21 Temmuz 2011

Rock'n Coke 2011'in Ardından

Konuk Yazar: hunterofphoenix

Geçmiş yıllara nazaran her kesimden insana ulaşmak için hazırlanmış bir line-up’la karşımıza çıktı Rock’n Coke, 2011 yılında. Kimi kesime göre gelen sanatçıların çoğu geçmiş yılların yıldızlarıydı. Ama bu sanırım sadece popüler müziğe saplanıp kalmış insanların şikâyetiydi. Sanatçıların duyurulma şekli her ne kadar saçma olsa da (10000 like olmadan göstermem abi) gelen isimlerin kalitesi ve bolluğu festival öncesi gerçek müzik severleri tatmin etmiştir şahsi kanaatimce.

Tahmin edileceği üzere bir festivali oluşturan tek şey gelen sanatçılar olmamakta. Kamp alanından tutun da, yiyecek-içecek büfelerine, güvenliğe, gelen izleyici profiline ve tuvaletlere kadar onlarca şeyin bir arada bulunacağı bir festivali düzenlemek zor iştir. İşte tüm bu unsurları detaylı ve sıkmadan anlatmak gerekirse Rock’n Coke 2011 şöyle geçti:

Cuma trafiğinin ne olduğunu her İstanbullu çok iyi bilir. Gözünüzde büyüyen, bir türlü açılmayan trafik eğer bir toplu taşıma aracında iseniz daha da korkutucu olabiliyor. Klima (eğer varsa) yetersiz, koltuklar elinizdeki çantalarla daha da sıkışık. Sanırım kafada oluşturmak zor değil. Tüm bunları göze alıp Cuma gününden gitti benim gibi bir sürü kampçı. Taksim’den yaklaşık 4-4.5 saatlik bir yolculukla Hezarfen’e ulaşmayı başardık. Nispeten çabuk ilerleyen bir sırayla güvenliğe kadar ulaştık. Burada katılımcılara bedava soğuk kolalar veren organizasyona teşekkür etmek isterim, çok bonus sevap kazandınız.

Fotoğraf: Anıl Uluşan

Ancak ah o güvenlik yok mu o güvenlik? Şiddetten uzak bünyemi delirtmeyi başardıkları için öncelikle kendilerini tebrik etmek isterim. Çantamı sanki bir terör örgütü üyesinin çantasıymış gibi karıştırması. Lens solüsyonuma ve yedek lenslerime parçalarcasına el koymaya çalışması, içeride pil satılıyor olmasına rağmen fenerimin pillerini alması ve bunları yaparken ağzından tek kelime çıkmaması sinir bozucuydu. İşin daha ilginç yanı, bunu yaşamayanlar yani rahat rahat insan muamelesi görerek içeri girenler de vardı. Nitekim bedava kolayla kazanılmış puanlar bu yaşadığım güvenlik olayıyla azaldı.

Benim gibi nice çadır kurma özürlüsü insana yardım eden kamp alanında çalışan gönüllüler çok uğraştı Cuma günü. Etrafa rastgele dizilmiş çadırlardan ziyade düzen ön plandaydı. Bu sayede çadırlara takılmadan ya da onları yıkmadan yürüyebiliyorsunuz rahat rahat. Pek dikkat çeken bir durum olmasa da ilk düşünüldüğünde, bu çok büyük bir artı puan kazandırdı organizasyona. Gelelim kamp alanının sıkıntısına; saat 08.00-08.30’dan sonra uykuya devam etmeniz imkânsız durumda. Öyle bir güneş çıkıyor ki, düşman başına. Hele ki sadece bu kamp için ucuz tek katlı çadırlar almışsanız durum daha da vahim oluyor.


Gelelim organizasyonun fena çuvalladığı yere. Tuvaletler ve su. Çok detaya girmek istemiyorum bu konuda aslında, kısa geçeceğim daha da iğrenç olmaması için. Ben 6 yaşından beri festivallere gidiyorum ekolünün bir üyesi değilim ama arkadaş o tuvaletlerin hali neydi öyle? Kimse dolmuş ve taşmış bir pisuvar ya da seyyar tuvalet kabini görmek istemez. Ara ara ana sahne tarafına bile kokusu geliyordu. Kısaca; çok kötüydü… çok.

Yemekler ve içecekler
konusunda pek sıkıntı gözlemleyemedim aslında. Seçebileceğiniz onlarca büfe olunca fiyatlar da normal seviyede kalmış durumdaydı. İçecekler konusunda basit zevkleri olan biri olduğumdan aldığım biraların soğuk olması benim için yeterliydi. Organizasyon bu konuda gayet iyiydi. Ancak insan çöp kutuları koyar belli aralıklarla. Herkesten yediğini atmasını beklemiyorum ama bir çöp kutusu be. Zaten herhalde bunu kendileri de fark etmiş olacaklar ki, Cumartesi akşamı ya da Pazar sabahı tam hatırlamıyorum, 5 tane bardak getirene kola veriyorlardı. Pek etkili bir çözüm değil, çabaladılar son dakikada ama olmadı.


Ve asıl olay: Müzik... Vodafone Free Zone Sahnesi’nin sabah 12.00 sularında başlaması çok güzel bir hareketti. Matını, minderini alan onlarca kişi gölgeye kuruldu, ya gözünü kapatıp yarı uyur halde müziğe bıraktı kendini ya da arkadaşlarıyla muhabbet etti. Festivalin açılış kurdelesini cumartesi günü Hemi Behmoaras kesti ve de ne iyi etti. Ardından gelen Grup Ses Beats ise muhteşemdi. 60’ların Türk Funk’ını alıp harika bir performansla izleyenleri hem hareketlendirdi hem de güldürmeyi başardı. Sezyum’un performansını merak etsem de Ana Sahne’nin açılışı ile sadece kısa bir süre izleyebildim.

Fotoğraf: Anıl Uluşan

Kurban’ın cehennem gibi sıcak ortamı daha da ısındırması ile festival tam anlamıyla başlamış oldu benim adıma. Çilekeş’in de hakkını yemeyelim sadece çok erken bir saatte çıktılar. Duman konseri ise bildiğimiz Duman konseriydi, Kaan yerine seyirciler söylüyordu şarkıları. The Kooks festivalin katılımcılarının açıklanmasıyla keşfettiğim bir gruptu. Bu sayede Paolo Nutini ile birlikte merak ettiğim sanatçı/grupların başında geliyorlardı. Güzel müzikleri hakkında söylenecek bir şey olmasa da tek bir şey diyebilirim sanırım haklarında. İngilizceme ne kadar güveniyor olsam da şarkı aralarında Luke Pritchard’ın o kuvvetli aksanından bir şey anladıysam Arap olayım. Ve evet en güzel şarkıları California (bkz: Erkek Psikolojisi).

Fotoğraf: Ezgisu Biber

Cumartesi gecesinin merakla beklediğim performansı Motörhead yerine Limp Bizkit’ti. Zamanında takip ettiğim, şarkılarını ezberlediğim yani kısaca hayranlık duyduğum bir grup değildi Limp Bizkit. Ama ergenlik yıllarımın sembol gruplarının başında geliyordu. Zaten bir hafta öncesinde Harry Potter’a temelli veda etmiş bir bünye için ikinci vurgundu Limp Bizkit konseri, gelip geçen yılları hatırlatması yüzünden. Konserleri öylesine kafayı sallayarak ve ayakla ritim tutarak izlerim. Ama elemanlar sağ olsun çılgınlar gibi zıpladım, tepindim ve sayelerinde geçici bir zaman yolculuğuyla o bahsettiğim günlere döndüm. Dolayısıyla festivalin en güzel 3 sahne şovundan birine sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Konser sırasında Fred Durst sahne önünü de geçip bir anda önümde dikilince kamerayı çalıştırdım ve 32. Saniyede yaşadığım olay yüzünden küçük dilimi yuttum. Nasıl gördü, nasıl fark etti bilmiyorum ama Fred’le paslaştık, bakıştık.

Fotoğraf: Anıl Uluşan

Pazar günü programı biletleri aldığım ilk günden beri beni çok heyecanlandırıyordu. Özellikle bu gün 3 ayrı sahneye çıkacak olan sanatçılara baktığımda hangisine gideyim, hangisini feda edeyim diye çok düşündüm. Sonuç olarak feda ettiklerim ve izlediklerim şu şekilde oldu: FM Belfast ilk bakışta Eurovision’a katılacak kuzenler topluluğu gibi gözüküyordu ama laflarımı bir bir yedirdiler. Güneşi batırmak için Paolo Nutini daha iyi bir seçim olabilirdi Skunk Anansie yerine. Festival’in en güzel performanslarından birini verdikten sonra Paolo Nutini ağzında kuş tutsa yaranamazdı o kitleye. Skunk Anansie’nin kelimelerle anlatılmayacak performansı sırasında Skin iki kez seyircilerin arasına atladı, bunlardan birinde Skin’in üzerimizde yürümesi ise hayatımda gördüğüm en güzel sahnelerden biriydi. Güneş ufukta batıyor ve Skin üzerimizde yürüyor. Gene de duyarlı kadınmış ki topukluları çıkarıp botla bu işlemi yaptı.

Fotoğraf: Anıl Uluşan

Paolo Nutini beklentilerimin üzerinde bir performans gösterip hepimizi hüzünlendirmeyi başarmış olsa da adamın şanssızlığı demin de dediğim gibi Skunk Anansie’den sonra çıkmış olmasaydı. Böyle bir festivalde The Kooks gibi daha erken saatte çıkmaları gerekiyordu. Nitekim konser başında aklımda Candy’yi dinleyip diğer sahnelere gitmek olsa da thebalkabaa ile sonuna kadar keyifle dinlemiş olduk.

thebalkabaa: Sence Paolo ile Nutella arasında bir akrabalık var mıdır?
hunterofphoenix:
ne?

thebalkabaa: Diyorum ki Paolo ile Nutella arasında bir akrabalık var mıdır, hani İtalyan falan ya soyadı da Nutini?
hunterofphoenix:
o_0

Aslında asıl macera Paolo Nutini konserinden sonra başladı benim için; Beach House’un son 3 şarkısına yetişebildim. Şansıma sevdiğim şarkıları sona kalmıştı. Acaba Mogwai’ın ne kadarını kaçırdım derken organizasyonun tek gecikmiş konserinin bu olduğunu Coca Cola Zero Sahnesinin önündeki sinirli kalabalığı görünce anladım. Üzüldüğüm iki şeyden biri Mogwai ve Thievery Corporation’ın doğru düzgün dinleyememek oldu. “Alıp götürdü” kalıbını kullanmayı sevmeyen ve çok yapay bir laf olduğunu düşünen ben, bu lafı rahatlıkla söyleyebilirim Mogwai için.

Fotoğraf: Ece Öztunç

Festivale son noktayı ise Moby ile koymuş oldum. Yorgundum, dizlerim ve ayak tabanlarım ağrıyordu. Güneş kremim işe yaramamış ensem kararmıştı, çadırımı bu karanlıkta nasıl toplayacağımı düşünüyordum. Neden yalnızdım, iş ve ev bulabilecek miydim? Festivalin sonuna doğru bünyede oluşan yıpranmalar bu tarz sayıklamaları da beraberinde getirdi. Ancak Moby bunlara ilaç gibi geldi. Son bir güçle Moby ile zıpladım, tepindim ve güzel bir festivale nokta koymuş oldum.

Kendime not: Oğlum hunter, artık fitness’a yazılmanın vakti gelmiş. Millet kas ve dövme yaptırmış, onları gösterir olmuş herkese. Ama bir daha bak onlara, senin gibi amele yanığı olmadılar. Hadi bi gayret, bu yaz olmadı ama önümüzdeki yaza adonislerle giriş yapabilirsin. Kimi kandırıyorum ben?

Devamı çok yakında thebalkabaa'ndan...

Hiç yorum yok: