Türk Sineması son yıllarda hem film sayısındaki, hem de yeni yönetmenler ve ilk filmlerin sayısındaki artıştan da görülebileceği üzere parlak bir dönem geçiriyor. Fakat niceliğin değil, niteliğin önemli olduğunu hatırlarsak, bu filmlerin ve yeni yönetmenlerin birçoğunun kimsede iz bırakmadığını, elendiğini görüyoruz. İlk filmi "Başka Dilde Aşk"ı 2009 yılında çekerek hem eleştirmenlerin, hem de seyircinin beğenisini kazanabilme başarısını gösteren İlksen Başarır ise; kesinlikle iz bırakan, cesur bir yönetmen.
Yönetmen, ilk filmi "Başka Dilde Aşk"ta (Dikkatli olalım, aynı anda 5 işle uğraşınca karışabiliyor, "Aşk Tesadüfleri Sever" değil) işitme ve konuşma engelli bir gence odaklanmış; iletişimin konuşmadan da sağlanabileceğini göstermişti bize. Yaşamını konuşmadan sürdürmek zorunda olan bir erkek ve yaşamak, para kazanmak için konuşmak zorunda olan bir kadının arasındaki duygusal bağ ile duygulandırmıştı seyircisini. "Atlıkarınca"da ise konuşma engeli olmasa da konuşmadığı, konuşamadığı için zarar görmeye devam eden bir aileye dönüyor kameralar.
Erdem, Sevil, Edip ve Sevgi... "Atlıkarınca", karakterlerinin isimlerinden, içinde yer alan en ufak ayrıntıya kadar her şeyin bir metafor olarak düşünülmesi gereken; senaryosunda en ufak bir fazlalık olmayan bir film. Yönetmenin "Başka Dilde Aşk"ta olduğu gibi yine başrol oyuncusu Mert Fırat ile birlikte yazdığı senaryo gerçekten kusursuz. Yalnızca toplumda tabu olan enseste odaklandığı ve bu nedenle cesur olduğu için değil; filmdeki ailenin bu yarasını derinlikli bir şekilde anlatmayı becerebildiği için başarılı. Söz konusu sinema olduğunda; evine komşu yemeği sokmayacak kadar titiz ve şair olacak kadar duygusal bir adamın çocuklarına verdiği zararın nedenlerini boş bir kovada, bir sokak köpeğinde ya da bozuk bir kapıda aramak gerektiğini hatırlatıyor "Atlıkarınca".
Filmin zamansız ve mekansız sanat yönetimi ile zamanda yaptığı atlamaları gayet doğal gösterebilen kurgusu da en az senaryosu kadar iyi. Diğer yandan oyuncular Mert Fırat ve Nergis Öztürk çok iyi birer oyuncu olduklarını önceki filmlerinden sonra bir kez daha kanıtlıyorlar. 14 yaşındaki Zeynep Oral ise, filmin genelinde olmasa da kilit bir sahnede yaşadığı patlama sırasında ileride nasıl iyi bir oyuncu olacağının sinyallerini veriyor.
"Başka Dilde Aşk"ta seyircide duygusal bir patlamaya neden olan Louis Aragon şiirinin yerini bu kez Erdem'in yazdığı bir şiir ve Sevgi'nin yaşadıklarını anlatamayışına ilaç olan bir roman alıyor "Atlıkarınca"da. Çağan Irmak Sineması'nın filmin sonlarında ağlatan şairane replikleri varsa; İlksen Başarır Sineması'nın da söylenemeyenleri edebiyatla söyleyebilmesi var 2 filmden gördüğümüz kadarıyla. Ve Irmak'ınki ne kadar yapmacık durmaya müsaitse, Başarır'ınki sanatın iki dalını bu kadar güzel iç içe geçirebildiği için gerçekçi duruyor.
İlksen Başarır, Türk Sineması'nın geldiği son ve umut verici noktanın en önemli temsilcilerinden biri olduğunu ikinci filmiyle de kanıtlıyor "Atlıkarınca" ile. Ben de bir Türk sinema izleyicisi olarak teşekkür ediyorum kendisine.
47. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden En İyi Senaryo (İlksen Başarır ve Mert Fırat) ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü (Zeynep Oral) ile dönen film; 10. !F Bağımsız Filmler Festivali'nin Keş!f yarışmasından, kurgusunda yapılan değişiklik nedeniyle çekilmek zorunda kalmıştı. Şu anda 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin, Ulusal Yarışma'sında Altın Lale için yarışan "Atlıkarınca"yı, vizyonda ya da Festival kapsamında 12 Nisan Salı günü izleyebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder