
Müze binası, bir tasarım harikası. Dışarıdan küp şeklinde, tuğladan örme bir kutu gibi gözüken binanın içi, beyaz duvarların eğriler oluşturarak üstüste konduğu bir düğün pastasını andırıyor. İçerideki ışık, inanılmaz.


Bir alt katta, "Modern Art: 1930-1980" sergisi var. Ekspresyonizm, sürrealizm ve pop-art başta olmak üzere 20. yüzyıl sanatının çarpıcı örneklerine rastlayabileceğiniz bu sergi, müzenin ikinci kalıcı sergisi. Warhol ve Magritte etkilerinin görüldüğü birçok eser mevcut bu katta. (Ayrıca Warhol'un elektrikli sandalye çalışmalarından biri de müzenin koleksiyonunda). Bu kattakiler arasında olumlu anlamda dikkatimi çeken, politik bir eser oldu. Svend Wiig Hansen'in 1959 tarihli "The Human Ride"ı, gerek anlattıkları gerekse renkleriyle çarpıcı bir tablo.

Olumsuz anlamda dikkat çekici eser ise, kesinlikle Bjørn Nørgaard'ın 1970'te yarattığı "sanat eseri(?)". Nørgaard'ın sanat anlayışı, eserin adı olan "The Horse Sacrifice"tan anlaşılacağı gibi sanat için kurban edilen bir atın, kavanozlara tıkılmasından ibaret. Atın kesilip, iç organlarının, derisinin ve her parçasının küçük küçük parçalara ayrılarak 100'den fazla kavanoza doldurulması; ve bu operasyonun kavanozların hemen üzerindeki ekrandan bir video ile anlatımına ne kadar sanat denilir/denilmelidir uzun uzun, mantıklı bir şekilde tartışılması gereken bir konu bence. Sanatçının, bu operasyonu Vietnam Savaşı'nı eleştirmek için yaptığını da not edelim.
Müzenin bir alt katına indiğinizde, kalıcı sergilerden sonuncusu, "Contemporary Art: 1980 - " sergisine giriş yapıyorsunuz. Serginin konsepti, "Art City". Çağdaş sanat eserlerinin kategorilere (hatta sokaklara) ayrılarak sergilendiği uçuk kaçık bir şehir burası. Kullanılan malzemelerden, verilen mesajlara kadar her şey bir sanat şehrini tanımlayacak/tamamlayacak nitelikte. Salonun en ortasında, bir meydanda olabileceği gibi bir heykel duruyor: Carsten Höller'in "Sphäre" (2001) adlı eseri, pembe tonlarda, şirin bir küre.
"Sphäre"in hemen üzerindeki ekranlarda ise Tracey Moffatt'ın iki videosu oynuyor. Bunlardan "Love" (2003), (adına tezat bir şekilde) Hollywood filmlerindeki tokat, kavga, surata su atma, 'ne-dedin-sen-ne-dedin-sen' ve itiş-kakış sahnelerinin bir kolajı ve oldukça eğlenceli. "Art City"deki başka bir eğlenceli video ise, Lars Arrhenius'un bir apartmanda yaşayanların bir gecesini, sırayla evlerine konuk olarak anlatan animasyonu, "Habitat" (2006). 9 dakikalık, konuşmasız -ama mırıldanmalı- bu animasyon, gerçekten güldürüyor.


Müzenin cennetinden cehenneme doğru inmeye başlarsanız, ilginçlikler peşinizi bırakmıyor. Fakat bu katlardaki geçici sergiler beni pek etkilemedi açıkçası. "9 Spaces" adlı yapımı süren sergide, kapkaranlık koridorlarda ve odalarda yürüyüp, karşınıza çıkan odalardaki videoları ve ışık oyunu temalı eserleri görüyorsunuz örneğin. Geçtiğimiz aylarda açık olan fakat ben gelmeden biten "Music to See" adlı serginin çok başarılı olduğunu öğrendiysem de, onun yerine kurulmakta olan yeni sergi de daha açılmamıştı.
Gelelim müzenin en önemli, en etkileyici ve en başarılı eserine. Sanırım Danimarka gezim boyunca gördüğüm en inanılmaz şeylerden biri olabilir. Müzenin en alt katında duran, devasa boyutlardaki çömelmiş çocuk heykeli "Boy", 2000 yılında Ron Mueck tarafından yapılmış. 5 metre boyundaki bu çocuk o kadar gerçekçi, bakışları o kadar etkileyici ki; önünde kalakalıyorsunuz. Çok güzel, çok...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder