11 Ekim 2009

Hollywood Araklıyor!

"Son yıllarda stüdyoları saran yeniden çevrim furyasının sonu gelmiyor. Bu filmlerin kayda değer kısmı eleştirmenlerce vasat, hatta kötü bulunuyor, sinemaseverlerden tepki çekiyor ve gişede de ciddi bir başarı sergilemiyor ama her sezon onlarca yeniden çevrim tekrar salonları işgal ediyor." Sinema dergisinin Temmuz 2009 sayısındaki Murat Emir Eren, Engin Ertan ve Uygar Şirin tarafından derlenmiş "Hollywood Sinema Tarihini Yağmalıyor" başlıklı dosya yazısı bu cümlelerle başlıyordu. Gerçekten de 2000'li yıllar sinemasına ve pek yakında seyretmek üzere olduğumuz yapımlara bakıldığında bu yeniden çevrim (remake) çılgınlığının ne kadar ciddi bir şekilde salonları işgal ettiğini/edeceğini görebiliyoruz.

Hollywood yeniden çevrimlerini iki bölümde incelemek gerekiyor aslında. İlki, geçmişte çok beğenilen Hollywood filmlerinin günümüze uyarlanması sonucu karşımıza çıkanları. Yakın zamanda "3:10 to Yuma", "The Day the Earth Stood Still" ve "Taking of Pelham 1 2 3" gibi yapımlarla görmüştük bunun örneklerini. Fakat benim asıl üzerinde durmak istediğim, dünya çapında, hem eleştirel hem de gişe anlamında başarı gösteren yabancı dildeki filmlerin Hollywood tarafından Amerikan kültürüne (?), zevkine (?) ve entelektüel yapısına (?) uyarlanması sonucu ortaya çıkan filmler. Bir diğer deyişle yabancı dilde, altyazılı film seyretmeyen Amerikan halkına bu filmleri izlettirme ve bunu yaparken para kazanma kaygısıyla yapılan yeniden çevrimler...

2000'lerin başında, Uzakdoğu sinemasına, özellikle de korku filmlerine ilgi duymaya başladı Hollywood. Hideo Nakata imzalı 1998 yapımı Japon korku filmi "Ringu", Gore Verbinski tarafından "The Ring" adı ile Hollywood'a uyarlandı. Bu yeniden çevrim genel anlamda başarılı bulundu aslında. Hem başroldeki Naomi Watts "Mulholland Drive" sonrası bir gişe filminde oynamış oldu, hem de Samara dünya çapında ünlenip popüler kültürün bir parçası olmuş oldu. Hollywood, devam filmi için filmin orijinal yönetmenine teklif götürdü ve Hideo Nakata, 1999'da çektiği "Ringu 2"nin 2005 tarihli Amerikan versiyonu "The Ring 2" için Hollywood'a transfer oldu. Aynı yıl, benzer şekilde Nakata'nın bir başka filmi, 2002 yapımı "Honogurai mizu no soko kara" Brezilyalı yönetmen Walter Salles tarafından "Dark Water" adıyla çekildi. Kısa zaman sonra bir başka Japon korku filmi yönetmeni Takashi Shimizu da, "Ju-on" (2002) ve "Ju-on 2" (2003) adlı korku filmlerini, "The Grudge" (2004) ve "The Grudge 2" (2006) adlarıyla Hollywood'a taşıdı.

Korku filmleri dışında da Uzakdoğu sinemasına ilgisi büyük Hollywood'un. 2006'da Martin Scorsese imzalı ve "En İyi Film" dahil 4 Oscar kazanan "The Departed", aslında Hong Kong yapımı seri "Infernal Affairs"in yeniden çevrimi. Filmin Uzakdoğu standartlarından Martin Scorsese standartlarında bir uzunluğa erişmesi için ise 2002, 2003 ve 2003 yapımı 3 bölümünün ("Mou gaan dou", "Mou gaan dou II" ve "Mou gaan dou III: Jung gik mou gaan") birleştirilmesi gerekmiş. "The Departed", herhalde bugüne kadar en çok beğeni ve ödül kazanan yeniden çevrim olmasını Martin Scorsese'ye borçlu, ya da aksiyon türünde olmasına. Ne de olsa Kore yapımı romantik komedi "Yeopgijeogin geunyeo" (2001), 2008'de "My Sassy Girl" adıyla "Jeux d'enfants"ın yönetmeni Yann Samuell tarafından Hollywood'a uyarlandığında aynı ilgiyi göremedi.

Uzakdoğu sinemasına olan antipatim nedeniyle tüm bu yazdıklarım, zamanında hiçbir olumsuz düşüncemle karşılanmadı. Fakat Hollywood'un gazını alamayıp Avrupa filmlerine de göz dikmesi, canımı sıkmaya başladı bile. 2000'li yıllarda bu trendin ilk örneği 2001 yılında Cameron Crowe'un 1997 yapımı Alejandro Amenábar filmi "Abre los Ojos"tan uyarladığı "Vanilla Sky" oldu. Film Tom Cruise, (orijinal verisyonda da oynayan) Penélope Cruz ve Cameron Diaz'lı kadrosuna rağmen olumsuz eleştirilerle karşılaştı. 2002'de 1997 yapımı Norveç filmi "Insomnia", aynı adla, "Insomnia" olarak Christopher Nolan tarafından yeniden çevrildi. Hem de, Norveç atmosferini sağlamak için Alaska'da. Gabrielle Muccino'nun romantik filmi "L'Ultimo Baccio" da 2006 yılında "The Last Kiss" adıyla Zach Braff'li bir Hollywood yeniden çevrimi için İtalyanca'dan uyarlandı. Fakat geçmişte kalan bu örnekler, sadece ülkelerinde bilinen orijinal filmleri dünya çapında ünlendirdiği için zararsız örnekler olarak algılanabilir yine de.

Geçtiğimiz yıldan başlayaraksa Hollywood'un olayı iyice abarttığını görüyoruz. Pek çoğu ülkeleri dışında da dev bir hayran kitlesine sahip yönetmenlerin onlarla özdeşleşmiş filmlerinin yeniden çevrimleriyle karşılaşacağız yakın gelecekte. Bunun başlangıç noktası olarak ise geçtiğimiz yıl Michael Haneke'nin 1997 yapımı kendi filmi "Funny Games"i, 10 yıl sonra "Funny Games U.S." adıyla yeniden çevirmesini alabiliriz.

Sıradaki örneklerden ilki, bu yıl gösterime girecek olan "Brothers". Danimarka'nın en ünlü yönetmenlerinden Susanne Bier'in 2004 yapımı filmi "Brødre"nin yeniden çevrimi olan filmde Natalie Portman, Tobey Maguire ve Jake Gyllenhaal rol alıyor. Filmi yeniden çeken kişi ise İrlandalı yönetmen Jim Sheridan. Kuzey sinemasının en iyi film bestecilerinden Johan Söderqvist'in müzikleri yerine Thomas Newman'ın müziklerinin gelmesi ile de iyice Hollywood kokacağını düşündüğüm filmde, en azından savaş sahnelerinin abartılmamasını ve Amerikan milliyetçiliği kokmamasını umuyorum.

Geçtiğimiz yılın en iyi filmlerinden olan, İsveçli yönetmen Tomas Alfredson'un başyapıtı "Låt den rätte komma in" ise "Let Me In" adıyla önümüzdeki yıl vizyonda olacak. Biz sinemaseverlere ise, dünyanın en tatlı vampir filmi olan bu çocuksu aşk hikayesinin bir Amerikan-gençlik-vampir-filmine (anladınız siz) dönüşmemesi için yalvarmak düşüyor. Filmde rol alacak isimler yerinde seçimlermiş gibi geldi bana: Richard Jenkins, (yakında "The Road"da izleyeceğimiz) 13 yaşındaki Kodi Smit-McPhee ve 12 yaşındaki Chloe Moretz. Yönetmen de ilginç bir isim: "Cloverfield" ile başarı yakalayan Matt Reeves.

2007'deki Oscar töreninde 2006'nın en iyi yabancı filmi seçilen Alman yapımı "Das Leben der Anderen" de, yakında "The Lives of Others" (2011) ismiyle bir Hollywood yeniden-çevrimi olacak filmler arasında. Büyük ihtimalle Doğu-Batı Almanya gizli servislerinin soğuk savaşını Amrikan-Rus soğuk savaşı dönemine taşıyacak olan bu yeniden çevrim için başrol olarak düşünülen isimse Kevin Spacey-imiş.

Son olarak, bu yıl izleyeceğimiz bir başka film "Everybody's Fine" var... Robert de Niro'nun başrolde olduğu ve ona Melissa Leo, Drew Barrymore, Sam Rockwell ve Kate Beckinsale gibi isimlerin eşlik ettiği film; Akdeniz kokan bir başka filmin, 1990 yapımı "Stanno tutti bene"nin yeniden çevrimi. Orijinal filmin yönetmeni Giuseppe Tornatore, başrol oyuncusu ise Marcello Mastroianni idi. Film için Uygar Şirin, bu ayki Sinema dergisinde şöyle demiş: "Sene [...] 1990. İstanbul Fİlm Festivali'nin son gününde [...] Tornatore'nin "Stanno tutti bene"sini seyretmiştim. Çıktığımda sarhoş olmuş, tokat yemiş, rüya görmüş gibiydim. Kendi kendime dedim ki: 'Her ülke kendi "Stanno tutti bene"sini çekmeli.' [...] 20 yıl gecikmeyle Hollywood sesimi duymuş. [...] Darısı diğer ülkelerin başına." Bense, o kadar beğendiğim bir filmin başkalaşmasına karşıyım, kendi dilime uyarlanmış bir versiyonu bile olsa. Her şey orjinal haliyle güzel.

1 yorum:

Medical Jesus dedi ki...

Güzel olmuş.