29 Ekim 2008
Palladium Alışveriş Merkezi
28 Ekim 2008
Kırmızı Ödülleri 2007
22 Ekim 2008
45. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ödülleri
20 Ekim 2008
En İyi Oyuncular: 2007, Bölüm II
Casey Affleck (Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford) Robert Ford: Bir insanı kıskanmak ya da ona özenmek, o olmayı istemek ve onu hayranlığa boğarak yok etmek... Korkak, sessiz ve 'ezik' bir karakter olarak Robert Ford, sevdiği oyuncağı sevgisinden kıran bir çocuğa benziyor bu filmde. Başroldeki Brad Pitt'ten rol çalarak Affleck familyasının adını Akademi Ödül Töreni'ne taşıyor ayrıca. Yılın en iyi performanslarından biri. (Oscar, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı)
Javier Bardem (No Country for Old Men) Anton Chigurh: Adıyla milliyetsiz, bakışlarıyla ruhsuz, saç kesimiyle çirkin, tavırlarıyla soğukkanlı; tam anlamıyla psikopat bir katili, sanki boş zamanlarında adam öldürüyormuşçasına başarılı bir şekilde canlandırarak en iyi sinema katilleri sıralamalarında Hannibal Lecter'dan sonra üst sıralarda yer almayı başardı Javier Bardem. Oscar alan ilk İspanyol oyuncu olarak da ülkesinin tarihine geçti. (Oscar, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü)
Philip Bosco (Savages) Lenny Savage: Trajikomik bir ailenin huysuz ihtiyarı gibi bağımsız-amerikan-filmi-klişesi bir rol aslına bakarsanız. Sanırım Philip Bosco'yu bu listeye koymamın nedeni, tamamen çocuklarıyla 'diner'da geçen sahnedeki ölümle ilgili konuşmalarının beni çok fazla güldürmüş olması.
George Clooney (Michael Clayton) Michael Clayton: Filme adını veren avukat Michael Clayton'ı; korkuları, hırsları ve tüm ciddiyetiyle (ve takım elbisesiyle) beyazperdeye taşıyan efsane isim George Clooney. Stresli ve dünyayı kurtarmaya çalışan bir avukat nasıl olur derseniz, Clooney'nin Michael Clayton performansını görmelisiniz. (Oscar, En İyi Erkek Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Erkek Oyuncu - Drama Adayı)
Paul Dano (There Will Be Blood) Paul/Eli Sunday: Soğukkanlı, pskiopat bakışlı, sinir bozucu genç bir rahip ve (onun alter-egosu mu, yoksa ikiz kardeşi olduğunu çözemediğimiz) tıpkısı olarak değişik iki rolde karşımıza çıkıyor "Little Miss Sunshine"ın uçuk-kaçık ailesinin sessizlik yemini eden büyük çocuğu. Filmde seyirciyi öfkelendirmek, sinir etmek, huzursuz etmek gibi kolay olmayan şeyleri başarıyor 1984 doğumlu aktör.
Daniel Day-Lewis (There Will Be Blood) Daniel Plainview: "I ... drink your milkshake! I ... drink it up!" repliğiyle ortalığı kasıp kavuran; beyazperdenin gelmiş geçmiş en manyak ve gözünü-hırs-bürümüş tiplerinden Daniel Plainview olarak adını efsaneleştirmeye aday Daniel Day-Lewis; 2007 yılındaki tüm erkek oyuncu ödüllerini silip süpürmüş durumda. Ödülleri sonuna kadar hak eden performansı, özellikle de kilise sahnesindeki inanılmaz haykırışları... Bu yılın en iyisi Daniel Day-Lewis. (Oscar, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Erkek Oyuncu Drama Ödülü)
Philip Seymour Hoffman (Charlie Wilson's War) Gust Avrakotos: Bu yıl üç filmde birden, üç apayrı karakter olarak karşımıza çıktı Philip Seymour Hoffman. "Savages" ve "Before the Devil Knows You're Dead"in problemli erkek kardeşleri rolleri bir yana; "Charlie Wilson's War"daki Yunan kökenli CIA ajanı rolünde, özellikle de sinirlenip camları patlattığı sahnede güldürüyor ve oyunculuğunu takdir ettiriyor Hoffman. (Oscar, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı)
Hal Holbrook (Into the Wild) Ron Franz: Emile Hirsch'in etkileyici perofrmansına eşlik eden onlarca usta oyuncudan en ustası. 1925 doğumlu Hal Holbrook; 83 yaşındaki bedeniyle dağlara tırmanıyor bu filmde. Tüm duygusallığı ve tontonluğuyla yaşlılığının getirdiği yalnızlığının son bulabileceğine umutlanan bir adam rolünde yürek burkuyor. (Oscar, En İyi Erkek Oyuncu Adayı)
Tommy Lee Jones (In the Valley of Elah) Hank Deerfield: Artık yaşlanmaya başladığını farkettiğim Tommy Lee Jones, "In the Valley of Elah"ta Irak'ta kaybolan asker oğlunun arayan emekli asker bir babayı canlandırıyor. Charlize Theron'la karşılıklı doğal bir uyumla oynayan Tommy Lee Jones, iyi oynuyor, güzel oynuyor da; Oscar adaylığını hak ediyor mu derseniz, orada durun derim. (Oscar, En İyi Erkek Oyuncu Adayı)
Logan Lerman (3:10 to Yuma) William Evans: Bu yıl Joel Schumacher'in "Number 23" filminde de Jim Carrey ile karşılıklı izlediğimiz 1992 doğumlu Logan Lerman; "3:10 to Yuma"da Russell Crowe, Christian Bale, Mary Louise Parker gibi isimlerden rol çalıyor resmen. Senaryoda önemli bir karakter olan William Evans'a, aynı senaryodaki çocuğun olgunluğunda, hakkını vererek hayat veriyor.
Viggo Mortensen (Eastern Promises) Nikolai: Soğukkanlı, sert, Rus aksanlı. Viggo Mortensen, "A History of Violence"dan sonra ikinci kez çalıştığı Cronenberg'in bu filminde efsaneleşiyor. İngiltere'deki Rus mafyasının en yıldız elemanlarından biri olan Nikolai'ı; dövmeleriyle, bıçağıyla ve sinema tarihine geçecek nitelikteki o kavga sahnesinde yumruklarıyla buz gibi oynuyor. (Oscar, En İyi Erkek Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Erkek Oyuncu - Drama Adayı)
Will Smith (I Am Legend) Robert Neville: Dünyada kalan son adam yalnız değil. Bu sloganla pazarlanan filmin, yalnız kahramanıydı Will Smith. Çoğu konuşmasız, konuşmalı kısımları da mankenler ya da bir köpekle geçen sahnelerde tek başına bir devdi kendisi. Yılın popüler filmlerindeki en iyi performansa imza attı Amy Adams'ın "Enchanted"daki oyunuyla beraber.
Armin Mueller Stahl (Eastern Promises) Semyon: Sert bakışları ve emir verici mimikleriyle Armin Mueller Stahl, Viggo Mortensen'in karşısında sönük kalsa da çok iyi bir yardımcı oyuncu olarak tam da gerekeni oynuyordu. Naomi Watts ile oynadığı sahnelerde bir aile dedesi ve sevimli bir yaşlıya dönüşen aktör; Viggo Mortensen ve Vincent Cassell ile karşılıklı oynadığında bir canavara dönüşüyordu.
John Travolta (Hairspray) Edna Turnblad: Az şişman olduğu halde çok şişmanı oynamak, erkek olduğu halde kadını oynamaktan daha kolaydır. Fakat John Travolta ikisini de yaptı "Hairspray"de. Makyajı biraz yapmacık olsa da, "Grease" müzikalindeki John Travolta'dan eser yoktu Edna'da. Şarkı söylediği sahnelerinde hem boyutsal anlamda hem de mecaz anlamda devleşen Travolta, müzikal anlamda da gayet başarılıydı. (Altın Küre, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı)
Tom Wilkinson (Michael Clayton) Arthur Edens: "I am Shiva, the god of death." Bu repliği ve filmin başında 10 dakikaya yakın süren monoloğu ile Javier Bardem'den sonraki en iyi yardımcı erkek oyuncu performanslarından biriydi. Dünya düzenine kafa yorduğu için deliren, kese kağıdı dolusu baget ekmekle hatırda kalan ilginç bir karakterin, Arthur Edens'ın; perdeye bu denli başarılı bir şekilde taşınması, "Michael Clayton"ın bir oyunculuk filmi olmasına George Clooney ve Tilda Swinton'la beraber Tom Wilkinson'ın da bir hayli katkıda bulunduğunu gösteriyor. (Oscar, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adayı)
Bana Göre: "Ebru Gündeş"
Mükemmel sesi, özellikle Sezen Aksu şarkılarını söylediği zaman insanı kendinden geçiren, içini acıtan yorumu ve (PopStarAlaturka'yı hiç seyretmedim, son zamanlarda bu kısmı pek bilmiyorum ama, ben en son takip ettiğim zamana kadar diyelim) mütevazı ve içten kişiliği ile hep etkiledi beni. 2000 yılında kameraların karşısında bir anda düşüp yığıldığı sahnede ne kadar çok üzüldüğümü de daha dn gibi hatırlıyorum.
1. Seni Seviyorum / Ahdım Olsun
2. Herkes Yaralı / Şahane
3. Dertler Benim Olsun / Kaçak
4. Kaçak / Kaçak
5. Demir Attım Yalnızlığa / Tanrı Misafiri
6. Fırtınalar / Ben Daha Büyümedim
7. Sevmekten Gidince / Şahane
8. Ben Olmayınca / Şahane
9. Biliyorsun / Şahane
10. Sensizim / Ahdım Olsun
Mamma Mia! - !aiM ammaM
16 Ekim 2008
Filmekimi 2008'in Ardından...
Genova: Belirli bir hayran kitlesine sahip olsa da, benim daha önce hiçbir filmini izlemediğim, eski İstanbul Film Festivali kazananlarından Michael Winterbottom'ın son aile dramı "Genova". Colin Firth ve Catherine Keener'a, 17 yaşındaki Willa Holland ve onun yarı yaşındaki Perla Haney-Jardine eşlik ediyor. Annelerinin ölümünden sonra babalarıyla birlikte bir yıl geçirmek üzere Cenova'ya taşınan iki kızın çatışmaları merkezli bir film. İkisinin de ayrı sorunları var. Biri ergenliğinin, diğeri ise çocukluğunun bunalımlı dönemlerini yaşıyor. Büyüklerin ise apayrı sorunları mevcut. Festivalde izlediğim filmleri beğenme sırasına göre sıralarsam en altta durur "Genova". Ama bunun tek nedeni, diğerlerinin çok iyi filmler oluşu.
Entre les Murs (The Class): Yukarıda belirttiğim gibi Cannes ile aynı fikirde olduğum bir ana rastlamak oldukça düşük bir ihtimal. Fakat bu yılın Altın Palmiyeli filmi "Entre les Murs"ü seyrettiğimde, mükemmel bir film seyrederken ve kararı desteklerken buldum kendimi. Yıllar sonra ödülü ülkesinde bırakan Laurent Cantet çok iyi bir iş çıkarmış. Başroldeki François Bégaudeau dışında tamamen amatör bir kadro ile çoğunluğu bir sınıfın duvarları arasında çekilen filmde 13-14 yaşındaki Afrika, Asya ve Ortadoğu göçmenleriyle dolu bir sınıfın Fransızca derslerini izlerken, ortaokul ve lise yıllarıma dönüp, öğretmenlerimize acıdım gerçekten. Politikadan futbola, edebiyattan felsefeye milyonlarca gönderme barındıran; esprilerle dolu, gerçeğin ta kendisi bir film "Entre les Murs". 31 Ekim'de vizyondaymış, mutlaka görün.
Towelhead: "Six Feet Under" dizisinin ve "American Beauty"nin senaristi Alan Ball'un Alicia Erian'ın romanından uyarlayıp yönettiği bu bağımsız film; Amerikalı annesinin yanından Texas'ta yaşayan Lübnanlı babasının yanına taşınan ve ergenliğini en uç noktalarda yaşayan bir kızla ilgili. Jasira rolündeki Summer Bishil 20 yaşında olmasına rağmen, cinselliği en ilginç ve en kötü şekilde keşfeden ve deneyimleyen 13 yaşındaki bir kız rolünde çok inandırıcı ve başarılı. Jasira'nın gel-gitli kabus babası rolünde Peter Macdissi ve yan rollerdeki Aaron Eckhart, Toni Collette ve Maria Bello da filme çok yakışmış. ("Merhaba!?!?")
Bir hafta boyunca Emek sinemasına taşınıp durmak bir yana, saatleri uymadığı için göremediğim ve üzüldüğüm 3 film de oldu aslında: Anne Hathaway'li Jonathan Demme filmi "Rachel Getting Married", Amerikan bağımsızı "Choke" ve Norveç filmi "O'Horten".
Son olarak, film festivallerinin vazgeçilmezlerinden biri benim için Levi's reklamları oldu artık. Filmekimi 2008'de Levi's her zamanki gibi tutku dolu ve estetik reklamıyla; bu kez "Live Unbottoned" sloganıyla masumiyet kokan bir reklam filmiyle hayran bıraktı beni kendisine.
14 Ekim 2008
En İyi Oyuncular: 2007, Bölüm I
Amy Adams (Enchanted) Giselle: Disney masallarından fırlamış bir prensesi oynamak; hem güzel, hem yetenekli, hem masum görünüşlü, hem sevimli, hem de şarkı söyleme yeteneğine sahip olmayı, tüm bunlar olurken de yapmacık olmamayı gerektirir. 2005 yılındaki "Junebug" ve kocaman gözleri ile hayranlığımı kazandıktan sonra bu yıl bunların hepsini başardı Amy Adams "Enchanted" ile. (Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı)
Cate Blanchett (I'm Not There) Jude: 5 farklı Bob Dylan'ın, 5 ayrı oyuncu tarafından canlandırılacağı bir film yaptı Todd Haynes. Fakat bu filmdeki Bob Dylan'lardan birinin bir kadın tarafından canlandırılacağı kolay kolay akla gelecek bir düşünce değildi hiçbirimiz için. 2000'li yılların yıldız aktrislerinden Cate Blanchett, erkek rolü yapmayı göğüslerini saklamaktan ibaret görmeyip; mimiklerinden duruşuna kadar değiştirdi kendini. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü)
Helena Bonham Carter (Sweeney Todd) Mrs.Lovett: Kan akıtan bir berberin, insan etinden turta yapan sevdiceği.Gotik bir müzikalin, gotik prensesi de diyebiliriz. Tim Burton ile olan evliliğinden sonra, yaratıcı ve ünlü yönetmenin dişi ve oyuncu versiyonu olarak perdelerde gözükmeye başlayan Helena Bonham Carter, film boyunca yaptığı işle tezat oluşturan sevgi dolu ifadesiyle etkilemeyi başarıyor izleyiciyi. (Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı)
Julie Christie (Away from Her) Fiona Anderson: Alzheimer adlı hastalık; hangi filmde, hangi dizide ya da hangi öyküde karşıma çıkarsa çıksın etkilemeye devam edecek beni. Bunun bilincinde olarak, ne kadar objektif yaklaştığımı bilemiyorum Julie Christie'nin rolüne ve oyunculuğuna. Ama çok sevdiği kocasını, kendi isteğiyle taşındığı klinikte bile bile, göz göre göre unutmaya başlayan bir kadını oynayan ve seyredenleri salya-sümük havasına sokan Christie, bu yılın ikinci en iyi aktris performasını sergiledi bence. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Drama Ödülü)
Marion Cotillard (La Vie en Rose) Edith Piaf: "Jeux d'Enfant"ın Sophie'si Marion Cotillard, Fransa'nın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından birine dönüşerek 30una gelmeden Oscar'ını alanların arasına katılmayı başardı. Genç, yaşlı, bağımlı, diva, fakir, zengin, öfkeli, sarhoş... Her haliyle Edith Piaf olmayı başardı 140 dakika boyunca. Daha iyisi olamazdı. (Cate Blanchett ile aynı düşüncede olmak beni sevindiriyor. Bkz. Akademi Ödül Töreni 2008, ödül açıklandığında Blanchett'in sevinci) (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Ödülü)
Ruby Dee (American Gangster) Mama Lucas: Birkaç yıl içinde yükselerek Amerikan uyuşturucu pazarının devlerinden biri haline gelen, en güçlü gangsterlerinden birinin annesi rolündeydi Ruby Dee. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın olduğu gibi, her güçlü erkeği doğuran ve bu nedenle ona tokat atma ayrıcalığına sahip olan bir kadın da vardır gerçeğini seyircinin ve Denzel Washington'ın suratına vurduğu sahne ile onlarca yıllık kariyerinin en parlak sahnelerinden birinde yer aldı Ruby Dee. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)
Jennifer Garner (Juno) Vanessa Loring: Anne olamayan ama dünya üzerindeki annelerin çoğundan daha anne, 30lu yaşlarda bir kadındı Vanessa Loring. "Alias" ile ünlenen Jennifer Garner da ciddiyeti, çaresizliği ve mutsuzluğuyla hakkını vererek büründü bu kadın olmaya. Genç ve enerjik Ellen Page'den rol çalmanın imkansızlığı nedeniyle fazla farkedilmese de, bana göre bu listede yer almayı hak ediyor.
Angelina Jolie (A Mighty Heart) Mariane Pearl: Nedense Mariane Pearl rolünde, sürekli Jennifer Lopez'i görüyormuşum etkisi yaratsa da bende; kocası teröristlerce esir alınmış bir kadının soğukkanlı çaresizliğini, çektiği acıyı ve Amerikalı kocasıyla Pakistan'da yaşayan Küba kökenli bir Fransız'ın aksanını üzerinde taşımayı becerebilmiş Angelina Jolie. (Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Drama Adayı)
Jennifer Jason Leigh (Margot at the Wedding) Pauline: Bağımsız Amerikan filmlerinin vazgeçilmez konularından aile dramlarından biri olan "Margot at the Wedding"de, iki kız kardeşten biri olarak Nicole Kidman gibi inanılmaz bir oyuncudan rol çalmayı başarabildi geçtiğimiz sezon Jennifer Jason Leigh.
Laura Linney (Savages) Wendy Savage: Bağımsız Amerikan filmlerinin vazgeçilmez bir başka konusu ise aile dramlarını komedi formatında karşımızda çıkarmak sanırım. 2006'daki "Little Miss Sunshine"ın başarısından sonra Savage ailesi ile tanıştık geçtiğimiz yıl. Bağımsız sinemanın en vazgeçilmez isimlerinden Laura Linney; dalgalı saçları, babası ve abisiyle olan sorunları ile yalnız bir kadın ve başarısız bir yazar olarak karşımızdaydı. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı)
Kelly MacDonald (No Country for Old Men) Carla Jean Moss: Anlamsız kovalamacaların ve psikopat bir katilin başrolde olduğu -bence- anlamsız bir filmin ürkek, masum ve sevimli kurbanlarından biriydi. Filmin son sahnesinde Javier Bardem karşısında parlayan aktris, ne yazık ki Bardem'in gölgesinde kaldı.
Julianne Moore (Savage Grace) Barbara Baekeland: Bir çocuğun annesi tarafından katile dönüştürülüşünü anlatan, cinsel ve psikolojik temalı gerçek bir hikayede nefret edilesi bir anneyi hayran kalınası bir performansla oynadı Julianne Moore. Yüzündeki soğuk ifadenin, bu kadar başarılı bir oyuncu olmasına katkısı ne kadardır bilmiyorum ama; bir insan nerede oynarsa oynasın iyi mi oynar kardeşim. (bkz. Nicole Kidman, Kate Winslet vs.)
Özgü Namal (Mutluluk) Meryem: Küçük yaşta tecavüz edildiği için suçlu bulunan ve öldürülmek üzere köyünden uzaklaştırılan Meryem'in dramını hep neşeli rollerde (ve reklam filmlerinde) karşımıza çıkan çocuk ruhlu bir oyuncunun bu kadar iyi oynayabilmesi şaşırılacak bir şey bence. (Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü; SİYAD, En İyi Kadın Oyuncu Adayı)
Ellen Page (Juno) Juno MacGuff: Daiblo Cody ile beraber, yılın taptığım filmlerinden "Juno"yu "Juno" yapan ikinci insan. Küçük yaşına rağmen ettiği laflar ve sergilediği olgunlukla Juno'yu hazmetmiş ve oynamış Ellen Page. Belki de kendini oynamıştır ve senaryodaki Juno ile aynıdır bilmiyorum. Ama gerçek ne olursa olsun, hele ki filmin sonlarında babasıyla olan diyalogu ile bu listede yer alan kendinden büyük birçok oyuncunun sergileyebileceğinden daha iyi olan performansı göz ardı edilemez. (Oscar, En İyi Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Kadın Oyuncu - Komedi/Müzikal Adayı)
Vanessa Redgrave (Atonement) Briony: Onyılların en büyük oyuncularından biri, en az kendisi kadar yetenekli, farklı yaşlardaki 3 kadınla beraber oynadı "Atonement"da. Bu 3 kadından 2si kendisiyle aynı roldeydi. Filmin yalnızca son 10 dakikasında, tüm sürprizlerin karşımıza çıktığı o anlarda; yalnızca yüzünü görüyoruz Redgrave'in. Ve o 10 dakika yetiyor onun büyük bir oyuncu olduğunu anlamak için. Yüzündeki çizgilerin kıpırtılarını takip ederek mimiklerine bakın, sesini ve konuşmasını dinleyin; anlarsınız. Kendisiyla aynı roldeki, kendisinde onlarca yaş küçük bir oyuncunun aynı başarıyı göstermesiyse şanssızlığıydı Redgrave'in.
Saoirse Ronan (Atonement) Briony: Vanessa Redgrave'i, Romola Garai'i hatta başroldeki Keira Knightley'i gölgede bırakan 13 yaşında bir kız... Ciddiyeti, otoritesi, şımarıklığı ve olaylara yön verebilme gücüyle filmin en öne çıkan karakteri aslında. Kendisine yazılan rolün gücünü yeteneğiyle birleştirip geleceğin yıldızlarından biri olmak için önünü açmış oldu şimdiden. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)
Amy Ryan (Gone Baby Gone) Helene McCready: Çocuğunu sevdiğini kaybedince anlayan çaresiz bir kadının geç gelen pişmanlığı ve bir bağımlının vurdumduymazlık ve çılgınlık arası ruh halini seyirciye ulaştırmakla görevli bu kadın Ben Affleck'in yönettiği bir filmde bile dikkat çekmeyi başardı. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)
Imelda Staunton (Harry Potter and the Order of Phoenix) Dolores Umbridge: Pembeler giymiş ve peri masallarından fırlamış gibi görünse de cani bir cadı olan ve Harry Potter serisinin en nefret edilen karakterlerinden birini resmen giymiş Imelda Staunton. Özellikle o sinir bozucu gülüşü...
Tilda Swinton (Michael Clayton) Karen Crowder: Büyük şirketlerin, güçlü işadamlarının takım elbiseli ve tayyörlü dünyasında; kötü kadını oynadı cinsiyetsiz suratıyla Swinton. Buz gibi bakışları ve korkutucu tavrıyla yılın en ciddi filmlerinden birinde parladı yıldızı. Filmin sonunda, George Clooney ile karşılıklı oynadığı sahneyi hatırlayın yeter. (Oscar, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü; Altın Küre, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Adayı)