Stockholm'ün kanalları kıyısındaki, saray manzaralı Blasieholmen, bugün Modern Sanat Müzesi başta olmak üzere birçok müzenin bulunduğu Skeppsholmen ve küçük Kastellholmen Adaları'na geçiş sağlıyor. Bölgenin en uç noktasında ise Rönesans saraylarını anımsatan görkemli bir bina yükseliyor. 1866'da tamamlanan, Alman mimar August Stüler'in imzasını taşıyan bu bina, Stockholm'ün en büyük müzelerinden biri: Nationalmuseum. İsveç'in en geniş sanat koleksiyonuna, İskandinavya'nın en geniş porselen koleksiyonuna ve toplamda 500,000'e yakın esere sahip bir müze...
Nationalmuseum Koleksiyonu; Baskılar ve Çizimler, Uygulamalı Sanat ve Tasarım, Resim ve Heykel olmak üzere üç ayrı bölüme ayrılmış. Baskı ve Çizimler ilgimi çekmediğinden gezmedim ve yorum yapamıyorum. Tasarım kısmı ise, İsveç denilince akla gelen o yaratıcı zekanın ürünü birbirinden güzel tasarımların mabedi gib.. olması gerekirken, değil. Çünkü koleksiyonda gördüklerimizin hepsi, yaklaşık 50-100 yıl önce yapılmış tasarımlar olduğundan; şu anda hepsinin daha gelişmişini ortalama bir IKEA mağazasında bulmak mümkün. Tabii her şeyin başlangıç noktasına tanık olmayanlar için görülesi. (Diğer yandan sergi düzeni bakımından semt pazarlarından farkı yok. "Ne alırsan 1 Milyon" ibaresini gözlerim aramadı değil.)
Resim ve Heykel Koleksiyonu ise 18-19. yy İsveç, 17-18. yy Fransız, 17. yy Hollanda ve İkonalar başlıkları ile dört ana bölüme ayrılmış. 17-18 yy Fransız sanatı denilince, tabii ki akla Empresyonizm geliyor. Müzenin koleksiyonunda Cézanne, Degas, Gaugain, Manet, Monet, Pisarro, Renoir ve Sisley gibi, akımın en büyük ustalarının eserleri mevcut. 17. yy Hollandası denilince ise tabii ki Rembrandt demek yetiyor.
18. ve 19. yüzyıl İsveç Sanatı ise müzenin hemen hemen tek beğendiğim yanıydı. (Evet evet, ayrı bir Empresyonizm kısmı olmasına rağmen) Nordic Kültürü'nü, o soğukluğu, o durgunluğu ve o melankoliyi yansıtan tablolar; o ışık kullanımı, baştan çıkarıcı olmasa da hafif büyüleyici bir etkiye sahipti. 18. yüzyıl İsveç'inin sembollerinden biri haline gelmiş olan Alexander Roslin imzalı portre "The Lady with the Veil (The Artist's Wife)" (1769) ve türevleri dönemin diğer Avrupa akımlarından fazlaca esintiler taşısa da; başta favorim Eugene Jansson'un "Sunrise over the Rooftops"ı (1903) olmak üzere; Karl Nordstrom ve Carl Wilhelmson eserleri oldukça 'kuzeyden' ve ilgi çekiciydi.
Zevkler zamanla ve birikimle değişen şeylermiş, Nationalmuseum bana bunu öğretti. Geçmişte, küçük yaşlarda gezdiğim Avrupa müzelerinde metrelerce uzunluktaki yağlıboya tabloları ve karanlık galerileri ağzım açık kalarak izlediğim günler çok geride kalmış. Hele ki "Moderna Museet" gibi bir modern sanat tapınağından çıkıp bu karanlık galeriyi gezince, boğuluyorum zannettim. Empresyonizm bile karanlık, cilalı mermerler bile kirli gözüktü gözüme. Kısacası derim ki, "Nationalmuseum" güzel ve zengin bir müze. Ama modern sanata olan sevginiz, klasik sanata olanı aşıyorsa; sizin yeriniz karşıki ada.
Sırada: Malmö
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder