


"Humpday": İki straight erkeğin sarhoşken girdikleri bir iddia sonucu gaza gelip gay pornosu çevirmesinin hikayesi olduğunu okuduğumda, çok daha komik ve çok daha eğlenceli bir film beklemiştim. Fakat Lynn Shelton'ın Sundance Film Festivali'nden ödülle dönen bu bağımsız filmi, bende hayal kırıklığı yarattı.
"London River": 2006'da En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı olan "Indigénes" ile tanıdığımız Cezayirli yönetmen Rachid Bouchareb'in Berlin Film Festivali'nden iki ödülle dönen filmi, 2005 yılındaki Londra'daki terör saldırılarından sonra oğlundan haber alamayan Cezayirli baba Ousmane ve İngiliz anne Elisabeth'in merak içinde çocuklarını ararken Londra'da kesişen yollarının hikayesi. "London River", iki oyuncusunun (Brenda Blethyn ve Gümüş Ayı'lı Sotigui Kouyaté) ayakta tuttuğu; dinlerarası diyalog, ırkçılık ve dil konularında oldukça güzel saptamaları olan karamsar ama güzel bir film.

"Informant!": Steven Soderbergh'in iki filmden oluşan Che destanı ile beraber festivalde gösterilen 3. filmi olan "Informant!", ilginç konusuna rağmen sıkıcı ve tatmin etmekten uzak bir filmdi. Başroldeki Matt Damon'ın iyi performansına, yalan söyleyen bir adamın düştüğü durumlar gibi çok uç noktalara çekilebilecek bir konuya rağmen... Çok ağır ilerleyen, çok yavaş bir film. Casus filmi değil, casus komedisi hiç değil.
"9": Yapımcıları arasında Tim Burton ve Timur Bekmambetov'un bulunduğu, müziklerini Danny Elfman'ın yaptığı bir animasyon demek yeterli olur "9" için. Zaten bu cümle güzel bir film seyredeceğinizin garantisidir çünkü. Postapokaliptik bir dünyada, 9 bez bebeğin dünyayı ele geçirmiş olan makinelere karşı savaşını anlatan karanlık animasyon (pek anlam veremediğim ve havada kaldığını düşündüğüm sonu dışında), oldukça izlemesi zevkli bir filmdi.

"Amintiri din epoca de aur": "4 luni, 3 saptamâni si 2 zile"nin yönetmeni Cristian Mungiu'nun yazdığı ve 4 yönetmenle beraber yönettiği 6 kısa filmden oluşan 2 bölümlük bir Romanya dönem hikayesi söz konusu. Çavuşesku rejimi döneminde (filmin adının da kaynağı olan ve Altın Çağ olarak adlandırılan dönem) Romanya halkının başından geçtiği söylenen 6 şehir efsanesini izliyoruz sırayla. İlk 4 kısa film, gerçekten eğlenceli, derdini güzel anlatan ve gerek uzunluğu gerekse modları ile seyirci-dostu filmler. "The Legend of the Official Visit", "The Legend of the Party Photographer", "The Legend of the Party Activist" ve "The Legend of the Greedy Policeman"; zamanında kabusum olmuş Romanya sineması ve Mungiu (bkz. "4,3,2") referanslarına rağmen beni güldürmeyi bile başardı. Çok da eğlenceli hikayelerdi. Fakat sonra 40'ar dakikaya yakın uzunlukları ile (sanırım bu nedenle bu iki kısa(?)film için ayrı bir bölüm yaratmışlar yapımcılar) bu atmosferi tamamen yok eden "The Legend of the Air Sellers" ve "The Legend of the Chicken Driver" geldi. Film toplamda 2.5 saatten uzun sürdü ve her yeni bölümü ile salon biraz daha boşaldı. Her festivalde olur böyle vakalar.
1 haftada bu kadar fazla film seyretmiş olmama rağmen; ne yazık ki, her festivalde olduğu gibi kaçırdığım filmler de oldu. Bunlardan ikisinin programda yer alan filmler arasında en merak ettiklerim olması da oldukça üzücüydü tabi. Biletleri alırken teknik bir sorun nedeniyle gösterilmeyeceğini öğrendiğim Coen kardeşlerin son filmi "A Serious Man"; Müzikus'un partisine gitmek uğruna fedakarlık ettiğim Jane Campion filmi "Bright Star" ve Cannes'dan Altın Palmiye ile dönen Haneke filmi "Das weiße Band"...

Son olarak, bu yıl 7 günden 9 güne çıkan festivaldeki filmlerin; Emek Sineması dışında Maçka Gmall'daki Cinebonus'ta da gösterileceğini duyduğumda önce endişelenmiştim biraz. Fakat Gmall'un gerek tahminimden çok daha kolay ulaşılan bir yer olması, gerekse Cinebonus'un rahatlığı tamamen boşa çıkardı bu endişelerimi. Tabii ki Emek'te, Beyoğlu'nda oynasın festival filmleri; festival filmi denildiğinde akla gelen yerler oraları çünkü... Ama sonuçta aynı fiyata böyle güzel ve rahat salonlarda izleme fırsatı sunulursa her festivalde; beni bundan böyle hiç bir güç Atlas Sineması'nın o işkence sandalyesi kıvamındaki koltuklarına oturtamaz mesela.
1 yorum:
ben bu yıl 3 filme gidebildim. "looking for eric", "the informant" ve "five minutes of heaven"
the informant gittiklerim içinde en zayıf halkaydı. ama beğendim yine de. güzel bir kurgusu var.
looking for eric, futbolsever bünyeler için çok hoş bir film. eric cantona'yı özlemişiz :)
sanırım en beğendiğim five minutes of heaven oldu. gündeme de çok uygun, çok başarılı bir filmdi.
Yorum Gönder