31 Aralık 2010

13. Uluslararası Randevu İstanbul Film Festivali'nin Ardından

13. dendiğine bakmayın. 24 - 30 Aralık tarihlerinde düzenlenen "Randevu İstanbul Film Festivali", bu adıyla ilk kez düzenleniyor TÜRSAK tarafından. Yılların Sinema-Tarih Buluşması; bu yıl daha kapsamlı ve bölümlere ayrılmış bir programla, Alkazar Sineması'nın kapanması nedeniyle yeni ve sayıca daha fazla salonlarıyla ve Fransız Kültür Merkezi'nin desteği nedeniyle midir bilinmez Fransızca bir adla karşımıza çıktı. Tüm bu yeniliklerin amacı, kuşkusuz yıllardır boş salonlara düzenlenen festivalin daha geniş bir kitleye yayılma kaygısıydı. Gittiğim 3 filmden gördüğüm kadarıyla bunu başarmışlar. Fakat bir anda bu kadar büyüyen bir organizasyonun altından, 13. kez bu festivali düzenliyor olmalarına rağmen kalkamadı TÜRSAK.

13. Randevu İstanbul Film Festivali, "Gala İstanbul", "Trans-Europe-Express", "Bağımsızlar", "Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması", "İnsan Hakları", "Yeni Dünya Günlükleri", "Yolları Çatallayan Bahçe" ve "Kısa Filmler" olmak üzere 8 bölümden oluşuyordu. Programda "127 Hours", "Love & Other Drugs", "Blue Valentine", "Sex, Drugs & Rock'n Roll" gibi merakla beklenen hit filmlerin de dahil olduğu 40'a yakın film gösterildi. Festivallerin yeni gözde mekanlarından Gmall sinemalarının da mekanlara dahil edilmesi sayesinde, bir de bilet fiyatları 4/5 TL gibi sudan değil ama koladan ucuza satılınca salonlar gayet doluydu. Festivalde, tümü Gmall'da olmak üzere 3 film izleme fırsatı buldum:

"127 Hours" - ABD (Yön: Danny Boyle): 2008'de Oscar'ını rüya gibi bir film olan "Slumdog Millionaire" ile kucaklayan İngiliz yönetmenin son filmi, gerçek bir hikayeye dayanıyor. 2000'li yılların başlarında Utah'taki bir kanyonda sıkışıp 127 saati oradan kurtulmaya çalışarak geçiren Aron Ralston'ın hikayesini anlatan filmde tek kişilik performansı ile James Franco çok büyük bir görevi başarıyla yerine getiriyor. "Slumdog Millionaire"de Chris Dickens'ın harika kurgusunun yerini, en az onun kadar iyi olan Jon Harris üstlenmiş. Görüntülerde ise hemen hemen tüm Danny Boyle filmlerinde olduğu gibi Anthony Dod Mantle var. Issız bir yerde tek başına kalan bir adamın hikayesinde konuşmanın azlığı ise harika müziklerle giderilmiş. Gerek soundtrack seçimi, gerekse A.R.Rahman'ın bestelediği orijinal müzikler filmin en önemli artılarından biri. 3 dalda Altın Küre adayı olan filmin, Oscarlarda da birkaç dalda adaylık yakalayacağı kesin.

"London Boulevard" - İngiltere (Yön: William Monahan): "The Departed", "Body of Lies" ve "Kingdom of Heaven" gibi filmlerin senaristi William Monahan; çok ilginç bir gangster hikayesine el atmış. Colin Farell ve Keira Knightley'i bir araya getiren Londra filmi; bolca silahların patladığı, absürd şiddet sahnelerinin bulunduğu ve çoğu zaman ciddiye alınamayacak denli komik olan bir kara hikayeyi anlatmaya çalışıyor. Filmin çoğu yandan kötü olduğunu söylemek ayıp olmayacaksa da; Ray Winstone'un oyunculuğunun, Eddie Marsan'ı görmenin ve Rolling Stones, Beatles ve Bob Dylan'ın da dahil olduğu harika soundtrack şarkıları dinlemenin verdiği keyif tartışılmaz.

"Blue Valentine" - ABD (Yön: Derek Cianfrance): Daha önce bir televizyon ve belgesel yönetmeni olan Cianfrance'ın ilk filmi, fazla dramatik bir aşk hikayesini anlatıyor. Ryan Gosling ve Michelle Williams'a birer Altın Küre adaylığı getiren film, oyunculuklar dışında beni hayal kırıklığına uğrattı. Artık Ryan Gosling etkisinden midir bilinmez, sanırım bir "Notebook" beklentisi içerisindeydim, olmadı.

Festivalin geneline dair olumsuz eleştirilere gelecek olursak... Programı açıklanacak denilen tarihte açıklanmayan, biletleri satışa çıkacak denilen tarihte satışa çıkmayan, internette bilet satışı olmayan, bununla da kalmayıp yalnızca filmin gösterildiği salondan bilet satışının yapıldığı, biletlerin fiziksel olarak "gelen" bir şey olduğu ve tüm salonlarda aynı anda satışa çıkmadığı, sosyal medyayı kullanamayan, Twitter'ı duyuru yapılacak bir yer sanıp günlük program yazan, altyazıları ise sanırım Google Translate ile çeviren bir festivaldi Randevu İstanbul Film Festivali. Cinebonus'un teknoloji ve sosyal medya konusundaki deneyimlerinden bir dahaki yıla daha çok faydalanmasını umuyoruz TÜRSAK'ın. Ya da ne biliyim, İKSV'ye ya da AFM'ye telefon açabilirler.

29 Aralık 2010

Mystery Jets!

Salon, 18 Aralık Cumartesi gecesi, sahnesinde indie-rock'ın en tatlı İngiliz gruplarından birini ağırladı. Fakat bununla da kalmadı, ufak çaplı bir talihsiz serüvenler dizisi ile de başa çıkmak zorunda kaldı. Mystery Jets, kısa ama oldukça tatmin edici bir performansla çıktı o gece karşımıza. Salon'un programında adlarını gördüğümde test amaçlı dinlemeye başladığım, tüm şarkılarını hatmettiğim ve bir günde aşık olduğum bu grubu canlı izlemek gerçekten çok zevkliydi.

Eel Pie Island, Londralı olan Mystery Jets, bas gitarist Henry Harrison, oğlu Blaine Harrison ve Blaine'in kankası William Rees tarafından 2004'te kuruldu. Kapil Trivedi ve Kai Fish'in de aralarına katılması ile bugünkü halini aldı. "You Can't Fool Me Dennis", "Two Doors Down" ve "Half in Love with Elizabeth" gibi hem eğlenceli, hem de kaliteli şarkılara imza atan grubun son albümü "Serotonin" Temmuz 2010'da çıktı. Bana ilk dinlediğim andan beri pozitif enerji yayması ve İngiliz oluşları ile Fratellis'i çağrıştıran grubun vokalisti Blaine Harrison'a olan sokakta-görsem-yanaklarını-sıkarım tavrımı ise açıklayamıyorum.

18 Aralık gecesi Salon, bir hayli doluydu. Yaş ortalaması düşük, nüfus fazlasıyla uluslararası, seyircinin moda anlayışı ve giyim kalitesi ise göz kamaştırıcıydı. Süper ortam vardı yani. Fakat grubun başlangıç saatinden yarım saat sonra halen sahnede olmayışı talihsiz olayların bir habercisiydi. Densiz bir seyircimiz (ya da Blaine'in sahneden sıkça sövdüğü üzere 'an asshole') mixer'in üzerine bira dökmek suretiyle hem bir gecikme yaşanmasına, hem de grubun ses sistemini tamamen kullanamayarak kısa bir performans sergilemesine neden olmuştu. Londra'daki hava şartları nedeniyle İstanbul'a gelemeyen bas gitarist de tüm bunların bonusuydu. Salon, ellerinden geldiğince kısa sürede bu krizi yönetmeyi başardı ve o şartlar altında üretilen geçici bir çözüme göre oldukça kaliteli bir konser izlememizi sağladı.

Grubun en sevdiğim şarkılarından "Half in Love with Elizabeth" ile başlayan, en sevdiğim şarkısı "Two Doors Down"u da içeren ve bissiz bir şekilde biterek bizi üzen, kısa ama öz bir setlist söz konusuydu. Ses düzeni ve bas gitarist eksikliği nedeniyle neredeyse akustik konser havasında geçen konsere damgasını vuran; kesinlikle Blaine Harrison'ın sıcak tavırları, seyirci ile sohbetleri, Türkçe konuşma çabaları ve "This is Efes. It's good stuff." diyerek yaşanan aksilikler için özür dileyip öndeki seyircilere bira dağıtması oldu. (Etkinliğin bir Phonem by Miller etkinliği olduğu düşünülürse biraz ilginç bir durum, evet.)

Mystery Jets, benim için yılın son konseri oldu. Her dakikasına değen, enerji dolu bir konser...

Fotoğraflar: İKSV, Ali Güler

15 Aralık 2010

2010 Golden Globe Adayları: Bölüm II - Televizyon

68. Golden Globe Ödülleri; drama dizisi, komedi dizisi ve minidizi/tv filmi kategorilerinde verilen ödüllerinin aday listelerine bakıldığında ise sürprizsiz ve heyecansız listeler ile karşılaşıyoruz. Öne çıkan tüm yapımlar 3'er adaylıkla eşi benzeri görülmemiş bir eşitliğe sahip gibiler. Bu duruma uymayan ve 5 adaylık elde ederek öne çıkan ise, geçtiğimiz yıl En İyi Komedi/Müzikal Dizisi dalındaki büyük ödülün sahibi olan "Glee".

Drama dizisi dallarında birkaç yeni dizinin adı geçerken, ülkemizde de çokça konuşulan "Boardwalk Empire", 3 adaylık alan dizilerden. Son 3 yılın kazananı -ve birçoğumuzun bu yüzden nefret ettiği- "Mad Men"in en büyük rakibi "Boardwalk Empire" olacakmış gibi görünüyor. Onun dışında 3'er adaylık elde eden diziler ise "Dexter", "Good Wife" ve "Mad Men". Komedi/müzikal dizisi dallarında ise "Glee"yi 3'er adaylıkla "30 Rock" ve Eylül'de ilk sezonu ile Emmy almayı başaran "Modern Family" izliyor. Bu dallarda adı geçen tek yeni dizi ise 2 adaylık ile "Big C". "How I Met Your Mother"a olan ilgisizliği ise yıllardır anlamış değilim. Minidizi/TV Filmi dallarında ise Emmy'lerin yıldızı "Pacific" yalnızca tek adaylık ile şaşırtıyor. (Bunun nedeni, Altın Küre Ödülleri'nin televizyon için teknik, yönetmenlik ve senaryo dallarında ödül dağıtmaması.) Bu dallarda 3'er adaylıkla Emmy'nin diğer yıldızı "Temple Grandin" ve yeni bir minidizi "Pillars of the Earth" göze çarpıyor.

Oyuncu listeleri gerçekten çok sıkıcı. Geçtiğimiz yılın listelerinden birkaç ismi çıkarıp, yerine yeni dizilerden birkaç kişi ile, Emmy alan birkaç kişiyi eklemişler gibi duruyor.

Tüm adaylar şöyle:

En İyi Dizi - Komedi/Müzikal
30 Rock / Big Bang Theory / Big C / Glee / Modern Family / Nurse Jackie

En İyi Dizi - Drama
Boardwalk Empire / Dexter / Good Wife / Mad Men / Walking Dead

En İyi Minidizi/TV Filmi
Carlos / Pacific / Pillars of the Earth / Temple Grandin / You Don't Know Jack

En İyi Erkek Oyuncu - Komedi/Müzikal
Alec Baldwin (30 Rock) / Steve Carell (Office) / Thomas Jane (Hung) / Matthew Morrison (Glee) / Jim Parsons (Big Bang Theory)

En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal
Toni Collette (United States of Tara) / Edie Falco (Nurse Jackie) / Tina Fey (30 Rock) / Laura Linney (Big C) / Lea Michele (Glee)

En İyi Erkek Oyuncu - Drama
Steve Buscemi (Boardwalk Empire) / Bryan Cranston (Breaking Bad) / Michael C. Hall (Dexter) / Jon Hamm (Mad Men) / Hugh Laurie (House)

En İyi Kadın Oyuncu - Drama
Julianne Margulies (Good Wife) / Elisabeth Moss (Mad Men) / Piper Perabo (Covert Affairs) / Katey Sagal (Sons of Anarchy) / Kyra Sedgwick (Closer)

En İyi Erkek Oyuncu - Minidizi/TV Filmi
Idris Elba (Luther) / Ian McShane (Pillars of the Earth) / Al Pacino (You Don't Know Jack) / Dennis Quaid (Special Relationship) / Edgar Ramirez (Carlos)

En İyi Kadın Oyuncu - Minidizi/TV Filmi
Hayley Atwell (Pillars of the Earth) / Claire Danes (Temple Grandin) / Judi Dench (Return to Cranford) / Romola Garai (Emma) / Jennifer Love Hewitt (Client List)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Scott Caan (Hawaii Five-O) / Chris Colfer (Glee) / Chris Noth (Good Wife) / Eric Stonestreet (Modern Family) / David Strathairn (Temple Grandin)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Hope Davis (Special Relationship) / Jane Lynch (Glee) / Kelly MacDonald (Boardwalk Empire) / Julie Stiles (Dexter) / Sofia Vergara (Modern Family)

2010 Golden Globe Adayları: Bölüm I - Sinema

68. Golden Globe Ödülleri'nin adayları, HFPA (Hollywood Foreign Press Association) tarafından bugün açıklandı. Sinema kategorilerinde, her zaman olduğu gibi, yine birçoğunu henüz ülkemizde izleme fırsatı bulamadığımız filmler öne çıkıyor. Altın Küre Ödülleri aday listesine bu yıl 7 adaylıkla "King's Speech" damgasını vuruyor. Onu 6'şar adaylık ile "Social Network" ve "Fighter" izliyor. Komedi/Müzikal kategorisinde değerlendirilen filmlerde ise 4 adaylık ile "Kids Are All Right" öne çıkıyor. Coen Kardeşler'in son filmi "True Grit" ise sanırım oylamaya dahil olmamış - çünkü son haftalarda açıklanan birçok ödül/aday listesinde çokça adı geçiyordu filmin. Darren Aronofsky imzalı "Black Swan" BFCA listesinde en fazla adaylığa sahip film olsa da, teknik kategorilerin olmadığı Altın Küre Ödülleri listesinde 4 adaylıkta kalmış. Yılın fenomeni "Inception" da 4 adaylığa sahip. (Christopher Nolan, hem yönetmen, hem senarist olarak çifte adaylığa sahip.) En İyi Animasyon kategorisi, bu yıl Akademi kuralları gereği 3 adaylıkta kalacak olsa da, kuralsız HFPA 5 filmi aday göstermiş.

Bir Altın Küre geleneği olarak sıkça rastlanılan durumun aksine, yalnızca bir oyuncunun çifte adaylığı bulunuyor: Johnny Depp, her ikisi de Komedi/Müzikal kategorisinde "Alice in Wonderland" ve "Tourist" ile iki adaylığa sahip. Diğer yandan Altın Küreler'in popüler oyuncu fetişi Johnny Depp ile sınırlı kalmamış: Angelina Jolie'nin "Tourist"teki vasat oyunculuğu aday gösterilirken, "Wall Street: Money Never Sleeps" ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde aday gösterilen Michael Douglas'ın listedeki varlığı şaşırtıcı.

"127 Hours"ın En İyi Film, Mark Ruffalo'nun En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, "How to Train Your Dragon"ın En İyi Orijinal Müzik ve "Toy Story 3"ün En İyi Orijinal Şarkı kategorilerindeki yokluğu üzücü. En İyi Yabancı Film kategorisinde "Le Concert"i görmeyi ise hiç beklemiyordum açıkçası. Susanne Bier imzalı "Hævnen" ise merakla beklediğim bir Nordic film olarak listeden bana bakarak gözlerimin dolmasına neden oldu.

Tüm adaylar şöyle:

En İyi Film - Drama
Black Swan / Fighter / Inception / King's Speech / Social Network
En İyi Film - Komedi/Müzikal
Alice in Wonderland / Burlesque / Kids Are All Right / RED / Tourist
En İyi Yönetmen
Darren Aronofsky (Black Swan) / David Fincher (Social Network) / Tom Hoooper (King's Speech) / Christopher Nolan (Inception) / David O. Russell (Fighter)
En İyi Erkek Oyuncu - Drama
Jesse Eisenberg (Social Network) / Colin Firth (King's Speech) / James Franco (127 Hours) / Ryan Gosling (Blue Valentine) / Mark Wahlberg (Fighter)
En İyi Kadın Oyuncu - Drama
Halle Berry (Frankie and Alice) / Nicole Kidman (Rabbit Hole) / Jennifer Lawrence (Winter's Bone) / Natalie Portman (Black Swan) / Michelle Williams (Blue Valentine)
En İyi Erkek Oyuncu - Komedi/Müzikal
Johnny Depp (Alice in Wonderland) / Johnny Depp (Tourist) / Paul Giamatti (Barney's Version) / Jake Gyllenhaal (Love and Other Drugs) / Kevin Spacey (Casino Jack)
En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal
Annette Bening (Kids Are All Right) / Anne Hathaway (Love and Other Drugs) / Angelina Jolie (Tourist) / Julianne Moore (Kids Are All Right) / Emma Stone (Easy A)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Christian Bale (Fighter) / Michael Douglas (Wall Street: Money Never Sleeps) / Andrew Garfield (Social Network) / Jeremy Renner (Town) / Geoffrey Rush (King's Speech)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Amy Adams (Fighter) / Helena Bonham Carter (King's Speech) / Mila Kunis (Black Swan) / Melissa Leo (Fighter) / Jackie Weaver (Animal Kingdom)
En İyi Senaryo
127 Hours / Inception / Kids Are All Right / King's Speech / Social Network
En İyi Yabancı Film
Biutiful (Meksika) / Concert (Fransa) / Edge (Rusya) / I Am Love (İtalya) / In a Better World (Danimarka)
En İyi Animasyon
Despicable Me / How to Train Your Dragon / Illusionist / Tangled / Toy Story 3
En İyi Orijinal Müzik
Alexandre Desplat (King's Speech) / Danny Elfman (Alice in Wonderland) / A.R. Rahman (127 Hours) / Trent Reznor & Atticus Ross (Social Network) / Hans Zimmer (Inception)
En İyi Orijinal Şarkı
"Bound to You" (Burlesque) / "You Haven't Seen the Last of Me" (Burlesque) / "There's a Place for Us" (Chronicles of Narnia: The Voyage of the Dawn Treader) / "Coming Home" (Country Strong) / "I See the Light" (Tangled)

12 Aralık 2010

2010'da Ne Dinledim: Yılın En İyi Albümleri

Bir yılın daha sonuna gelirkene, bir kişisel ve subjektif ötesi listeyle daha karşınızdayım. 2010'da en çok dinlediğim ve en çok sevdiğim ve en çok beğendiğim ve en çok ezberlediğim albümler bulunuyor bu listede. Fakat alışıldığın aksine bu kez 5 yerli ve 5 yabancı albüm değil, 4 yabancı ve 6 yerli albümden bir liste oluşturabildim. Özellikle Rufus Wainwright ve Sufjan Stevens'ın yeni albümlerinin bende yarattığı hayal kırıklığının bu kararda etkili olduğunu belirtir ve sizi tavsiyelerimle başbaşa bırakırım:

YABANCI LİSTE
1. Prepare the Preparations - Ludo:
Favori Şarkılar: Too Tired to Wink, Whipped Cream, Rotten Town, Battle Cry, Safe in Dark

2. Almost Alice - Various Artists:
Favori Şarkılar: Her Name Is Alice, White Rabbit, Lobster Quadrille

3. Handmade - Hindi Zahra:
Favori Şarkılar: Beautiful Tango, Stand Up, Fascination

4.Joy to the World - Pink Martini:
Favori Şarkılar: Shchedryk, Silent Night, Ocho Kandelikas

YERLİ LİSTE
1. Masumiyetin Ziyan Olmaz - Mor ve Ötesi:
Favori Şarklar: Araf, Kara Kutu, Yorma Kendini, Camgezer, Bisiklet

2. Pis - Athena:
Favori Şarkılar: Serseri Mayın, Pis, Delik Deşik, Tersine

3. Kırık Kalpler Durağında - Candan Erçetin:
Favori Şarkılar: Git, Bahar, Yalvaramam

4. M.S.05.03.2010 - Gripin:
Favori Şarkılar: Gözyaşlarım Değil Onlar, Beş, Sal Sensizliğini Üstüme

5. Sahip - Kurban:
Favori Şarkılar: İfrit, Son Emir, Yobaz

6. Rangarenk - Sertab Erener:
Favori Şarkılar: Bir Varmışım Bir Yokmuşum, İstanbul, Bir Damla Gözlerimde

2009'un En İyi 10 Kamera Arkası İnsanı

1. Kathryn Bigelow - Yönetmen (Hurt Locker): Akademi tarihinin Oscar sahibi olan ilk kadın yönetmeni olması, yarattığı eserin önüne geçen Bigelow -ya da en magazinselinden James Cameron'ın eski karısı- yıl boyunca Amerikan propagandası yapmakla, savaş yanlısı olmakla, hatta yalnızca kadın olmakla suçlandı. Ama "Hurt Locker", savaş psikolojisini çok iyi analiz edişiyle yılın en iyi filmlerinden olmayı hak eden bir yapımdı bence. Filmdeki birçok seçimi ile de Bigelow, yılın en iyi yönetmeniydi benim gözümde de. (Oscar, En İyi Yönetmen Ödülü; Altın Küre, En İyi Yönetmen Adayı)

2. Quentin Tarantino - Yönetmen/Senarist (Inglourious Basterds): Yarattığı referans sineması dünyasında emin adımlarla ilerleyen, milyonlarca hayranı olan çılgın bir yönetmen Tarantino. Birbirinden renkli ve ilginç karakterleri, harika senaryosu, yarattığı atmosferi, oyuncu seçimi, müzikleri; kısacası her şeyi ile "Inglourious Basterds", yılın en iyi filmlerindendi. Hem yönetmen, hem de senarist olarak Quentin Tarantino; pek bir ödül alamamış olsa da, 2009'da hem hayranlarına mükemmel bir film armağan etmiş, hem de dünyaya Christoph Waltz gibi bir adamı kazandırmış oldu bu son filmi ile. (Oscar, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Orijinal Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı)

3. Xavier Dolan - Yönetmen/Senarist (J'ai tué ma mère): 20 yaşında ülkesinin Akademi'ye yolladığı filme imza atan, 2 yılda çektiği 2 filmle Cannes Film Festivali'ne 2 yıl üst üste katılan, 17 ödül sahibi bir efsane. İlk filmi "J'ai tué ma mère"i hem yazan, hem yöneten, hem de başrolünde oynayan Dolan, 2009'un sinema tarihine en büyük katkısı. Yarı-otobiyografik filminde sancılı bir anne-oğul ilişkisine odaklanan Xavier Dolan için, pek bir şeyi beğenmeyen Uygar Şirin bile bakın ne diyor Sinema'nın Kasım 2010 sayısında: "Annemi Öldürdüm'e getireceğiniz her olumsuz eleştiri; senarist, yönetmen ve oyuncu Xavier Dolan'ın bu filmi 18-19 yaşında yapmış olması gerçeğine toslayabilir."

4. James Cameron - Yönetmen (Avatar): 90'lı yılların birçok efsane filminn altında imzası olan ve 11 Oscarlı "Titanic" (1997) ile kendini "Dünyanın Kralı" ilan eden James Cameron, yıllar süren teknik çalışmalar sonucunda sinema tarihi için bir dönüm noktası niteliğindeki "Avatar"ı çekti 2009'da. Baştan sona -bizzat yönetmen ve ekibinin icadı- 3D kameralar ile çekilmiş ilk uzun metraj kurmaca film olma özelliği taşıyan "Avatar", her ne kadar yıllardır izlediğimiz 'Pocahontas' hikayelerinden birini anlatan zayıf bir senaryoya sahip olsa da, teknik anlamdaki başarısı ile yönetmenin aldığı tüm takdirleri hak ettiğini kanıtlıyor. (Altın Küre, En İyi Yönetmen Ödülü; Oscar, En İyi Yönetmen Adayı)

5. Duncan Jones - Yönetmen (Moon): David Bowie'nin oğlu Duncan Jones, ilk sinema filminde bilimkurgu türünün en minimalist örneklerinden birine imza attı 2009'da. Baş ve tek roldeki Sam Rockwell'in oyunculuk yeteneğinin ve yapım tasarımı ekibinin başarısının da katkısıyla; tek mekan ve tek kişiyi izlediğimiz süre boyunca sıkılmadan bizi perde karşısında oturtmayı başardı. BAFTA tarafından En İyi İlk Film Ödülü'ne layık görülen Jones, şu sıralar ikinci filmi "Source Code" ile meşgul. Merakla bekliyoruz...

6. Tom Ford - Yönetmen (A Single Man): Moda dünyasının ünlü isimlerinden Tom Ford, ilk filmi "A Single Man" ile dokunaklı bir günün hikayesine odaklandı ve her haliyle bir modacının elinden çıktığı belli olan bir eser sundu bizlere. Görselliği, renklerin kullanımı, oyuncuların fiziksel kusursuzluğu, kostümlerin şıklığı ve daha bir çok özelliği ile yılın en görsel filmlerindendi "A Single Man". Ford, herhangi bir ödüle layık görülmese de; film başrol oyuncusu Colin Firth ile yıl boyunca göz önünde olmayı başardı.

7. Scott Neustadter & Michael H. Weber - Senarist ((500) Days of Summer): Klişeleri tersine çevirerek anlatan bir hikaye, sığ olmayan karakterler, müziği içine çekmiş bir senaryo, güzel yazılmış espriler, daha güzel düşünülmüş detaylar, harika kurulmuş cümleler... Eğer film vizyona girdikten 1.5 yıl sonra bile insanlar halen Summer'a sövebiliyorlarsa, halen filmin müzikleri çaldığında akıllarımızda o sahneler oynamaya başlıyorsa; bu filmin senaryosunun ne kadar başarılı olduğunun kanıtıdır. "The following is a work of fiction. Any resemblance to persons living or dead is purely coincidental. - Especially you Jenny Beckman. - Bitch."


8. Dion Beebe - Görüntü Yönetmeni (Nine): Rob Marshall'ın "Chicago" sonrasında yok-yok oyuncu kadrosuna rağmen tutmayan üçüncü filmi ve ikinci müzikali "Nine"ın, belki de en iyi yanıydı görüntüleri. Işığı ustaca kullanan Dion Beebe ise, filmin vasatlığı altında unutulanlardan biri olarak hak ettiği övgüye layık görülmedi.

9. Anthony Dod Mantle - Görüntü Yönetmeni (Antichrist): Kuzey Avrupa'nın çılgın yönetmenlerinden Lars von Trier'in rahatsız edici derecede rahatsız edici filmi "Antichrist", henüz açılış sahnesindeki 'Lascia ch'io pianga' aryası eşliğindeki görüntüleri ile büyülemeyi başarıyordu seyirciyi. Film çığrından çıktıkça görüntüler, çekimler, renkler daha da önem kazanıyor; izlenilen şey ne kadar huzursuzluk yaratsa da insan bakmaktan alamıyordu kendini.

10. Sarah Greenwood & Katie Spencer - Sanat Yönetmeni ve Set Dekoratörü (Sherlock Holmes): Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes'ten bir İngiliz süperkahramanı yarattığı yorumu, geçtiğimiz yılın en başarılı popüler yapımlarından biriydi. Filmin setleri ise dönemi çok iyi yansıtıyordu. Özellikle tersane sahnesinde büyüleyici bir iş çıkaran; filmin her anında müzikler ve kostüm ile de çok iyi desteklenerek bizi yıllar öncesinin Londrası'na götüren Greenwood ve Spencer, ne yazık ki "Avatar"ın bilgisayar yapımı setlerine yenik düşmüştü. (Oscar, En İyi Sanat Yönetimi Adayı)

9 Aralık 2010

En İyi Filmler: 2009

Film afişleri, müzikleri ve oyuncularından sonra sıra en iyi filmlerine geldi 2009'un. Popüler-bağımsız-stüdyodraması-müzikal-yabancıfilm ayrımı gözetmeksizin seyrettiğim 2008 yapımı 140'a yakın film arasından kişisel bir "En İyi 10" listesi var aşağıda. Çok iyi filmler dışarıda kalmış olsa da... (Yine, alfabetik sırada)

Yön: Marc Webb
Senaryo: Scott Neustadter, Michael H. Weber
Oyuncular: Zooey Deschanel, Joseph Gordon-Levitt, Geoffrey Arend
(Altın Küre, En İyi Film - Komedi/Müzikal Adayı)

Avatar (ABD)
Yön: James Cameron
Senaryo: James Cameron
Oyuncular: Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Stephan Lang, Michelle Rodriguez, Giovanni Ribisi
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı; Altın Küre En İyi Film - Drama Ödülü, En İyi Yönetmen Ödülü)

Yön: Sam Mendes
Senaryo: Dave Eggers, Vendela Vida
Oyuncular: John Krasinski, Maya Rudolph, Allison Janney, Maggie Gyllenhaal, Catherine O'Hara, Jeff Daniels, Carmen Ejogo

Yön: Neill Blomkamp
Senaryo: Neill Blomkamp, Terri Tatchell
Oyuncular: Sharlto Copley, David James, Jason Cope
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Uyarlama Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Senaryo Adayı)


Yön: Kathryn Bigelow
Senaryo: Mark Boal
Oyuncular: Jeremy Renner, Anthony Mackie, Brian Geraghty, Guy Pearce, Ralph Fiennes, David Morse
(Oscar, En İyi Film Ödülü, En İyi Yönetmen Ödülü, En İyi Orijinal Senaryo Ödülü; Altın Küre, En İyi Film - Drama Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı)


Yön: Quentin Tarantino
Senaryo: Quentin Tarantino
Oyuncular: Brad Pitt, Diane Kruger, Eli Roth, Mélanie Laurent, Christoph Waltz, Daniel Brühl, Michael Fassbender
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Orijinal Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Film - Drama Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı)


Yön: Xavier Dolan
Senaryo: Xavier Dolan
Oyuncular: Xavier Dolan, Anne Dorval, François Arnaud


Yön: Yeşim Ustaoğlu
Senaryo: Yeşim Ustaoğlu
Oyuncular: Tsilla Chelton, Onur Ünsal, Derya Alabora, Övül Avkıran, Osman Sonant
(Yeşilçam, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı; SİYAD, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Senaryo Adayı)


Yön: Jason Reitman
Senaryo: Jason Reitman, Sheldon Turner
Oyuncular: George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick, Jason Bateman
(Oscar, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı, En İyi Uyarlama Senaryo Adayı; Altın Küre, En İyi Senaryo Ödülü, En İyi Film - Drama Adayı, En İyi Yönetmen Adayı)


Vavien (Türkiye)
Yön: Yağmur Taylan, Durul Taylan
Senaryo: Engin Günaydın
Oyuncular: Engin Günaydın, Binnur Kaya, Settar Tanrıöğen, İlker Aksum, Serra Yılmaz
(Yeşilçam, En İyi Senaryo Ödülü, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı; SİYAD, En İyi Senaryo Ödülü, En İyi Film Adayı, En İyi Yönetmen Adayı)

8 Aralık 2010

Pink Floyd Balesi'nin Ardından

Konuk Yazar: Ezgi Arıduru

La Scala Tiyatrosu Bale Topluluğu
25 Kasım 2010, İstanbul


Psychedelic müziğin kaçınılmaz bir görsel yanı var. Bu, görsellik ve müziğin sıkça birlikte bulunmasından mı yoksa gerçekten zihnin imgelerinin müzikle dışa vurulduğu bir tür olmasından mı kaynaklanıyor emin değilim. Her şekilde bir Pink Floyd parçası zihinde ses titreşimi olduğu kadar ışık titreşimi olarak da beliriyor; bu niteliğiyle daha etkileyici, daha çarpıcı hale geliyor.

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da dört günde beş temsil yapan Pink Floyd Balesi bu savın bir sağlamasıydı. Pink Floyd’un müziğinin görselliğe yatkınlığını sezen bir aklın, pek çok açıdan iyi düşünülmüş ve son derece iyi uygulanmış gösterisi kalabalık bir dansçı ekibine sahipti. Repertuvarında pek çok klasik bale ve opera yapıtı bulunan bir topluluğun “farklı” bir iş yapması ayrıca bir keyif, aynı zamanda da gösterinin artılarından biriydi.

Gerçekten de Pink Floyd’un çok bilindik parçalarının yanısıra daha az bilinen beste ve yorumlarına da yer veren gösteri beklenebileceğin aksine tam anlamıyla bir çağdaş dans koreografisi içinde düzenlenmemişti. Dansçıların çağdaş dansa yatkınlıkları kadar klasik tekniğe hakimiyetlerini ve kondisyonlarını gösterebilecekleri, ne birine ne diğerine üstünlük atfetmeyen dengeli bir dil hakimdi. Koreografi bu anlamda senfonik rock tanımının ikiliğini de yansılıyordu. Senfonik müziğin geleneksel birikimi ile rock müziğinin yenilikçi ve sınır tanımaz niteliğine uygun olarak klasik figürlerin sınırlarının zorlandığı ya da aynı kompozisyon içinde birbirinden farklı ekollerde beden hallerinin bulunduğu anlar vardı.

Sahnedeki bu çok seslilik gösterinin en övülmeye değer niteliklerinden birini oluşturuyordu. Tıpkı müziğin katmanları gibi sahne de geçişli pek çok kareden oluşuyor, bunlar kimi zaman birbirleri içine akarken kimi zaman son derece ayrık ve bağımsız kalabiliyorlardı. Bu bir araya gelme ve dağılma, birleşme ve kopma, bütün ve parça ikiliği, dinamizmi daima yüksek tutuyordu.


Yalın kostümler ve yok dekor yerini ışık ve renk kullanımına bırakmıştı. Işığın ve rengin çerçevesinde bedenler tek başlarına ya da birlikte devinerek beden olmanın ötesinde forma dönüşüyorlardı. O kadar ki sahnede Pink Floyd’un müziğiyle esrik bir transa girmiş hoş bir sanrıyı izlediğinizi düşünebilirdiniz rahatlıkla. Birkaç bedenin oluşturduğu figürlerin dönüşüp değişmesi, birbirlerinin içine geçip dağılması, yeniden hep birlikte bu kez kütlesel bir yapı oluşturup devinmeleri müziğin de vurgusu ile tipik, akışkan, fraktal psychedelic bir görselliği yansıtıyordu. Aynı bağlamda, yineleme ve form ilişkisiyle gelen, bedenlerin motiflere dönüştüğü anlar heyecan vericiydi. Özellikle klasik baleden aşina olduğumuz “sakin” anlarda beliren, saçma gereksizlikleriyle motif serileri yine bu trans duygusunu pekiştiriyordu. Bu haliyle, gösterinin yalnızca Pink Floyd bestelerinin üzerine bir koreografi oturtmaktan öteye geçtiğini, kavramsal bir yapı oluşturmayı başardığını söylemek mümkün.

Bir yandan da içerikteki bu bütünselliği programa yansıtamamış olmaları beklenmedikti. Parçalar arasındaki geçişsizlik akıcılığı zedeliyor, izleyiciyi ister istemez akıp gitmekte olan transından çıkmaya zorluyordu. Bu anlamıyla gösteri sıkı bir konser duygusundan çok, bir albüm kaydının kaçınılmaz yabancılaştırıcı etkisini taşıyordu. Finalden az önce gelen Run Like Hell yorumunun MJ koreografisi (Michael Jackson da deseniz olur Mick Jagger da) ise salonu zirveye taşıyarak kapanışa hazırladı hazırlamasına ama gösterinin geriye kalanına iğreti durmaktan da kaçınamadı.

Gelgelelim ayrıntıları bir yana bırakıp bütüne bakınca her anlamda doyurucu bir işle karşı karşıya olduğumuzu yadsımak haksızlık olur. İzleyicinin nabzını tutmak da bu gösterinin başarılarından biriydi kuşkusuz. Bana tribünlere oynamak gibi gelse de salonu ayağa kaldırmayı başardıklarına ve alkıştan perde kapatamadıklarına göre, tarihi neredeyse 250 yıl öncesine giden bu kumpanya çağdaşın da Pink Floyd’un da hakkını teslim etmişti. Üstelik tüm gösteride en sevdiğim bölümü bis parçası olarak yineleyerek bir kez daha ayık kafamla denizşakayıklarına dönüşen kurbağalar görmemi sağlamaları da cabası.

5 Aralık 2010

Kuzeyden, Bölüm III: Nationalmuseum, Stockholm

Stockholm'ün kanalları kıyısındaki, saray manzaralı Blasieholmen, bugün Modern Sanat Müzesi başta olmak üzere birçok müzenin bulunduğu Skeppsholmen ve küçük Kastellholmen Adaları'na geçiş sağlıyor. Bölgenin en uç noktasında ise Rönesans saraylarını anımsatan görkemli bir bina yükseliyor. 1866'da tamamlanan, Alman mimar August Stüler'in imzasını taşıyan bu bina, Stockholm'ün en büyük müzelerinden biri: Nationalmuseum. İsveç'in en geniş sanat koleksiyonuna, İskandinavya'nın en geniş porselen koleksiyonuna ve toplamda 500,000'e yakın esere sahip bir müze...

Nationalmuseum Koleksiyonu; Baskılar ve Çizimler, Uygulamalı Sanat ve Tasarım, Resim ve Heykel olmak üzere üç ayrı bölüme ayrılmış. Baskı ve Çizimler ilgimi çekmediğinden gezmedim ve yorum yapamıyorum. Tasarım kısmı ise, İsveç denilince akla gelen o yaratıcı zekanın ürünü birbirinden güzel tasarımların mabedi gib.. olması gerekirken, değil. Çünkü koleksiyonda gördüklerimizin hepsi, yaklaşık 50-100 yıl önce yapılmış tasarımlar olduğundan; şu anda hepsinin daha gelişmişini ortalama bir IKEA mağazasında bulmak mümkün. Tabii her şeyin başlangıç noktasına tanık olmayanlar için görülesi. (Diğer yandan sergi düzeni bakımından semt pazarlarından farkı yok. "Ne alırsan 1 Milyon" ibaresini gözlerim aramadı değil.)

Resim ve Heykel Koleksiyonu ise 18-19. yy İsveç, 17-18. yy Fransız, 17. yy Hollanda ve İkonalar başlıkları ile dört ana bölüme ayrılmış. 17-18 yy Fransız sanatı denilince, tabii ki akla Empresyonizm geliyor. Müzenin koleksiyonunda Cézanne, Degas, Gaugain, Manet, Monet, Pisarro, Renoir ve Sisley gibi, akımın en büyük ustalarının eserleri mevcut. 17. yy Hollandası denilince ise tabii ki Rembrandt demek yetiyor.

18. ve 19. yüzyıl İsveç Sanatı ise müzenin hemen hemen tek beğendiğim yanıydı. (Evet evet, ayrı bir Empresyonizm kısmı olmasına rağmen) Nordic Kültürü'nü, o soğukluğu, o durgunluğu ve o melankoliyi yansıtan tablolar; o ışık kullanımı, baştan çıkarıcı olmasa da hafif büyüleyici bir etkiye sahipti. 18. yüzyıl İsveç'inin sembollerinden biri haline gelmiş olan Alexander Roslin imzalı portre "The Lady with the Veil (The Artist's Wife)" (1769) ve türevleri dönemin diğer Avrupa akımlarından fazlaca esintiler taşısa da; başta favorim Eugene Jansson'un "Sunrise over the Rooftops"ı (1903) olmak üzere; Karl Nordstrom ve Carl Wilhelmson eserleri oldukça 'kuzeyden' ve ilgi çekiciydi.

Zevkler zamanla ve birikimle değişen şeylermiş, Nationalmuseum bana bunu öğretti. Geçmişte, küçük yaşlarda gezdiğim Avrupa müzelerinde metrelerce uzunluktaki yağlıboya tabloları ve karanlık galerileri ağzım açık kalarak izlediğim günler çok geride kalmış. Hele ki "Moderna Museet" gibi bir modern sanat tapınağından çıkıp bu karanlık galeriyi gezince, boğuluyorum zannettim. Empresyonizm bile karanlık, cilalı mermerler bile kirli gözüktü gözüme. Kısacası derim ki, "Nationalmuseum" güzel ve zengin bir müze. Ama modern sanata olan sevginiz, klasik sanata olanı aşıyorsa; sizin yeriniz karşıki ada.

Sırada: Malmö

29 Kasım 2010

Kuzeyden, Bölüm II: Moderna-Utställningen


Stockholm'ün hayran kaldığım modern sanat müzesi Moderna Museet'in 2 Ekim 2010 - 9 Ocak 2011 tarihleri arasında evsahipliği yaptığı sergi, "Moderna-Utställningen" (The Moderna Exhibition), çağdaş İsveç sanatının en iyi örneklerini bir araya getirmişti. Müzenin, ilkini 2006'da düzenlediği ve bundan böyle geleneksel olarak 4 yılda bir düzenleyeceği serginin bu ikincisinde; aralarında İsveç'te yaşayan uluslararası ve yabancı ülkelerde yaşayan İsveçli sanatçıların da bulunduğu toplam 54 sanatçının eserleri sergileniyor.

Sergi eserlerinin yanısıra gerek küratörü Fredrik Liev'in yerinde seçimleriyle, gerekse (ücretsiz dağıtılan) 180 sayfayı aşan muazzam kataloğu ile de sanatseverlerin gözlerini kamaştıracak nitelikte. Serginin sorduğu "What is the role of contemporary artist? Is it even possible to talk about 'Swedish contemporary art' in an increasingly globalised world? And if so, what does it mean?"* soruları ise modern sanatın globalleşen dünya ile birlikte gelmeye başladığı noktayı sorgulaması açısından dikkat çekici.


Sergilenen fotoğraflardan enstalasyonlara, tablolardan videolara birçok eser arasından özellikle üçü dikkatimi çekti. Tuvallere 2007'den bu yana sürekli dev çikolatalar boyayan Viktor Kopp; çikolata ve kapılar, gerçek ve gerçekdışı arasında gidip gelmenizi sağlıyor. (Yanda "Choklad" (2009)) Olav Westphalen imzalı (yukarıda) "Drums" (2010), iki renkli petrol varili ve onlardan sızan petrolden oluşan bir pop-art heykel. Westphalen, modern çağın başarısızlıklarına petrol referansı ile değinmekle kalmamış; heykelini petrol ile aynı elementten gelen elmas reklamları çizimleri ile de tamamlamış. (DeBeers (2010), Cartier (2010)). Son olarak, bence sergideki en etkileyici eser olan Runo Lagomarsino'nun enstalasyonu "Las Casas Is Not a Home" (2008-2010)... Bir duvar boyunca uzanan raflar, rafların üzerinde onlarca farklı obje, objelerin üzerinde yazılar, rafların arasındaki çerçevelerde fotoğraflar. Kültürlerin yok edilmesi, kolonizasyon, asimilasyon, farklı olanın dışlanması/küçümsenmesi gibi birçok konuda sembolik anlamlar taşıyan obje ve metinler ile büyük laflar etmiş sanatçı. Hele metinler arasında öyle ikisi vardı ki, hem yüzümde bir gülümsemeye hem de kafamda bolca düşünceye neden oldu: "Geometry is hope."** ve "If you don't know what the South is, it's simply beacuse you are from the North."***

2014'teki sergide yine Stockholm'ü ziyaret eder miyim bilinmez, fakat Moderna-Utställningen sayesinde karşılaştığım bu 3 sanatçıyı çoktan bir köşeye not ettim bile.

Sırada: Nationalmuseum, Stockholm

*"Çağdaş sanatçının görevi nedir? Hem zaten gittikçe globalleşen bir dünyada 'İsveç çağdaş sanatı'ndan bahsetmek mümkün müdür? Mümkünse, ne anlama gelmektedir?" / **"Geometri umuttur." / ***"Eğer Güney'in ne olduğunu bilmiyorsanız, bu Kuzey'den olduğunuz içindir."