18 Aralık 2009

Sinema Dolu İki Haftanın Ardından...

Aralık ayının ilk haftaları, farkında olan İstanbullu sinemaseverler için dopdoluydu. 4-10 Aralık tarihleri arasındaki 2. İtalyan Film Haftası ve 11-17 Aralık tarihleri arasındaki 12. Sinema-Tarih Buluşması peşpeşe, Alkazar Sineması'ndaydı.

İtalya'nın ve Roma'nın önemli festivallerinden olan Med Film Festival'in uluslarası ayaklarından birini geçtiğimiz yıl İstanbul'a taşımasıyla gerçekleşmeye başlayan ve yine İstanbul İtalyan Kültür Merkezi'nin katkısı ile bu yıl ikinci kez gerçekleşen "İtalyan Filmleri Haftası"nın programında 10 uzun metrajlı kurmaca film, 5 belgesel ve 10 kısa film vardı. Alkazar Sineması'nda ve Pera Müzesi'nde ücretsiz olarak gerçekleştirilen gösterimler, 2009 İtalyan Sineması'nın öne çıkan fakat ülkemizde vizyona girmeyen filmlerini izleme fırsatı sundu. Bense ne yazık ki 10 filmden yalnızca ikisini izleme fırsatı buldum.

Ex (Yön: Fausto Brizzi): Filmi İtalya'nın "Love Actually"si olarak yorumlamak ziyadesiyle mümkün. Filmin başında her birini ateşli bir şekilde öpüşürken gördüğümüz 6 çiftin, açılış sekansı sırasında geçen yıllardan sonra birbirlerinin "Ex"i olmasıyla başlıyor her şey. "Ex" kavramının bize ne ifade ettiği, aslında gidenlerin bir parçasının hep kalanlarda kaldığını anlatan hoş ve sımsıcak bir film. Ayrıca Amerikan ve İngiliz türdaşları gibi güzel seçilmiş şarkılardan oluşan romantik bir soundtrack'e sahip. "Ex", İtalyan Akademisi Ödülleri David Ödülleri'ne "En İyi Film" dahil 9 dalda aday gösterilmiş.

Giulia non esce la sera (Yön: Giuseppe Piccioni): Yazma kabızlığı çeken başarılı bir yazar, prestijli bir ödül için rekabet ettiği genç bir yazar, yüzme derslerinde tanışılan gizemli bir kadın, kadının geçmişini keşfetmemiz, yazarın da ailevi sorunlarından kaçmak için kadının geçmişini keşfetmek istemesi... Sıkıcı duruyor değil mi? Öyleydi bence de.

TÜRSAK tarafından bu yıl 12.si düzenlenen "Sinema-Tarih Buluşması" programında ise 30 film bulunuyordu. Bunlardan üçü özel bir ödül alan Zeki Demirkubuz'un filmlerinden oluşuyordu. Programda yer alacağını duyduğumda oldukça heyecanlandığım "Road"un ise son anda programdan çıkarılması beni oldukça üzdü. Yine de, "Young Victoria", "Tetro", "El secreto de sus ojos" gibi yılın uluslararsı festivallerin programlarında yer alan önemli filmleri gösterildi Alkazar Sienması ve Fransız Kültür Merkezi'nde. 4 film ile Polonya Sineması'na ayrılan özel bir bölümün de bulunduğu festivalde, "İnsan Hakları", "Yeni Keşifler", "Dünya Festivallerinden" ve "Avrupa Kültürleri Buluşması" adlı bölümler bulunuyordu. Ben de 5 film izleyebildim Alkazar'da geçirdiğim 2 gün boyunca.

"De laatste dagen van Emma Blank" (Yön: Alex van Warmerdam): Tuhaflıklarla dolu bir Hollanda filmiydi "Emma Blank'ın Son Günleri". Ölmek üzere olan bir kadın, kahyası, aşçısı, hizmetçisi, himzetçisinin oğlu ve aslında bir insan olan köpeğinin tuhaflıklarla dolu günlerini izlediğimiz filmde; bu karakterler arasındaki garip ilişkilerin ve en sonunda tüm gerçeğin birer birer ortaya çıkması filmi gittikçe daha da tuhaf hale getiriyor. Çok sevdiğim Fransız filmi "Le temps qui reste"nin bir sahnesini ve "8 Femmes"daki evin içinde dönen entrikaları hatırlatması ile François Ozon'u da bol bol anmama neden olan film, ne kötü ne de iyiydi. Tuhaftı sadece...

"El secreto de sus ojos" (Yön: Juan José Campanella): Arjantin'in bu yıl Oscar'da yarışması için Akademi'ye yolladığı film olan "Gözlerindeki İz", upuzun bir film olmasına rağmen, ne sıkıcılaşan, ne de merakı, sürprizleri ve heyecanı dindiren bir film. Özellikle başroldeki Ricardo Darín ve yardımcı erkek oyuncularının perofrmansları ile dikkat çeken, makyajdaki başarısıyla da 20 yıla yayılan bir hikayeyi inandırıcılaştıran bir film. Kimi 'Türk Filmi' sahneler içerse de, özellikle seyirciyi öfkelendiren/meraklandıran olay örgüsü ve yerinden oynatan kovalamaca sahneleriyle, esprileriyle güzel bir senaryoya sahip. Ülkesinin en önemli sinema ödülü olan Clarin Ödülleri'nden "En İyi Film" dahil aday olduğu 9 dalda da ödülle dönen "El secreto de susu ojos"; umarım aday olmasa bile, Oscar macerasında da en azından kısa listeye girecektir.

"Original" (Yön: Alexander Brøndsted & Antonio Tublen): Danimarkalı ikilinin İsveç ve Danimarka'da çektiği ilk filmleri "Original", gerçekten de orijinal bir film. IKEA'nın sinemasal anlamda kullanımı, Jesper Christensen'in 3'ü de birbirinden komik 3 farklı rolde karşımıza çıkışı, senaryonun absürdlüklerle ve İskandinav esprileriyle dolu oluşu ve Sverrir Gudnasson'un saf görünümünü yeteneğiyle birleştirdiği oyunculuğu sevdiğim Nordic Sineması'ndan çok güzel bir örnekti. Danimarka'nın "..."ı diyebilirim ama, filmin adını söylediğim anda çok pis spoiler olur.

"Flickan" (Yön: Fredrik Eldfeldt): İsveçli yönetmenin ilk filmi olan "Flickan", ailesi 2 aylığına Afrika'ya giden, fakat yaşı küçük olduğu için onlarla gidemeyen 9.5 yaşındaki bir kızın hikayesini anlatıyor. Alkolik halası, ona bakması gerekirken sevgilisi ile tatile çıkınca evde yalnız kalan, hayatı öğrenmeye çalışsa da olaylara, dünyaya haliyle çocukça bakan bir kızın hikayesi. "Låt den rätte komma in"deki çalışmasıyla gönülleri fetheden görüntü yönetmeni Hoyte van Hoytema'nın görntüleri ve Blanca Engström'ün yaşına göre efsanevi oyunculuğuyla güzel ve 'olmuş' bir film.

"Young Victoria" (Yön: Jean-Marc Vallée): Hayatımın filmlerinden "C.R.A.Z.Y."nin yönetmeninin ellerinde çıkma bir dönem filmi olan "Young Victoria", türünün son zamanlardaki İngiliz tarihiyle muhattap olan sıkıcı örneklerine göre ("Elizabeth: The Golden Age", "Other Boleyn Girl") çok sürükleyici, çok akıcı ve çok kısaydı. Emily Blunt'ın geçtiğimiz gün Altın Küre'ye aday gösterilen performansı ve ona eşlik eden, bu yıl "Chéri"de de izlediğimiz Rupert Friend ile olan uyumu filmi izlenilir kılan başlıca unsurdu. Yalnızca kostümleri ile değil; Jim Broadbent, Miranda Richardson, Jesper Christensen ve Paul Bettany gibi ünlü oyuncuların da bulunduğu kadrosu ile de göz kamaştırıyordu film. Bazıları İngiliz tahtında en uzun süre kalmış hükümdar olan Kraliçe Victoria'nın tahta çıkışını anlatan bir 'tarih dersi'ne benzetebilir filmi. ama ne olursa olsun, ben bu dersten çok zevk aldım. Hani çok iyi, sevilen ve ezberden uzak bir şekilde ders anlatan bir hocanın dersi gibi...

Festivallerin geneliyle ilgili olaraksa söylenilmesi gereken birkaç şey var. Öncelikle, "İtalyan Filmleri Haftası" boyunca filmleri bedava göstermiş olabilirler, tamam, ama bu altyazıların hiçbir anlam ifade etmeyen ve yanlışlarla dolu cümlelerden oluşması için bir bahane olmamalı. İtalyanca bilgim 3 tense ile sınırlı olabilir ama ben bile anladım orada öyle demediklerini. "Sinema-Tarih" buluşmasında ise seyircinin ilgisizliği dışında eleştirilecek hiçbir şey yoktu. Nisan ayında İstanbul Film Festivali'ne binlerce insanın katıldığı, biletlerin kapılışdığı; Ekim'deki "Filmekimi"nde ve Şubat'taki "!F"te de benzer bir ilginin olduğu bir kentte, bu ilgizliğin nedeni yeterli tanıtımın yapılmamış olması olabilir. Sanırım o konuda TÜRSAK'ın biraz daha yardıma ihtiyacı var.

Sanırım "!F"e kadar bekliyoruz sinemaseverler...

1 yorum:

Medical Jesus dedi ki...

Bensiz tadı çıktı mı?! [Tongue]