hikayenin ve bu romanın/hikayenin kaderlerinden habersiz kahramanları üzerine...

Semiramis Pekkan - Bana Yalan Söylediler: Semiramis Pekkan'ın 1974 tarihli 45liğinden yadigar, Fikret Şeneş'in sözlerini yazdığı bu şarkı; plak koleksiyoncusu olan Alper'in dinlediği şarkılardan biri olarak çıkıyor karşımıza. "Bana yalan söylediler / Bana yalan söylediler / Kaderden bahsetmediler" sözleriyle...

Nil Burak - Yalnızım Ben: Ada, Alperle olan ilk randevusunda bir plak hediye ediyor ona. Nil BUrak'ın 1979 tarihli "Benim Adım Şarkıcı" albümü bu. Ve dinlediğimiz şarkı, sanatçının 1978 tarihli 45liğinde de yer almış olan "Yalnızım Ben" oluyor. Alper'in yalnızlığını, kendi kendine yarattığı mutsuz dünyasını anlamayanlar için avaz avaz bağırıyor. Ve "Dinle" diyor Alper Ada'ya, dinlediğinin ne kadar gerçek, CD kayıtlarından ne kadar farklı olduğunu anlatabilmek için.

Ayla Dikmen - Anlamazdın: Filmin efsanevi ve ıslak finalinin de finalinde çalan bu şarkı, Ayla Dikmen'in 1976 tarihli longplay albümünden. "Anlamazdın, anlamazdın / Kadere de inanmazdın / Hani sen acı veren kalpsizlerden olmazdın / Dilerim ki mutlu ol sevgilim / Ben olmasam bile hayat gülsün sana / Günahı boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda."

"Sen karda donuyorsun. Uyumak tatlı geliyor ama aslında ölüyorsun."

10 Kasım 2008

MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2008


6 Kasım Perşembe gecesi dağıtılan MTV Avrupa Müzik Ödülleri (EMA), eski törenlere göre oldukça sönük bir şekilde buldu sahiplerini. Gecenin ev sahibi, yılın en iyi çıkışını yapan (ve "Best New Act" ödülünü de kazanan) Katy Perry'di. Kendisinin "bir yıl önce bu töreni evimde oturmuş bir şeyler yerken seyrediyordum, kısacası seneye burada siz de olabilirsiniz" anafikrindeki cümleleri biraz arabesk olsa da çok gerçekçiydi.

Pink, Beyonce, Kid Rock ve Kanye West gibi yıldızların sahne aldığı törende; Paul McCartney'e "Ultimate Legend" ödülü Bono tarafından verildi. Törenin Beatles'ın yuvası Liverpool'da yapılıyor olması, bu doğru kararı daha da anlamlandırdı. Gecenin en ilgi çekici noktaları sanırım Katy Perry'nin "Do you like my cherries? They are big aren't they?" sorusu, Katy Perry ve VIP lounge'da konukları ağırlayan 30 Seconds to Mars üyelerinin Obama t-shirtleri ve tabii ki Emre Aydın'ın ödülü kazanmasıydı. Gecede ikişer ödül kazanan Britney Spears, 30 Seconds to Mars ve sunucu Katy Perry sayesinde, Amerikalılar ön plandaydı.

MTV Avrupa Müzik Ödülleri'nin bu yılki kazananları şöyle:

Act of 2008: Britney Spears
Album of the Year: "Blackout" (Britney Spears)
Most Addictive Track: "So What" (Pink)
Video Star: "A Beautiful Lie" (30 Seconds to Mars)
New Act: Katy Perry
Rock Out: 30 Seconds to Mars
Ultimate Urban: Kanye West
Headliner: Tokio Hotel
Best Act Ever: Rick Astley
Europe's Favorite Act: Emre Aydın

Artists' Choice Award: Lil Wayne
Ultimate Legend: Paul McCartney

9 Kasım 2008

Avrupa'nın En İyisi: Emre Aydın


2006 sonbaharında televizyonda "Afili Yalnızlık"ın Şebnem Dönmez'li klibini gördüğümde; şarkıya da yorumuna da, klibine de hayran kalmış ve "Afili Yalnızlık"ı 'ilk dinlediğimde en çok etkilendiğim şarkılar' arasına sıkıştırıvermiştim.

"Afili Yalnızlık", 2002'de 'Sing Your Song' yarışmasını kazanan 6. Cadde'den ayrılma kararı aldıktan sonra çıkardığı ilk solo albümüydü Emre Aydın'ın. Albümle aynı adı taşıyan (ve yukarıda bahsettiğim gibi benim de kendisiyle tanışmamı sağlamış olan) şarkı "Afili Yalnızlık" ve narsizm ve yalnızlık temalı klibi sayesinde 2006-2007 yıllarında dağıtılan tüm yerli müzik ödüllerini başta "En İyi Çıkış Yapan Sanatçı" ve "En İyi Şarkı" kategorisinde olmak üzere silip süpürmüştü.


"Afili Yalnızlık" albümünde yer alan 10 şarkının 9'unun söz ve müzikleri kendine aitti. Gerçekten de en afilisinden bir yalnızlığı anlatıyordu albüm. Bazen duygusal, bazen damardan laflarla... "Git, gideceksen bekleme" gibi, "Tamam yeter her şey istediğin gibi olsun / Tamam, ben zaten öldüm, kalan sağlar senin olsun" gibi, "Belki bir gün özlersin" gibi... "Afili Yalnızlık"ın müzik altyapısı olarak da olduça başarılı bir albüm olmasını ise; Gripin, Manga ve Vega gibi gruplardan müzisyenlerle çalışmış olmasına fazlasıyla borçlu Emre Aydın. Albümün videoları ise, "Afili Yalnızlık", "Kim Dokunduysa Sana", "Git" ve "Belki Bir Gün Özlersin" parçalarına çekildi.

Albüm çıktıktan sonraki iki sene süresince çıkışına devam etti Emre Aydın, ve hala da ediyor. Gripin ile "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" düeti ve Teoman'ın tribute albümü "Söz-Müzik Teoman"da en güzel Teoman şarkılarından "Sürpriz"i yorumlamasından sonra MTV Avrupa Müzik Ödülleri yolculuğu başladı. Hadise, Hande Yener, Hayko Cepkin ve Sagopa Kajmer'i sollayarak "EMA Best Turkish Act" seçildikten sonra; 6 Kasım'da Liverpool'da MTV European Music Awards "Best European Act" dalında yarışan 5 adayın arasına da girmeyi başardı Emre Aydın. İngiliz Leona Lewis, İtalyan Finley, Rus Dima Bilan, İsrailli Shiri Maimon'u geçerek Avrupa'nın en iyisi seçildi.


"Hiç kuraya girmeden hep kısa çöpü çeken" o yalnız adamı geride bıraktığını görüyor, "oyununun en güzel yerinde zil çalmamasını" ve hiç bir zaman "öyle" olmamasını umuyorum. Tebrikler sevgili adaşım :)

4 Kasım 2008

En İyi Filmler: 2007

Film afişleri, müzikleri ve oyuncularından sonra sıra en iyi filmlerine geldi 2007'nin. Popüler-bağımsız-stüdyodraması-müzikal-yabancıfilm ayrımı gözetmeksizin seyrettiğim 2007 yapımı 120'ye yakın film arasından kişisel bir "En İyi 10" listesi var aşağıda. Çok iyi filmler dışarıda kalmış olsa da... (Yine, alfabetik sırada)

Atonement (İngiltere)
Yön: Joe Wright
Oyuncular: James McAvoy, Keira Knightley, Saoirse Ronan, Romola Garai, Vanessa Redgrave
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Uyarlama Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Film - Drama Ödülü, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı)
Yön: Sean Penn
Oyuncular: Emile Hirsch, Catherine Keener, Hal Holbrook, Vince Vaughn, Marcia Gay Harden, William Hurt

Juno (ABD)
Yön: Jason Reitman
Oyuncular: Ellen Page, Michael Cera, Jennifer Garner, Jason Bateman, J.K.Simmons, Allison Janney
(Oscar, En İyi Film Adayı, En iyi Yönetmen Adayı, En İyi Orijinal Senaryo Ödülü; Altın Küre, En İyi Film - Müzikal/Komedi Adayı, En İyi Senaryo Adayı)

Yön: Julian Schnabel
Oyuncular: Mathieu Amalric, Max von Sydow, Emmanuelle Seigner
(Oscar, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Uyarlama Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Yabancı Film Ödülü, En İyi Yönetmen Ödülü, En İyi Senaryo Adayı)

Once (İrlanda)
Yön: John Carney
Oyuncular: Glen Hansard, Marketa Irglova


Yön: Gus van Sant
Oyuncular: Gabe Nevins

Yön: Tamara Jenkins
Oyuncular: Laura Linney, Philip Seymour Hoffman, Philip Bosco
(Oscar, En İyi Orijinal Senaryo Adayı)
Yön: Michael Davis
Oyuncular: Clive Owen, Paul Giamatti, Monica Belluci

Yön: Paul Thomas Anderson
Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Paul Dano
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Uyarlama Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Film Adayı)

Yön: James Mangold
Oyuncular: Russell Crowe, Christian Bale, Ben Foster, Peter Fonda, Logan Lerman

(Listeme bu yıl, genelde olduğunun aksine herhangi bir Türk filmi giremedi. "Adem'in Trenleri" ve "Mutluluk", 2007'nin Türk filmleri arasında kişisel favorilerim.)

2 Kasım 2008

"İkinci Bahar"dan "Altın Portakal"a Nurgül Yeşilçay

1976'da Afyon'da doğan Nurgül Yeşilçay, hayatlarımıza atv'nin iki dizisi ile girdi aslında. 1998'de "Her Şey Çok Güzel Olacak" filminde sarfettiği tek cümle ile bir hemşire olarak karşımıza çıkışını saymazsak; 1999'da Türkan Şoray ve Şener Şen'i buluşturan, Türk televizyon tarihinin en önemli dizilerinden birinde, "İkinci Bahar"da Türkan Şoray'ın canlandırdığı Hanım'ın kızı Gülsüm olarak tanıdık onu. "İkinci Bahar" sonrasında, 2001'de ilk sinema filmi "Şellâle"de, 2002'de ise Teoman ile birlikte "Mumya Firarda"da rol aldı. 2002-2003 sezonunda bir başka efsane televizyon dizisi "Asmalı Konak"ta, Seymen Ağa'nın New York'ta aşık olduğu ve konağına gelin getirdiği Bahar karakteri ile "Kapadokya'ya hapsolan asi ve şehirli gelin" rolünde izledik kendisini. Dizinin çok yanlış bir kararla sinema filmi olarak çekilen final bölümü "Asmalı Konak: Hayat" (2003), Nurgül Yeşilçay'ın televizyon oyunculuğunu para kazanmak için yapan, fakat asıl mesleği sinema oyunculuğu olan gerçek bir aktrise dönüşmeden önceki son işi oldu.

2005 yılında iki filmde birden gösterdi yeteneğini Nurgül Yeşilçay. İlk olarak, Atıf Yılmaz'ın ölümünden önce çektiği son film "Eğreti Gelin"de, belediye reisinin 18 yaşındaki Ali'yi 'eğitmek' için ona eğreti gelin giden Kostak Emine'yi canlandırdı. Duruşuyla, konuşmasıyla, yürüyüşüyle, giydiği kıyafetleri üzerinde taşıyışıyla ve seksapeliyle dört dörtlük bir dönem oyunculuğu ve dört dörtlük bir performanstı.

Aynı yıl içindeki ikinci filmi ise 5 yönetmenin 5 İstanbul masalını anlattığı "Anlat İstanbul" oldu. Filmin "Uyuyan Güzel" sekansının kendini büyük babaannesi sanan Saliha'sıydı. Gencecik bedeninde yaşlı bir kadının ruhunu taşıyan bir oyunculuk sergiledi. 2005 yılındaki Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden bu iki iddialı yapıma rağmen eli boş dönen Yaşilçay, kariyerine "Ezo Gelin" adlı televizyon dizisi ile devam etti.

2007 yılında yine iki ayrı filmde gördük onu. 2004 yılında evlendiği Cem Özer ile başrolleri paylaştığı "Adem'in Trenleri"nde sessiz ve gizemli bir kadını, Hacer'i oynadı. Empire dergisinin Ekim 2008 sayısındaki röportajında bu rol için "Menajerler senaryoda laf sayıyor. Adem'in Trenleri zamanında benim bir menajerim olsaydı, beni o filmde oynatmazdı. Oynatmazdı çünkü oradaki kız konuşmuyor." diyor. 'Sen sus hiçbir şey söyleme, sen sus da gözlerin konuşsun.' oyunculuğunda da gayet başarılı olduğunu kanıtlıyor.

Aynı yıl Avrupa'ya açılan Nurgül Yeşilçay, Fatih Akın'ın "Auf der Anderen Seite" (Yaşamın Kıyısında) filminde Ayten adlı terör örgütü üyesi bir genç kız rolündeydi. Magazin basını yüzünden yurtiçinde Patrycia Ziolkowska ile öpüştüğü sahneler başarıyla canlandırdığı asi kızdan daha çok konuşulsa da, yurtdışında özellikle bir repliği ile dikkatleri üzerine çekti bu film sayesinde: "Fuck the European Union ya!"

"Auf der Anderen Seite" sayesinde Cannes Film Festivali'nde kırmızı halıda yürüyen ve sarı elbisesiyle izleyenleri büyüleyen Yeşilçay, Empire'daki röportajında filmin Cannes'daki gösterimi hakkında şunları söylemiş: " 'Fuck the European Union!' repliği Canned'da olay oldu. Çok sordular 'Türkiye'de AB'ye böyle mi bakıyorlar?' diye. Ben de kıvırdım tabii, ne diyeyim!". Gerek Cannes, gerekse Antalya'da ilgileri üzerine çeken ve Cannes En İyi Senaryo ödülü dahil birçok ödül toplayan film bir yana; Yeşilçay hem bu filmdeki hem de "Adem'in Trenleri"ndeki performansına rağmen Antalya'dan eli yine boş döndü 2007 yılında.

Bu yıl ise Erden Kıral'ın "Vicdan" adlı filmiyle çıktı karşımıza. Filmin ilk bölümünde köy hayatından sıyrılmaya çalışırken kendini üç kişilik bir ilişkinin içinde bulan ve çocukluk arkadaşıyla yaşamaya başladığı güzel günleri bir kıskançlık krizi ile yitiren bir kadını oynadı. Filmin ikinci bölümünde İzmirli bir pavyon şarkıcısına dönüştü. Biraz magazinel bir şekilde dile getirmek gerekirse, 'iddialı rolü için türban bile taktı'.

Bana göre (ki yönetmeni de her röportajında 'Bu film oyuncularım olmasaydı bir b.ka benzemezdi.' demeye getiriyor) "Vicdan"ın çok iyi bir film olmasında oyuncuların payı çok büyük gerçekten. Her ne kadar Tülin Özen'in oyunculuğu çok daha göz kamaştırıcı olsa da filmde, Nurgül Yeşilçay da harikalar yaratıyor. Özellikle ikilinin bir tecahül-ü arifler silsilesi olan havadan sudan muhabbet sahnesi... Sözleriyle değil, gözleriyle döküyorlar birbirlerine olan öfkelerini. Akademi Ödülleri'nde çok tartışılan "Hakeden mi, sırası gelen mi?" sorusunu ulusal platformda aklıma getirdi bu yıl Nurgül Yeşilçay'ın aldığı Altın Portakal Ödülü. Sırası çoktan gelmiş bir yetenek olarak, hakettiği bir rolle aldı ödülünü sanırım. Gecikmeli gelen altınına espriyle yaklaşarak "Bu muydu yani?" dedi ve Sezen Aksu'ya orada bulunmadığı için teşekkür etmeyi de ihmal etmedi. (2005 ve 2007'de festivalde sahneye çıkan Sezen Aksu'nun Nurgül Yeşilçay'ın oyunculuğunu övmesi ve iki yıl da ödül alamamasını buna bağlamasından sonra bu yıl ödülü aldığında yaptığı bu espri basında oldukça fazla yer aldı.)

Nurgül Yeşilçay, şu sıralar Yılmaz Erdoğan'ın yönettiği "Bağ Bozumu" adlı filmin çekimleri ile meşgul. Asi, gizemli ve seksi rollerde her zaman karşımıza çıkacağından emin ve mutluyum.