26 Temmuz 2010

1. Uluslararası İstanbul Opera Festivali'nin Ardından

Bu yıl, İstanbul Devlet Opera ve Balesi ile İstanbul 2010 Ajansı'nın katkılarıyla, İstanbul'un yeni bir yaz festivali oldu: 1. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 2-23 Temmuz arasında, opera binası olmayan Kültür Başkentimiz'in operaseverlerini 8 operanın 18 temsili ile buluşturdu. Mekanlar arasında Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı ve Rumelihisarı gibi tarihi mekanların da olduğu bu festival ülkemiz kültür/sanat dünyası için de devamını umduğumuz önemli bir adım oldu.

Festival programında Rossini'nin "Fatih Sultan Mehmet" ve "Sevil Berberi", Verdi'nin "Aida", Haendel'in "Imeneo", Mozart'ın "Saraydan Kız Kaçırma" ve "Zaide" operaları ile iki modern operaya yer verildi. ("Duvara Karşı" - Vollmer ve "Köroğlu" - Hacıbeyli). İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya ve Samsun Devlet Opera ve Balesi'nin yanısıra Berlin Operası, Bremen Operası ve Türksoy Ortak Yönetimi kadrosunun da programda yer alması da festivalin "uluslararası" kısmıydı.

Yekta Kara'nın yönetiminde yola çıkan festivalin tanıtım anlamındaki başarısına değinmek gerekiyor öncelikle. Halktan uzak olarak tanımlanan opera sanatını halkla iç içe gösteren ünlü isimlerin yer aldığı afiş ve televizyon reklamları; biraz olsun operayı geniş kitlelere tanıtmayı başardıysa ne mutlu o reklam ajansına. Benim favorilerim Yetkin Dikinciler'in Fatih Sultan Mehmet kostümü ile Sultanahmet'te gençlerle nargile içtiği "Fatih Sultan Mehmet" temalı afiş ve Beyaz'ın Figaro kostümü ile bir vatandaşımıza sakal traşı yaptığı "Sevil Berberi" temalı afiş oldu bu reklam kampanyasında.

Ulaşılabilir bilet fiyatları (en azından diğer yaz konser ve festivallerinin biletlerine kıyasla) ve harikulade mekan seçimi ile de heyecan vericiydi bu ilk festival. Diğer yandan Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'ndeki yöneticiliği nedeniyle pek sempati duyamadığım Yekta Kara'nın kriz yönetimi konusundaki başarısı ve ortaya çıkan bir "ilk" festivalin genel başarısı da kendisine çok daha saygı ve sevgi duymamı sağladı. "Sevil Berberi"nin ilk temsilinde uvertür sırasında başlayan sağanak yağmur nedeniyle yarım saat gibi kısa bir sürede temsilin ertesi geceki temsil ile birleştirilerek Haliç Kongre Merkezi'ne taşınması ve tüm seyirci ve bilet düzeninin sorunsuz bir şekilde halledilmesi gibi zor bir işi anında çözmek örneğin.. (Yekta Kara'nın bu ayki Milliyet Sanat'ta yer alan röportajını okumanızı da tavsiye ederim.)

"Gegen die Wand" (Duvara Karşı), Ludger Vollmer, Bremen Operası - Rumelihisarı: Festivalde gittiğim iki operadan ilki Fatih Akın'ın 2004 yapımı efsanevi Türk-Alman kültürel karmaşasını konu alan harikasının opera uyarlaması oldu. Fakat uyarlama için harika demem ne yazık ki mümkün veya söz konusu değil. Çünkü bir daha modern opera izlememeye tövbe etmeme neden olan, ilk yarısında seyircinin önemli bir yüzdesinin mekanı terk ettiği, dekoru sıfır (Rumelihisarı'nın küçüklüğünden kaynaklanıyor olabilir) bir prodüsiyon söz konusuydu. Besteci Vollmer, Türkiye'ye gelip gördüğü her enstrümanı büyük bir maymun iştahlılıkla beğenip eserine dahil etmek istemiş gibi bir hava mevcuttu eserde. Bildiğimiz, klasik operalardan alıştığımız türden aryaların mevcut olmaması da beni hayli uzak tuttu eserden. İzleyiciler arasında Genco Erkal ve Meral Çetinkaya'nın dikkatimizi çektiği "Duvara Karşı"dan, ne yazık ki son anda aldığımız bir kararla ikinci perdeye kalamadan çıktık biz de.


"Il barbiere di Siviglia" (Sevil Berberi), Gioacchino Rossini, Berlin Operası - Haliç Kongre Merkezi: Harbiye Açıkhava'da donumuza kadar ıslandıktan sonra, orkestranın da ıslanması sonucu, yukarıda bahsettiğim kriz yönetimi becerileri ile başka bir gün ve başka bir mekanda buluştuk dünyaca ünlü Berlin Operası ile. Hayatımda gördüğüm en gösterişli, en iyi opera prodüksiyonuydu. Sahnede eşekler, traktörler, devasa dekorlar, arabalar, her yerden çıkan insanlar, süper bir kadro, esprilerle bezeli bir sahneye koyma ve hayat vardı. Genç olması gerekenler genç, yaşlı olması gerekenler yaşlıydı. Hiçbir yapaylık yoktu. Her ırktan insandan oluşan bir kadro, iyi bir orkestra ve yarı-modernize bir klasik opera... Türkiye'deki operalarda olmayan ve varolan düzenle olması çok zor olan her şey mevcuttu yani sahnede. Halkla iç içe bir opera nasıl oluyormuş, umarım görmüştür Devlet Opera ve Balesi'nin sevgili yetkilileri. Bundan sonra Türkiye'de opera izlemek, benim için daha zor ve daha az tatmin edici olacak bu seviyede bir şeyle karşılaşana dek.


İki çok farklı opera deneyimlediğim bu festivalin de İKSV festivalleri gibi kalıcı olmasını ve İstanbul'da yazı biraz daha renkli kılmaya devam etmesini diliyorum.

Hiç yorum yok: