16 Aralık 2009

Sakin Röportajı

Dinlediğim ilk Sakin şarkısı olan “Denek Hayatım”ı ilk kez Şubat 2008’de, Rolling Stone Türkiye’nin hediye ettiği CD’de dinledim ve hayran oldum onlara. Daha sonra “Hayat” adındaki albümleriyle geldiler ve bu güzelliğin tek şarkıdan ibaret olmadığını gösterdiler. 1999 yılında Onur Özdemir (vokal, gitar) ve Özdemir Dereli (gitar) tarafından kurulan, indie rock müziğimizin en başarılı ve sevilen gruplarından Sakin’e daha sonra Cenker Kökten (bas gitar) ve Soner Özışık (davul ve back-vokal) katılmış. Nisan 2008’de çıkardıkları “Hayat” adını taşıyan albümlerinden “Edepsiz Komedya”, “Denek Hayatım” ve “İkarus Başarsa” şarkılarının videolarını ekranlarda gördüğümüz grup, şu sıralar 2010’da çıkacak ikinci albümlerinin ön hazırlığını yapmakta.


10 Kasım 2009’da Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde verdikleri konser sonrasında tanışma fırsatı bulduğum birbirinden sıcakkanlı grup üyeleriyle 4 Aralık 2009’da Rakun Müzik ofisinde sohbet ettik.

Grubu ilk olarak Onur ve Özdemir kurmuş. Sizin tanışmanız nasıl oldu ve sonra diğerlerinin aranıza katılmasıyla Sakin nasıl oluştu?

ÖZDEMİR: Aslında 3 kişi olarak başladık. Çağrı (Küçükyıldız) ve Onur Bursa’dan arkadaşlar. Ben İstanbul’a geldiğimde, hazırlıkta aynı sınıftaydık. O şekilde, stüdyoya girip çalmak üzere buluştuk bir gün. Sonra herkes kendi okullarına gitti. Çağrı da Tuzla’ya gitti, gemi-güverte bölümüne. Ben bir şekilde Soner’le, Onur da Cenker’le tanıştı, birbirimizi bulduk.

Soner gelene kadar birçok farklı davulcu ile çalışmışsınız…
ONUR: Çok değil aslında, Soner dördüncü sayılır. Soner gelmeden önce evde kendimiz çalıp bir şeyler kaydetmeye, demo yapmaya uğraşıyorduk. O yüzden çok davulcu ihtiyacımız da yoktu açıkçası.
ÖZDEMİR: Konser vermiyorduk sonuçta, beste için çalışıyorduk. Bar programlarımız da yoktu o dönemlerde. O yüzden evde çalarken bilgisayardan yardım alıyorduk. Soner’den önce mesela Emre’yle (Yıldız) çaldık bir ara, Badem’in davulcusu.

‘mor ve ötesi’ ile tanışmanız nasıl oldu?

ONUR: ‘mor ve ötesi’yle ben lisedeyken tanışmıştım. Bursa’da bir konserleri olacaktı. Ben de o konserde onlara yardım etmiştim. Oradan bir arkadaşlığımız vardı. Ondan sonrasında da ben arada İstanbul’a geldiğimde Harun ve Kerem’le görüşüyordum. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne geldiğimde, Harun da Felsefe Bölümü’nde okuyordu. Ortak derslerde de görüşüyorduk.

‘mor ve ötesi’nin size ve müziğinize kattığı ne gibi şeyler var?

ONUR: Çok reel bir müzikal paylaşımımız büyük ölçüde olmadı. Arslonga diye yeni bir grup var mesela, oradaki Sinan benim yakın arkadaşımdır ve onlarla büyük bir müzikal paylaşım içindeyiz. ‘mor ve ötesi’yle paylaşımımız, katkı ya da etkileşimin ötesinde daha çok şunun gibiydi: Demolarımızı kaydediyorduk ve özellikle Harun’la belli aralıklarla görüşüyorduk arkadaşça. Beraber bir şeyler dinliyor, dinlediklerimiz üzerine yorumlarımızı paylaşıyorduk.
SONER: Prodüktörümüz Volkan Gürkan, ‘mor ve ötesi’nin eski prodüktörü. Onunla tanışmamıza vesile oldular. Öyle bir katkıları oldu.
ONUR: Bir de albümde şarkıların son duyulan haline dair özellikle Harun’un - belli şeylerde Kerem ve Burak’ın da - katkıları olmuştur. Özellikle albüm süreci başladıktan sonra çok daha reel tavsiyeleri ve nasıl duyulması gerektiğine dair fikirleri olmuştur. Ondan öncesinde daha çok bizi uzaktan takip eden, bizden daha büyük ve müziği bizden daha iyi bilen ağabeylerimiz gibiydiler ama albüm sürecine başladıktan sonra ‘şu şarkı böyle duyulursa hoş olur’ gibi tavsiyeleriyle daha fazla şeyler yaptık birlikte.

Birçok insan Sakin’i tanımlarken “‘mor ve ötesi’nin ilk zamanları gibi” benzetmesini kullanıyor. Bu sizi rahatsız ediyor mu, ya da siz kendinizi benzetiyor musunuz?

ÖZDEMİR: Ben hiç rahatsız olmuyorum, rahatsız olan da yoktur herhalde.
CENKER: Ben zaten benzetmediğim için rahatsız olmuyorum. Benzetenler belli bir şeylerle benzetiyor bizi. Duruşla, verilen temalarla, fikirlerle. O benzerlik güzel bir benzerlik.
ONUR: Bir taraftan da şöyle bir şey var. Türkiye’ye baktığınızda bir fenomen olarak rock, ne kadar büyük ve genişleyen bir müzik türü olsa da çok belli eğilimleri olan insanlardan oluşuyor. Onların birkaçından olmadığımızda, geriye kalan tek alternatif ‘mor ve ötesi’… İyi ya da kötü müzikten bahsetmiyorum, ama insanların genel algıları ya da kaygıları hep aynı tarz sözler, aynı tarz yorumlar, aynı tarz cevaplar… Bence insanların yaptığı benzetmenin kaynağı sadece müziğin nasıl duyulduğundan öte bir şey. Sözlerinde belli bir incelik taşımaya çalışan, müzikal yorumunda belli bir incelik taşımaya çalışan bir grup olduğumuz için olabilir. Yoksa ‘mor ve ötesi’ne sound olarak benzediğimizden değil.
CENKER: Çok doğru, Türkiye’de 3 ayrı tarzda, 3 büyük rock gurubu varsa; bizim de en yakın olduğumuz onlar. O yüzden benzetiliyoruz.
ONUR: Şarkı sözlerinde ‘dilber’ ya da ‘hatun’ diye bir şey demiyorsan, “bir küçük hayat resmi yaratmak”tan bahsediyorsan; seni benzetecekleri isim Duman ya da Athena olamaz. ‘mor ve ötesi’ olacaktır. Ya ‘mor ve ötesi’, ya da… Bak akla gelmiyor işte. Bundan 5 sene sonra da başka bir grubu Sakin’e benzetecekler belki. Arslonga’yı da Sakin’e benzetiyorlar mesela, hiçbir alakası yok.
ÖZDEMİR: Bir de bir şey söylenmesi gerekiyor. En kolay anlatma yolu olduğu için.
ONUR: lastfm’de mesela benzer sanatçılar arasında Gece var. Gece de arkadaşlarımız, ama müzikal olarak hiçbir benzerlik görmüyorum ben. Yasemin Mori var, Redd var… Redd mesela hiç dinlemem, bilmem. Ama insanlar bir şey görüyor, bir bağ kuruyor demek ki. Kafasında belli bir ortaklık oluyor, ama rahatsız edici değil, rahatsız olmayız.

Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz, şarkılar kimden çıkıp nasıl oluşuyor?
CENKER: Genelde Onur’dan çıkıyor, sonra hep birlikte bir beyin fırtınası yaparak, çalarak, çalarak halledemediğimiz yerleri konuşarak son haline getiriyoruz. Genelde şu zamana kadar hep böyle yaptık. Mesela Özdemir’in, Soner’in, benim bestelerimiz gelebilir. Ama genelde fabrika Onur olduğu için…
ONUR: Bir de genelde nasıl sanat yapmamız gerektiğine dair kendi aramızda bir şeyler konuşuruz. Şunu deneyelim bunu deneyelim diye. Ama 4 kişinin stüdyoya girip çekirdek halinden müziği birlikte yazıp son haline getirme aşaması genelde en azından benim çok beklediğim ve ümit ettiğim kadar iyi sonuçlar doğurmuyor. Hem belli bir bütünlük, belli bir üslup hem de müziğin belli bir homojenliği koruması ve grubun o ana kadar yaptığı bestelerin kalitesiyle karşılaştırdığında ortaya sunması gereken özgüven o kadar olmuyor şarkılarda. Hem zaten benim dışarıda arkadaşlarımdan ve böyle çalışan gruplardan bu şekilde ortaya çıktığını bildiğim şarkıları da çok beğenmiyorum. Biz yaptığımızda da güzel olmuyor. Genelde bir kişinin, çok büyük değil de, şarkının hallice bir kısmını ortaya çıkarıp ortaya sunması daha güzel sonuçlar doğruyor.
ÖZDEMİR: Diğerleri de o halledilmiş kısmı sevebildiği takdirde beraber büyüyor zaten. Ama sıfırdan bir şey yapmaya kalktığında sanırım fikirler biraz çarpışıyor, hepsini aynı anda sergilediğinde bütünlüğü yakalayamıyorsun galiba.
ONUR: Bir de şarkı yazmaya dair bir gerçek var. 4 kişi oturup, “Hadi çok güzel bir şarkı yazalım!” diyemiyorsun. Ne melodiye o kadar samimi ve açık şekilde yaklaşabiliyorsun, ne de her birimiz onun ne kadar iyi olduğu konusunda karar veremiyoruz o anda. Biz beraber bir şey kaydettikten sonra, anca gece mp3ünü tek başımıza dinlediğimizde onun güzel bir şey olup olmadığına dair samimi bir şekilde fikrimizi belirtebiliyoruz. Sonuç olarak yine kişisel olarak beğenip beğenmememize bağlı oluyor yaptığımız şeyin son halini alması.

“Hayat” dinleyenleriniz tarafından merakla beklenen bir albümdü. Beklentileri karşıladı mı sizce?
ONUR: Bir ölçüde evet, bir ölçüde hayır… Demolarımızdaki o sıcaklığı ve küçüklüğü seven insanlar da var ve onlar albümde ortaya çıkan şeyden pek mutlu olmadılar. Ama bekleyenler açısından bakıldığında büyük ölçüde beğenildi. Ama bizim için önemli olan her çıkardığın eserin yeni bir şey olması. Ve ortaya çıkan o yeni şeyin, yeni dinleyicisinden alacağı eleştiri ve puan. O yüzden albüm öncesinde bizi bekleyen insanlardan çok, albüm sonrasında bizi o şarkılarla, o versiyonlarla keşfedip bize dönen şey daha önemli.
SONER: Daha önceden demoları beğenenler arasında, o şarkıların kendi keşfettiği bir şey olarak kalmasını istediği için daha çok kişinin dinlemesinden rahatsız olan bir grup var. Albümdeki şey ona o kadar sıcak gelmiyor, daha fazla kişiye yayılan bir şey olarak gördüğü için. Albümdeki sound onlara çok hitap etmiyor ama demolardaki amatör soundu daha çok seviyorlar. Ama demolardaki gibi bir şey çıkarmak istesek; albüm çıkarmaz, demoları yayınlardık. Zaten albüm çıkınca kimse “Şarkı asıl budur, atın demoları!” demiyor. Şarkıların kendi tarihi var sonuçta. Onlar da kendilerine göre bir değişim geçiriyor zamanla. Her şarkıyı dinlediğin farklı yer ve zamanın sana farklı şeyler hissettirmesi gibi, farklı kayıtlarda da farklı şeyler hissetmişizdir biz. Farklı bir şey çıkmıştır ortaya.
ÖZDEMİR: Kayıt süreci öncesi bizi demolarla yakalayan insanlar ve kayıttan sonra yakalayan insanlar da eninde sonunda o şarkıyı beraber paylaşır hale geliyorlar. O nedenle orada asıl önemli olan şarkı oluyor. Kaydın nasıl yapıldığı ikinci planda oluyor. Önemli olan o insanların farklı dönemlerden de olsa, ya da farklı halleriyle de olsa aynı şarkıyı paylaşabilmeleri, konuşabilmeleri bence.



Albümde cover yok. İzlediğim konserlerinizde de denk gelmedim. İleride cover koymayı düşünür müsünüz albüme?

CENKER: Öyle bir düşüncemiz bugüne kadar pek olmadı aslında. Çünkü bestelerimizi seviyoruz ve albümlerimizde öncelikle yer almasını istediğimiz şeyler besteler oluyor. Coverlar genelde konserlerin sürprizi ve dinleyenlere hediye olmasını düşünerek yaptığımız şeyler oluyor.
ONUR: Zaten böyle bir karar alsak ve neyi koyacağımızı konuşacak olsak, biri bir şarkıyı çok sevdiğini söylese, eminim içimizden biri o şarkıyı hiç beğenmeyecek. Kaldı ki, kendi şarkılarımızdan bile albüme neyin konması gerektiğini tartışırken arkada kalan bestelerimiz oluyorken, kimse de çıkıp bir tane de cover olsun demez. Şu an yeni albüm için oluşan şarkılarımız var mesela, onlar bile neredeyse doldurdu kotayı. Hangisini atmamız ya da koymamız gerektiğini düşünüyoruz ve tartışıyoruz. Konserlerimizde cover çalıyoruz arada. Mesela en son Manic Street Preachers’dan “For Life” çaldık. Neyden etkileniyorsak o dönemde, onları çaldığımız oluyor.
SONER: Bir de covera bakışımız; sevdiğimiz bir kişiye saygı göstergesi olması yönünde. O şarkının bize neler katabileceğini düşünüp, üzerinden stratejik bir karar verme derdinde değiliz. Saygı göstergesi olduğu için olayın aslı özü; albümde yaptığın şarkılarla da, onun kokusunu taşıyan bir şeyler yaratarak da gösterirsin saygını. Albüme Sezen Aksu şarkısı koymaktansa; ondan ne kadar beslendiğimizi gösteren kendi şarkımızı koymak aynı etkiyi yaratıyor bizim için. Ama onun dışında Sezen Aksu şarkısı coverlamayı istersek, ki isteriz, onu tribute albüm gibi bir projede kullanırız.
ONUR: Marketing kafasıyla öyle bir şey zaten olmaz. Ama diğer türlü, albümümüzden öte özel bir toplama albümüdür, koyarız. Öyle şeyleri özel anlar için yapmaktan mutluluk duyarız. Çünkü albüme cover koymak Türkiye’de çok pazarlama stratejisi olarak düşünülen bir hareket ve buna az çok biz de tanık olduk. O yüzden çok temkinliyiz, kolay kolay kalkışamayız.

2. albümünüz ne zaman çıkacak?

SONER: Ön çalışmalarını yapıyoruz şu anda. Şarkıları olabilecek son hallerine getirmeye çalışıyoruz. Daha sonra prodüktörle üzerinden geçeceğiz.
ONUR: 2010 Eylül’den önce değil kesinlikle. Daha “Laler Beyaz”ın videosunu yayınlamayı düşünüyoruz şu aralar. İlk albümü kapatmadık henüz.
SONER: Belki “Bu Defa”yı da yayınlarız.
CENKER: İlk albümden önce myspace’de bi demo dönmesi olmuştu. Belki bu albüm için de yaparız aynı şeyi, onu da konuşup karar vermedik daha. Bilmiyoruz. Çünkü albüm süreci uzadıkça, şarkıları sunma dürtünüz de son safhaya geliyor. ‘Hadi artık çıkaralım’ diyorsunuz. Konserlerde çalıyoruz mesela tek tük. O yüzden ilk albümde olduğu gibi myspace’e de koyabiliriz. Çünkü albüm çıkarmanın bizim dışımızda dönen uzun ve bunaltıcı bir süreci var.

Bir röportajınızda sizi en iyi anlatan şarkının “Kor Bir Ay” olduğunu, o yüzden albümün ilk şarkısı olduğunu söylemişsiniz. Nedir “Kor Bir Ay”ı özel yapan?

ONUR: Şarkının ne anlattığı veya nasıl bir an tanımladığının ötesinde; birincisi sound olarak, ikincisi de şarkının ne bir hit single özelliği taşıması, ne de basit ve çok ortalama bir şarkı olması, ikisinin arasında bir noktada olması bizi çok cezbetti. Eğer birinci şarkıyı “Denek Hayatım” yapıyor olsaydık, birçok insan gibi A1 koymuş olacaktık. A1 olmayan, ama bir yandan da çok iddiasız bir şarkı olmayan, hem de garip bir nakaratı olan, 2 kez nakaratı tekrarlayıp bitiveren bir şarkı “Kor Bir Ay”. Bizim durmak istediğimiz yere yakın, daha doğrusu durmamak istediğimiz yerleri çok ortaya sunan bir şey. 3 bölüm kıtası var ama 2 kere nakaratı tekrarlayıp bitiyor. Birçok insandan neden şarkının tekrar dönmediğine dair yorumlar aldık mesela. Ayrıca bizim melodik olarak durduğumuz yeri de çok güzel tanımlayan bir şarkı gerçekten. Ne “Edepsiz Komedya” gibi, ne de “Yağmur Güncesi” gibi bir yerde. Çok kompakt bir şarkı, o yüzden istedik. Sakin’in müziğine gerçekten giriş sunan bir şarkı bizim için.

Tren kazasından sonra şarkı yazmak… “Denek Hayatım”da olduğu gibi, bu tarz spesifik bir toplumsal olay üzerine yazılan başka şarkılarınız var mı ya da olacak mı?

SONER: Var, ikinci albümde de olacak böyle bir şarkı. Ama genel olarak o tarz bir olaydan sonra çıkan şarkıların sunduğu şey çok fazla ‘böyle bir olay oldu, orada şu yanlışlar yapıldı” kadar didaktik değil de, o durumda kalmış bir insanın neler hissedebileceğiyle ilgili bir şeyler ortaya sunmak. “Şöyle bir olay oldu, haydi buna bir şarkı yapalım.” gibi bir tavrımız yok.
ONUR: Şey çok güzel bir his mesela… Konsere gelen insanların büyük ihtimalle büyük bir çoğunluğu “Denek Hayatım”ın neyin üzerine yazıldığını bilmelerine rağmen konserde içip deliler gibi dans ederken bu bir kere bile akıllarına gelmiyor. Biz belki de böyle bir his yakalamak istiyoruz. Albümü ilk aldığında, birkaç kez dinlediğinde ‘bunlar da politik bir grupmuş’ hissiyatına düşüp, sonra şarkıyı 100 kere dinledikten sonra böyle bir şeyi hiç kanıksamadan konsere geldiğinde eğleniyor oluşu bizim tam da şarkıda aradığımız ortalama duruş aslında. Ne slogan atan bir şey yapmak, ne de çok vurdumduymaz, aşkla-meşkle ilgili şarkılar yapmak. İkisinin arasında yer almak. Keza ilk albümde de “Dönsün” mesela yazıldığı dönem itibariyle bizim için spesifik bir olaya bir reaksiyondur ama o reaksiyon üzerinden okumayıp da şarkıya bayılan insanlar var. Öyle bir duruş.


Indie müzik son yıllarda özellikle bağımsız filmlerin soundtracklerinde çok kullanılıyor. “Juno”, “(500) Days of Summer” gibi filmler mesela… Hatta bazı grup ya da şarkıların filmlerle özdeşleştiği oluyor. Türk sinemasında da bu tarz şeyler olacak mı sizce? Ve siz soundtrack yapmayı düşünür müsünüz?

CENKER: Türkiye’de de olur bence, oluyor da zaten yavaş yavaş. Tek bir grubun ya da tek kişinin tüm soundtracki yapması değil de, toplama albümler olarak başladı en azından. Biz de isteriz bence, neden istemeyelim. Baştan sona da olabilir, tek bir şarkı da olabilir.
ONUR: Ama buna dikkat edecek yönetmenler için biraz daha zamanımız var gibi geliyor bana. Film tadında bir müzik belgeselini bile ilk Fatih Akın yaptı, ona da ne kadar Türk denilebilir bilmiyorum. Türkiye’de onu kaldırabilecek bir yönetmenin baya bir alternatif sinema kafasında olması lazım. Onun yanında iyi müzik dinleyen yönetmenler var tabi. Çağan Irmak mesela… Sanırım yurtdışındaki gibi, müzikal yaklaşıma açıklık ve bir müzisyen kadar sıra dışı şeyler düşünebilen bir yönetmen kafası düşünemiyorum, bilmiyorum.

(Soner’e) Davulcu-back-vokal fazla alışıldık bir şey değil. Zorlukları var mı?
SONER: Çok yok. Ben zaten hep vokal yapmak istemişimdir. Hatta davula başlamadan, evde hep şarkı söylerdim. Davul çalışırken de benim çalıştığım metotlarda çaldığın şeyi söylüyorsun bir şekilde. Öyle artıları oldu. Büyük ihtimalle benim eğitimim sırasında izlediğim yol rahatlattı. Türkiye’de çok yok aslında, Kerim Çaplı vardı mesela. Dünyada var çok örnekleri. Hatta Phil Collins var…

(Soner’e) Birçok şarkıda oldukça dikkat çekici davul partileri var. Bunları kendin mi yazıyorsun, yoksa gruptakilerin de katkısı oluyor mu?

SONER: Oluyor gruptakilerin katkısı. Mesela Onur bazı şarkıları ilk getirdiğinde bilgisayardan bulduğu looplarla geldiği oluyor. Benim onları taklit ettiğim olabiliyor. Ama %90’ı kendi bulduğum şeyler oluyor.

(Onur’a) Felsefe okumamış olsaydın, hayat görüşünde ve yazdığın sözlerde çok farklılık olur muydu?
ONUR: Olurdu kesinlikle. Şu açıdan söyleyeyim, eğer ben çok aristokrat bir ailenin oğlu olsaydım müzikle daha geç uğraşmaya başlayabilirdim. Ama felsefeyi yine de okurdum, ne okumak istiyorsam felsefenin üstüne okurdum onu. Felsefe okumayı ben matah bir iş ya da bir kimlik meselesi olarak değil de; bir temel, herkesin yapması gereken bir şey olarak görüyorum. Şimdi mesela sanat tarihiyle ilgileniyorum. Ve şu an felsefeyi geçmişimde kalmış bir şeyin ötesinde; genel olarak hayatımı izlerken yaptığım bütün tercihlerde, herhangi bir şeyi değerlendirmek konusunda bana sağlanmış bir yöntemler bütünlüğü olarak görüyorum. Yani okuma yazmayı öğreniyoruz ve çok matah bir şey gibi geliyor bir süre sonra –aslında çok zor bir şey- ve tüm gündelik hayatımızı onun temelinde ilerletiyoruz. Felsefe okumak da benim için öyle. Felsefe okumasaydım, hayır, kesinlikle böyle sözler yazamazdım.

Konser ve Röportaj Fotoğrafları: Cihan Avcı

Hiç yorum yok: