8 Aralık 2010

Pink Floyd Balesi'nin Ardından

Konuk Yazar: Ezgi Arıduru

La Scala Tiyatrosu Bale Topluluğu
25 Kasım 2010, İstanbul


Psychedelic müziğin kaçınılmaz bir görsel yanı var. Bu, görsellik ve müziğin sıkça birlikte bulunmasından mı yoksa gerçekten zihnin imgelerinin müzikle dışa vurulduğu bir tür olmasından mı kaynaklanıyor emin değilim. Her şekilde bir Pink Floyd parçası zihinde ses titreşimi olduğu kadar ışık titreşimi olarak da beliriyor; bu niteliğiyle daha etkileyici, daha çarpıcı hale geliyor.

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da dört günde beş temsil yapan Pink Floyd Balesi bu savın bir sağlamasıydı. Pink Floyd’un müziğinin görselliğe yatkınlığını sezen bir aklın, pek çok açıdan iyi düşünülmüş ve son derece iyi uygulanmış gösterisi kalabalık bir dansçı ekibine sahipti. Repertuvarında pek çok klasik bale ve opera yapıtı bulunan bir topluluğun “farklı” bir iş yapması ayrıca bir keyif, aynı zamanda da gösterinin artılarından biriydi.

Gerçekten de Pink Floyd’un çok bilindik parçalarının yanısıra daha az bilinen beste ve yorumlarına da yer veren gösteri beklenebileceğin aksine tam anlamıyla bir çağdaş dans koreografisi içinde düzenlenmemişti. Dansçıların çağdaş dansa yatkınlıkları kadar klasik tekniğe hakimiyetlerini ve kondisyonlarını gösterebilecekleri, ne birine ne diğerine üstünlük atfetmeyen dengeli bir dil hakimdi. Koreografi bu anlamda senfonik rock tanımının ikiliğini de yansılıyordu. Senfonik müziğin geleneksel birikimi ile rock müziğinin yenilikçi ve sınır tanımaz niteliğine uygun olarak klasik figürlerin sınırlarının zorlandığı ya da aynı kompozisyon içinde birbirinden farklı ekollerde beden hallerinin bulunduğu anlar vardı.

Sahnedeki bu çok seslilik gösterinin en övülmeye değer niteliklerinden birini oluşturuyordu. Tıpkı müziğin katmanları gibi sahne de geçişli pek çok kareden oluşuyor, bunlar kimi zaman birbirleri içine akarken kimi zaman son derece ayrık ve bağımsız kalabiliyorlardı. Bu bir araya gelme ve dağılma, birleşme ve kopma, bütün ve parça ikiliği, dinamizmi daima yüksek tutuyordu.


Yalın kostümler ve yok dekor yerini ışık ve renk kullanımına bırakmıştı. Işığın ve rengin çerçevesinde bedenler tek başlarına ya da birlikte devinerek beden olmanın ötesinde forma dönüşüyorlardı. O kadar ki sahnede Pink Floyd’un müziğiyle esrik bir transa girmiş hoş bir sanrıyı izlediğinizi düşünebilirdiniz rahatlıkla. Birkaç bedenin oluşturduğu figürlerin dönüşüp değişmesi, birbirlerinin içine geçip dağılması, yeniden hep birlikte bu kez kütlesel bir yapı oluşturup devinmeleri müziğin de vurgusu ile tipik, akışkan, fraktal psychedelic bir görselliği yansıtıyordu. Aynı bağlamda, yineleme ve form ilişkisiyle gelen, bedenlerin motiflere dönüştüğü anlar heyecan vericiydi. Özellikle klasik baleden aşina olduğumuz “sakin” anlarda beliren, saçma gereksizlikleriyle motif serileri yine bu trans duygusunu pekiştiriyordu. Bu haliyle, gösterinin yalnızca Pink Floyd bestelerinin üzerine bir koreografi oturtmaktan öteye geçtiğini, kavramsal bir yapı oluşturmayı başardığını söylemek mümkün.

Bir yandan da içerikteki bu bütünselliği programa yansıtamamış olmaları beklenmedikti. Parçalar arasındaki geçişsizlik akıcılığı zedeliyor, izleyiciyi ister istemez akıp gitmekte olan transından çıkmaya zorluyordu. Bu anlamıyla gösteri sıkı bir konser duygusundan çok, bir albüm kaydının kaçınılmaz yabancılaştırıcı etkisini taşıyordu. Finalden az önce gelen Run Like Hell yorumunun MJ koreografisi (Michael Jackson da deseniz olur Mick Jagger da) ise salonu zirveye taşıyarak kapanışa hazırladı hazırlamasına ama gösterinin geriye kalanına iğreti durmaktan da kaçınamadı.

Gelgelelim ayrıntıları bir yana bırakıp bütüne bakınca her anlamda doyurucu bir işle karşı karşıya olduğumuzu yadsımak haksızlık olur. İzleyicinin nabzını tutmak da bu gösterinin başarılarından biriydi kuşkusuz. Bana tribünlere oynamak gibi gelse de salonu ayağa kaldırmayı başardıklarına ve alkıştan perde kapatamadıklarına göre, tarihi neredeyse 250 yıl öncesine giden bu kumpanya çağdaşın da Pink Floyd’un da hakkını teslim etmişti. Üstelik tüm gösteride en sevdiğim bölümü bis parçası olarak yineleyerek bir kez daha ayık kafamla denizşakayıklarına dönüşen kurbağalar görmemi sağlamaları da cabası.

Hiç yorum yok: