27 Şubat 2009

8. !F Bağımsız Filmler Festivali'nin Ardından...

AFM tarafında bu yıl 8.si düzenlenen !F Bağımsız Filmler Festivali 12-22 Şubat 2009 tarihleri arasında İstanbul ayağını gerçekleştirdi. 23-26 Şubat tarihlerine konulan ek gösterimler sonrasında da son buldu. Bu yıl, !F'te 10 film izledim, 5'ine taptım, 1'inde kendimi aptal hissettim, 1'inde hayal kırıklığına uğradım, 3'üne olmamış dedim. Yerden göğe sığdırılamayan Mickey Rourke performansını görmek için erkenci davrandığımdan ve filmi seyretmiş olduğumdan "Wrestler"a, 27 Şubat vizyon tarihleri nedeniyle "International" ve "Revolutionary Road"a gitmedim. Kaçırdığıma üzüldüğüm tek film olan "Burning Plain"i ise dün geceki ek gösterimi ile seyretme fırsatı buldum.

De Ofrivilliga - Involuntary (Yön:Ruben Östlund): Avrupa'daki birçok festivalden ödülle dönmüş olsa da, benden ödülle dönemedi bu İsveç filmi. Farklı insanların kesişmeyen hayatlarından kısa görüntülerle istemsizce bir şeyler yapmayı, utanma duygusunu ve başkalarının ne düşündüğünü önemseyişimizi deşen bir filmdi.

Mannen som elsket Yngve - Man Who Loved Yngve (Yön: Stian Kristiansen): Norveçli yönetmenin ilk filmi olan "Mannen som elsket Yngve", Berlin Duvarı'nın yıkıldığı dönemde geçiyor. Aynı anda hem bir kıza, hem de bir erkeğe aşık olan Jarle'nin kendisiyle, kalbiyle ve çevresiyle yüzleşmesini izliyoruz. Filmin inanılmaz eğlenceli soundtrack'i, romantikliği, esprileri, oyuncularının şirinliği ve yetenekliliği, açılış sahnesi, kapanış sahnesi ve daha birçok sahnesi; bu filmi yalnızca festivalde seyrettiklerim arasında değil, yıl boyunca seyrettiğim filmler arasında en iyilerin arasına soktu. Ayrıca sahnede bambaşka bir insan haline gelen Jarle'nin mikrofonu eline aldığı her an, kendim hakkında biraz daha düşünmeme neden oldu.

Nick and Norah's Infinite Playlist (Yön: Peter Sollett): Juno'nun Michael Cera'sı, romantik komedi türü ve "mix tape"ler. Hayallerimin filmi gibi duruyor bunları düşününce. Ama değil. Sıradan bir Amerikan gençlik komedisi. Absürd karakterler, aptalca bir senaryo ve boşuna harcanmış bir konu var ortada. Ama filmin soundtrack şarkıları defalarca dinlenecek kadar güzel bir bütün oluşturmuş, o ayrı.

Pleasure of Being Robbed (Yön: Joshua Safdie): "Pleasure of Being Robbed" derken? "Pleasure of Robbing" olmasın? Filmin adı dahil, saçmalıktan ibaret bir filmdi bana göre. Kısacık süresinin yarısı boyunca bir şeyler olmasını bekledim, fakat olan tek şey karşıma oyuncak bir kutup ayısına sarılan elleri kelepçeli bir kızın çıkması oldu.

Synecdoche, New York (Yön: Charlie Kaufman): Akıl ve zaman oyunlarıyla dolu "Adaptation" ve "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" gibi iki harika filmin senaristi Charlie Kaufman'ın ilk sinema filmi. Philip Seymour Hoffman, Michelle Williams, Samantha Morton, Catherine Keener, Dianne Wiest, Hope Davis, Jennifer Jason Leigh gibi muhteşem oyunculardan oluşan inanılmaz bir kadro. Fakat zaman, mekan, geçmiş, gelecek, hayat, gerçeklik, hayal ve kurmacayı o kadar birbirine sokmuş ki Kaufman; filmin anlattığı şeylerin çok fazla olduğunu anlamanıza rağmen, o şeylerin ne olduğunu çözmek için düşündüğünüzde beyniniz kısa devre yapıyor. Yorum yapamıyorum filme. Geriye bir tek çok güzel bir şarkı olan "Little Person" kalıyor.

Afterschool (Yön: Antonio Campos): En az Gus van Sant'ın "Elephant"ı kadar güzel bir lise filmi. Lise gençliğini bu kadar güzel anlatan, büyükler ve ergenlerin olayları algılayışları arasındaki farkları bu kadar güzel tespit eden bir onu seyrettim zaten. Ezra Miller'ın ilk oyunculuk deneyimi de, Antonio Campos'un ilk yönetmenlik deneyimi de fazlasıyla başarılı. Filmin senaryosu ve işlediği konu da zaten yeterince çarpıcı. Herkese tavsiye edilir.

Slumdog Millionaire (Yön: Danny Boyle): Bu yılın tüm ödüllerini silip süpüren 8 Oscarlı Hindistan külkedisi masalı İngiliz bağımsızı o kadar çok konuşulmuştu ki, filmi aşırı bir önyargı ve antipatiyle izledim. Fakat daha giriş sahnesinden başlayarak kendini sevdirdi bana ve tapmamı sağladı. Kurgusu başta olmak üzere, her yönüyle kusursuz bir film "Slumdog Millionaire". Ve evet, yılın en iyi filmi. (Yine de bu A.R.Rahman'ın aldığı En İyi Müzik Oscar'ını hazmettiğim anlamına -hâlâ- gelmiyor.)

Wackness (Yön: Jonathan Levine): 1994 yılında New York'ta geçen, olaydan en uzak insanın bile ot içesi gelen, bir numara bir film. Kafası karışık olanın gençler mi, yoksa gençliğinden vazgeçememiş büyükler mi olduğunu soran; kafası güzel insanlarla kaplı bir film. Ot satan bir liseliyle bu kadar empati kurabileceğimi söyleseler inanmazdım. Josh Peck ve Ben Kingsley'in oyunculukları ve uyumu ise filmi izlenir kılan en önemli şey.

Wendy and Lucy (Yön: Kelly Reichardt): İnsanlara yabancılaşmış, köpeği Lucy'den başka kimseyi ve hiçbir şeyi düşünmeyen, hayatı salmış Wendy'nin gerçekle yüzleşmesinin hikayesi. Oldukça sıkıldığım ve Michelle Williams'ın yerlere göklere sığdırılamayan oyunculuğunu farkedemediğim bir film oldu. Yılın en iyi bağımsız filmleri arasında gösterilse de, bana göre durum farklı.

Burning Plain (Yön: Guillermo Arriaga): Alejandro Gonzalez Iñarritu'nun kesişen hayatlar üçlemesinin ("Amores Perros", "21 Grams", "Babel") efsane senaristinin ilk yönetmenlik denemesi, kendisinin kavga edip ayrıldığı arkadaşından çok şey öğrendiğini gösteriyor. Charlize Theron ve Kim Bassinger ile olduğu kadar Jennifer Lawrence ve J.D.Pardo ile de dikkat çeken mükemmel oyunculuklar. Guillermo Arriaga'nın ustası olduğu tarzda ibr senaryo. Lüks restoran sahibi bir kadın, yanan bir karavan, iki cenaze, annesini kaybetmiş bir genç kız, babasını kaybetmiş bir Latino, kocasını aldatan bir anne, karısını aldatan bir baba, ilaçlanan bir tarla, 12 yaşında annesini hiç görmemiş Meksikalı bir kız... Etkileyici bir filmdi "Burning Plain".

Sırada 28. İstanbul Film Festivali var. 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin programı 10 Mart'ta açıklanıyor.

3 yorum:

Tekir dedi ki...

Emre'cim, seni gıpta ve hayranlıkla takip ediyorum.Film izleme performansın kadar, yazıların da (tamam yakamozdakiler daha iyiydi) harika! Ne ara vakit buluyorsun da bunca film seyrediyorsun :) Devam... Sevgiler.

Benay dedi ki...

vay if'te benim sevdiğim filmleri sevebilen bir sinema sever:)blogu da inceledim takipte olacağım,başarılar :))

Emre dedi ki...

ahaha : ) sorma valla ben de benim sevdiğim filmleri sevebilen sinemaseverler bulmakta zorluk çekiyorum bazen :P