25 Aralık 2008

2008'de Hayatıma Giren 30 "Şey"

Koca bir seneyi daha geride bırakırken, bir geriye dönüp bakayım dedim; neler olmuş diye. Her yıl özenle listelediğim "Yeni Yıl Hedefleri"min 25'inden 10'unu gerçekleştirebilmişim mesela sadece. Ama gerçekleştiremediğim 15 şey bir yana; aşağıda listelediğim 30 "şey" 2008 yılı içinde hayatıma girerek, güzelleştirmiş beni.

30 Seconds to Mars: İlk kez MTV Avrupa Müzik Ödülleri'nden sonra dinlediğim rock grubu.

Armani Code: Yakın çevremde kullananların sayısından dolayı aşina olduğum ve bayıldığım koku.

Ben & Jerry's: Dünyanın en güzel ve en pahalı dondurmalarından. "Cookie Dough" favorim.


Billy Elliot: "Ben niye dansedemiyorum!" dedirten, keyiflendiren ve ağlatan, 2000 yapımı film.

Chuck: Senaristler grevi sırasında hayatıma girmiş dizilerden ilki. 40 dakikalık teknoloji ve casus komedisi.

Danimarka: Eylül sonundaki bir haftalık gezim sonucu sanatını, sinemasını, kültürünü, insanını vebenzerini sevdiğim ülke.

Fall, The: Bir başyapıt denilebilecek Tarsem Singh filmi. 2008 yapımı masalımsı.

Greek: Ekim ayında Fatih sayesinde seyretmeye başladığım ve tiryakisi olduğum Amerikan gençlik dizisi.









H&M: Bugüne kadar çok duyduğum ama Aarhus'taki mağazasında Euro'larımı saçana kadar hiç alışveriş yapmamış olduğum ucuz ama tasarımdan anlayan İsveç hazır giyim zinciri.

High School Musical: İtiraf ediyorum. Seyrettim. Sevdim. Hem de hepsini.

How I Met Your Mother: Üçüncü sınıfın ilk döneminin final haftası öncesi izlemeye başladığım, finallere çalışmamama bahane olan ve hala severek izlediğim, etrafımdaki herkese de zorla izlettiğim, -en sevdiğim- dizi.

In Treatment: Gabriel Byrne'nın başroldeki psikolog olarak döktürdüğü, değişik bir sezon konsepti olan, psikolog seansları konseptli dizi. 25 dakikalık dram.

Juno: Artık hakkında susmam gerektiğini düşündüğüm, 2007'nin en iyi filmlerinden biri.

Katy Perry: Yazın "I Kissed a Girl" ve "Hot n Cold" ile müzik arşivime katılmış, MTV Avrupa Müzik Ödülleri sunuculuğundan sonra daha da beğenimi kazanmış Amerikalı şarkıcı.

K.E.N.S.A.: Kerem. Emre. Nilay. Seyran. Almula. Born Losers.


Küçük Beyoğlu: Zaten -özellikle festival zamanları- sıkça girmekte olduğum Emek Sineması'nın sokağına daha fazla uğramama neden olan süper mekanlar silsilesi. Ayrıca: Trinity.





Låt den rätte komma in (Let the Right One In): Belki de ben bu satırları yazarken ülkesi dışında bir ödül daha kazanmış olabilecek, vampir filmlerine bambaşka bir boyut kazandıran, saf aşkı çok güzel anlatan Tomas Alfredson'un yönettiği 2008 yapımı İsveç filmi.

Lise Harlev: Kopenhag'daki Ulusal Sanat Müzesi'nde işlerini gördükten sonra çalışmalarını çok beğendiğim, kelimeleri görsel bir sanata dönüştüren Danimarkalı sanatçı.

Ludo: "Love Me Dead" şarkıları ile müzik arşivime katılmış, sonrasında tarzlarını ve sözlerini çok sevdiğim birçok şarkılarını bulduğum Amerikalı rock grubu.

Mahşerin 5 Shotlısı: Kafepi'nin vazgeçilmezi. Tavsiye edilen içiş sırası: Ursus roter, fındıklı votka, Smirnoff North, tekila, Beyindeki Ur.

Onur Ünlü: Bu yıl izlediğim -ve başka da yok zaten- iki filmiyle ("Polis" ve "Güneşin Oğlu") stiline taptığım yeni nesil Türk yönetmen.

Palladium Alışveriş Merkezi: Alışveriş hayatımı kolaylaştıran, sineması en sanatsal filmi bile oynatan, markaları göz kamaştıran, haftasonu sığınağım haline gelen evimin dibindeki alışveriş merkezi.

Paul Thomas Anderson: Bu yıl sırasıyla "There Will Be Blood", "Magnolia", "Punch-Drunk Love" ve "Boogie Nights" filmlerini seyrederek tanıştığım, destansı filmler çeken yönetmen.

Pushing Daisies: Senaristler grevi sırasında hayatıma girmiş dizilerden ikincisi. 40 dakikalık şirinlik abidesi fantastik komedi.

Rafineri: Cihangir'de müdavimi olduğumuz mekan. "Nereye gitsek?" sorusunun kaçınılmaz cevabı.

Sabancı Üniversitesi Klasik Korosu: Okul hayatımdaki ikinci korom. Lacrymosa derim başka bir şey demem.

Sakin: Şubat ayında "Denek Hayatım" şarkılarını dinlediğim, Nisan'da albümlerini hatmettiğim yeni nesil Türkçe rock grubu.

Sangria: Caddebostan Barlar Sokağı'nda aynı adı taşıyan barda bu yıl çokça içtiğim, sonra gerçek bir İspanyol'un elinden bir kazan dolusunu gördüğüm/kazanın bir kısmını içtiğim efsanevi içki.







Unilever: 2.5 aylık stajımın güzel bir deneyim olmasını sağlayan şirket.



Yeşil Adidas Eşofman: Sokağa eşofmanla çıkmanın moda olmasına çok sevindiğim, üstüne her şeyi giyebildiğim; aynı anda hem güzel, hem rahat, hem cool, hem de trendy olabilen (şu anda da giydiğim) şey. Yeşilinin tonu da ayrı bir güzel.

Hiç yorum yok: