1965 doğumlu, tiyatro kökenli İngiliz yönetmen Sam Mendes, belki de sinema tarihinin en başarılı 'ilk film'lerinden birine imza atmıştı 1999 yılında. Tiyatro oyunları ve iki televizyon filminden sonra, dünya çapında yere göğe sığdırılamayan ilk filmi "American Beauty" ve sonrasında 3 yılda bir, farklı türlerde ve farklı atmosferlerde olsa da benzer mesajlar vermeye çalışan filmler çekerek sağlam adımlar attı yönetmen. 2008 tarihli "Revolutionary Road" sonrasında ise sevenlerini fazla bekletmeyerek sımsıcak bir yol filmi olan "Away We Go" ile karşımıza çıktı 2009'da.
90'lı yılların sonunda "Ice Storm", "Pleasantville" ve "Truman Show" gibi filmler ile yükselişe geçen banliyö yaşamını merkeze alan bağımsız filmler silsilesine katılarak çekti ilk filmi "American Beauty"i Sam Mendes. Üstelik bir İngiliz olarak, Amerikan banliyö hayatını bu kadar iyi anlatan, analiz eden bir filme imza atması başarısını daha da önemli kılıyordu. 2000'li yıllarda "Six Feet Under" ve "True Blood" gibi kalburüstü televizyon yapımlarına imza atacak olan Alan Ball'un senaryosunu yazdığı "American Beauty"nin kadrosunda ise Kevin Spacey, Annette Bening, Chris Cooper, Thora Birch ve Mena Suvari gibi oyuncular yer almaktaydı. "look closer." kadar basit bir tagline'a sahipti film. Ve gerçekten de, sistemin insanlara dayattığı 'ambalaja önem vermek' normuna çomak sokuyor, daha dikkatli bakıldığında görülebilecek şeylere önem verilmesi gerektiğini savunuyordu. Marquez'in "Kırmızı Pazartesi" romanı gibi, filmin daha en başında öğreniyorduk ana karakterin ölümünün hikayesini izleyeceğimizi. Ve bu bilinirliğe rağmen gerek karakterleri, gerek görüntüleri, gerekse hikayesiyle etkileyici bir filmdi "American Beauty".
"American Beauty" ile Sam Mendes, ilk filmi ile ilk Oscar'ını kazanmakla kalmadı; film aday olduğu 8 dalın 5'i ile Oscar kazandı o yıl. (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Orijinal Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni). Altın Küre, BAFTA, BFCA, DGA, PGA ve WGA Ödülleri'nden toplam 18 ödül kazandı.
Bu kadar sağlam bir çıkış yapan Mendes, bu başarıya güvenip ticari kaygılarla hemen vasat bir ikinci film çekmek hatasına düşmeyerek, 3 yıl bekledi. 2002 yılında, Tom Hanks, Paul Newman, Daniel Craig ve Jude Law gibi oyuncuları buluşturan bir gangster filmi "Road to Perdition" ile karşımıza çıktı. Film, Büyük Buhran yıllarının ABD'sinde, İrlandalı bir gangster ailesine odaklanıyor, aile ilişkilerini karanlık bir boyutta inceliyordu. Çizgi roman uyarlaması olan film, "American Beauty" kadar olmasa da beğeni ile karşılandı ve 2003'teki ölümünden sonra Conrad L. Hall'a En İyi Görüntü yönetmeni Oscarı'nı kazandırdı.
Sam Mendes, 2003 yılında ünlü oyuncu Kate Winslet ile evlenerek magazin dünyasında da adını duyurdu. Şu günlerde ayrılık haberleri duyulan ikili, 6 yıl boyunca hiçbir zaman gözler önünde olmayan, mütevazı bir beraberlik yaşadılar. Bir çocukları oldu. Mendes'in, eşi Winslet'i bir dönem filminde oynatması gerektiği ve bunu yapacağı dedikoduları evlendikleri anda başlamıştı, fakat bunun için Mendes'in 6 yıl beklemesi gerekecekti. Çünkü önce sırada, Anthony Swafford'un Körfez Savaşı anılarından uyarlanan ve savaşta olan ama savaşmayan askerlerin gerginliğini konu alan "Jarhead" vardı. Film, Sam Mendes'in en başarısız filmi olarak nitelense de, 2005 yapımı ve erkek elinden çıkma bir "Hurt Locker" denilebilir "War is a drug." mesajını az da olsa içeren filme bence.
2008 yılında hem yönetmen-oyuncu çifti, hem de "Titanic"in efsanevi çiftini buluşturan filmi çekti Sam Mendes. "Revolutionary Road"un başrollerinde Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio vardı. Bu kez 60'lı yılların ABD'sinde, yine banliyö yaşamına odaklanıyordu Mendes. Hayallerin yıkılışını, aşkın sıradanlaşışını konu alan film, Kate Winslet'e iki Altın Küre ve bir Oscar kazandıran 2008 yılının iki önemli filminden biri oldu kendisi için. Winslet'in diğer filmi "Reader"ın daha iyi pazarlanması nedeniyle Oscar'larda beklenen ilgiyi görmeyen "Rvolutionary Road", daha çok dönem filmi olma özelliği ile ön plana çıkarak sanat yönetimi ve kostümleri ile dikkat çekti.
1999 yılındaki hızlı çıkışından bu yana 3 yılda bir film çeken Sam Mendes, son filminden sonra hiç beklemeden "Away We Go" ile çıkageldi 2009'da. (Genellikle böyle sağlam adımlarla hareket eden yönetmenlerin bir anda çekiverdiği filmlerin kişisel filmler olması nedeniyle, filmin yönetmenin eşine olan aşkını sembolize edebileceğini düşünsem de, film vizyona girdikten kısa süre sonra gelen ayrılık haberi bu tezimi boşa çıkardı.) Türkiye'de şu anda vizyonda olan, daha önce de !F Bağımsız Filmler Festivali'nde izleme şansı bulduğumuz "Away We Go", çocuklarını yetiştirmek için en uygun kenti arama pahasına Kuzey Amerika'da oradan oraya dolaşan, birbirine deli gibi aşık, sevimli bir çifti konu alıyor. Her yol hikayesinde olduğu gibi her durakta karşımıza çıkan ilginç karakterler ve onların ana kahramanlarımıza kattıkları, finale doğru bir adım daha attırıyor onlara. İyi müzikler ve iyi görüntüler eşliğinde ilerleyen, esprili ve keyifi bir film "Away We Go". Dave Eggers ve Vandela Vida imzalı senaryo, iki yazarın da ilk çalışması olmasına rağmen çok güzel kurulmuş. Televizyon yıldızları John Krasinski ve Maya Rudolph ise hem birbirlerine, hem de filme oldukça yakışmış. Yan rollerde gördüğümüz (özellikle) Maggie Gyllenhaal, Allison Janney ve çok kısa da görünseler Jeff Daniels ve Catherine O'Hara harikalar yaratıyor.
Sam Mendes, şaşırtıcı bir şekilde, 2011'de yeni Bond filmini çekerek popüler sinemaya el atacak. Bağımsız sularda çok güzel yüzen yönetmenin stüdyo havuzlarında nasıl bir Bond filmi çekeceğini merakla bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder