20 Ocak 2011

Sosyal Çağın İlk Destanı: The Social Network

Bu yazı ‘spoiler’ içerir. Ama hangimiz günde bir saatten fazla zaman geçirdiğimiz bir sitenin başarısından habersiziz ki?

Karşılıklı yemek yiyen genç bir çift görürüz önce perdede. Kızın ne kadar gururlu, erkeğin ise ne kadar aptal olduğunu gösteriyor bize. Yaklaşık 10 dakika süren bu diyalog, çok iyi yazılmış bir diyalogdur. Çünkü o aptal erkeğin, çağımızın teknolojik devrimlerinden birinin ardındaki dâhinin ta kendisi olabileceğine ihtimal bile vermeyiz konuşulanları izlerken. Ülkemizde 22 Ekim’de vizyona giren “The Social Network”, işte böyle etkileyici ve cesur bir sahne ile başlyor.

Doksanlı yılların ikinci yarısında “Se7en” ve “Fight Club” gibi, tüm zamanların en iyi filmleri listelerinde kendilerine rahatlıkla yer bulan iki filme imza atarak adını duyuran David Fincher; iki binli yıllarda birbirinden farklı türler denedikten sonra facebook’un yaratıcısı Mark Zuckerberg’in yaşam öyküsüne odaklanmıştı. Yaşam öyküsü derken, yalnızca çeyrek asırlık bir yaşam sürmüştü Zuckerberg henüz. Fakat mimarı olduğu teknolojik devrim; önce insanların sosyal yaşamını değiştirmiş, ardından kapitalist düzenin ilgisini çekerek milyon dolarlık bir yatırım aracı ve pazarlama mecrası halini almıştı. Sosyal medyanın, sosyal ağların, dijital pazarlamanın, şeffaf yaşamların ve offline ile online dünyanın iç içe geçişinin ateşleyicisi olmuştu facebook. – ya da ilk adıyla thefacebook.

Fincher, filminde Zuckerberg ya da çevresindekileri kaynak olarak almak yerine; filmini Ben Mezrich’in, içerdiği bilgilerin doğruluğu çokça tartışılan ve yarı-kurgusal olduğu iddia edilen romanı “The Accidental Billionaires”ten uyarlanmış olan bir senaryoyu seçti. Senaryoyu yazan isimse “American President” ve “Charlie Wilson’s War” gibi politik ve biyografik filmlerin senaristi Aaron Sorkin idi. Sorkin’in hikayesi, bir biyografiden çok bir kararlılık ve başarı hikayesiydi. Ve her başarı hikayesinde olduğu gibi entrikalar, zorluklar ve engellerin bolca yer aldığı bir hikaye…

Filmin harika kurgusu, iki dava üzerinden yürüyen bu hikayeyi bir solukta izlemeyi sağlıyor. Geri dönüşler, ileri gidişler, davalar arası geçişler; (yılın başka bir popüler filminde olduğu gibi rüya içinde rüya değil belki ama) dava içinde dava algısını yaratarak sürüklüyor seyirciyi. Teknolojik bir devrimin yaratılış sürecinde, kimin kazanan kimin kaybeden olduğunun belirlenişinin metaforu olarak kullanılan bir kürek yarışı var filmde. Filmin ne ile ilgili olduğunu tam olarak orada anlıyor aslında izleyici: “The Social Network”, kazanmak ve kaybetmek; ve kazanmak için her zaman dürüst olunması gerekmediği üzerine. Ya da afişte denildiği gibi; 500 milyon arkadaş edinmek için, birkaç düşman edinmenin şart olduğu üzerine…

Filmin genç oyuncularının her biri takdir edilecek performanslar sergiliyor. Yıllarca bağımsız Amerikan filmlerinde oynayarak küçük bir hayran kitlesine sahip olan Jesse Eisenberg, Mark Zuckerberg için çok iyi bir tercih. Fakat bana göre filmin en iyi oyuncusu Eduardo Saverin rolündeki Andrew Garfield. Bir arkadaşın düşmana, bir dostun bir davacıya, bir hayalin bir kabusa dönüşümünü; üniversiteli bir genç olduğunu unutmadan yansıtıyor Garfield. (Kendisinin geçtiğimiz aylarda Spider-Man rolünü Tobey Maguire’dan devraldığını da ekleyelim.) Diğer yandan Napster’ın yaratıcısı Sean Parker rolündeki Justin Timberlake ise rolünün hakkını vererek yalnızca ticari kaygı ile filme dahil edilmiş olmadığını kanıtlıyor.

David Fincher, 80 yaşında doğan bir adamın tuhaf hikayesinden sonra; 25 yaşında milyarder olan bir adamın hikayesine odaklanıyor “The Social Network” ile. Bu modern çağ hikayesini anlatırken, çizgisel bir kurgu izlemeyişi dışında klasik yöntemlerle sınırlı kalıyor. facebook’un insanların hayatında neler değiştirdiğini ve ne kadar önemli bir icat olduğunu sayılarla geçiştiriyor belki. Ama sosyal ağ ve sosyal medya çağının ilk filmine imza atıyor. Filmi beğenenler, alacağını savundukları ödülleri işte bu gerçekle öngörüyor.* Beğenmeyenler ise “Ne yani, koskoca Facebook, bir kıza olan öfke nedeniyle mi icat edilmiş?” diyorlar filmle ilgili. Evet, böyle bir şeyin doğru olması mümkün olamaz. Ama işte, ya doğruysa?


*Bu yazı yazıldıktan sonra, “The Social Network”, aralarında Altın Küre, Broadcast Film Critics Association, National Board of Review ve National Society of Film Critics ödülleri de dahil olmak üzere toplam 25 En İyi Film, 25 En İyi Yönetmen, 29 En İyi (Uyarlama) Senaryo, 6 En İyi Erkek Oyuncu (Jesse Eisenberg), 1 En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Armie Hammer) ödülüne layık görüldü. Bunların dışında En İyi Film dalında 8, En İyi Yönetmen dalında 7, En İyi Erkek Oyuncu dalında 18, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında 15 (Andrew Garfield (14) ve Justin Timberlake (1)) ve En İyi Senaryo dalında 4 adaylık aldı.** Film, Şubat ayında dağıtılacak Oscar Ödülleri için de şimdiden birçok dalda favoriler arasında gösteriliyor.

** İstatistikler için Burak Hazine'ye teşekkürler.

3 yorum:

Medical Jesus dedi ki...

Filmin senenin en iyisi olduğunu düşünmediğimi biliyorsun ama bu yazı gerçekten başarılı olmuş Emre, TSN hakkında okuduğum en başarılı eleştirilerden biri. Filmi tekrar gözden geçirmeme de sebep olacağından şüphem yok.

Emre dedi ki...

Teşekkürler! ;)

SirEvo dedi ki...

8,5 verdim ben. Abartılacak bir film değil. Ama kesinlikle akıp gidiyor. Sürükleyici, merak uyandırıcı. Black Swan, The King's Speech, True Grit gibi babaları bir türlü göremedik sahnede. Oscar'a kadar izleme şansına erişiriz umarım.