1960'lı yıllarda Patrick McGoohan tarafından yaratılan 17 bölümlük İngiliz dizisi "The Prisoner"; felsefesi, altmetni ve karakterleri ile kült mertebesine erişmekte hiç zorlanmamış bir televizyon eseri. "Mad Men" ve "Breaking Bad" gibi dizilerle son yılların en ödül-dostu dizilerine imza atan AMC tarafından yeniden çevrilen ve geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanmaya başlayan "The Prisoner", eskisini bilmem ama, oldukça başarılı, kafa karıştırıcı ve düşündürücü bir minidizi. Gerek anlatmak istedikleri, gerek anlatmak istediklerini anlatma şekli, gerekse oyunculukları ve her karesindeki sanatla da önümüzdeki yaz Emmy Ödülleri'nde de adına sıkça rastlanılacak bir minidizi ayrıca.
"The Prisoner"; kendisini birdenbire "The Village" denilen, insanların adlarla değil numaralarla çağrıldığı, 2 adında karizmatikliği ile korku saçma katsayısı paralel olan bir adam tarafından yönetilen ve rüya görmenin yasak olduğu ıssız bir yerde bulan Michael'ın (6) bu yerden kurtulma mücadelesini anlatıyor. 2 ve 6 arasındaki diyaloglar ile izleyenleri derin, alegorik ve felsefi bir anlatımın içine çekiyor dizi. Yer yer bu uzun diyaloglar nedeniyle sıkıcılaştığı olsa da, her bölümde karşımıza çıkan yeni bir karakter ve minidizinin bütünlüğü bir yana bölümler içinde gelişen ayrı bir olay örgüsünün de varolması bunu affedilir kılıyor. Dizide 6'yla gitgide duygusal bir bağı olan doktor 313, 2'nin oğlu 11-12 ve 2'nin karısı M2 öne çıkan diğer önemli karakterler.
Orijinalinden farklı olarak 6 bölümden ibaret olan AMC'nin "The Prisoner"ının tek farkı kısa ve öz oluşu değil. İlk versiyonu Galler'de deniz kıyısındaki bir kasabada çekilen, 2'nin her bölümde farklı bir oyuncu tarafından oynanması sonucu daha da kafa karıştırıcı hale gelen ve ucu açık bıraklıan bir dizi "The Prisoner"ın. Yeni versiyonunda ise Namibia'daki çölün ortasına kurulan bir "The Village", sabit bir 2 ve karmakarışık bu hikayeyi bir sonuca ulaştıran iyi bir final görüyoruz.
Dizinin başrollerinde Sir Ian McKellen ve Jim Caviezel var. Ian McKellen'ın ortaya çıktığı her sahne bir oyunculuk gösterisine dönüştüğünden, Caviezel performansıyla onun gölgesinde kalıyor. Minidizide McKellen'a rağmen oyunculuğu ile dikkat çekebilen bir isimse Jamie Campbell Bower. 1988 doğumlu oyuncu, 2'nin oğlu 11-12 rolünde çıkıyor karşımıza. Donuk bakışları, beyaz teni ve soğukluğu ile karaktere cuk oturmuş diyebilir ve kastingi yapanları kutlayabiliriz. Fakat isyankar, sorgulayan, meraklı ve baskı altındaki bir karakteri çok iyi oynayan ve tüm donukluğuna rağmen duygularını ifade edebilen bir yeteneğe sahip Jamie Campbell Bower. Kendisinin Gotik filmlerin vazgeçilmezi olma yönünde ilerlerdiğini de "Sweeney Todd"daki çıkışından sonra "Twilight" ve "Harry Potter" serilerinin kadrosuna dahil olmasından da anlayabiliriz.
"The Prisoner"ın sanatsal ve teknik dallardaki başarısı da gözardı edilemeyecek denli fazla. Özellikle Afrika'da bir çölün ortasına sıfırdan inşa edilmiş bir kasaba var ortada. Set tasarımı oldukça etkileyici. Çöl atmosferine uyumlu; beyaz, sarı, gri ve pastel pembe renklerde her yer. Kostümler de aynı renklerde, insanların tek-tipliliğine ve ifadesizliğine uygun... Diğer yandan müzikler, kurgu, görüntü yönetmenliği dallarında da iyi işler çıkarılmış minidizide. Kısacası 2010 Emmy'lerinde minidizi/tvfilmi dallarında ismine çok yer bulacak bir yapım "The Prisoner". Mart ayında izleyeceğimiz; Tom Hanks ve Steven Spielberg yapımı, yeni "Band of Brothers" olma yolundaki "Pacific"in gölgesine kalma ihtimali olsa da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder