16 Aralık 2007

Piyanistler ve Köşe Yazarları Üzerine...


Zamanında ShowTV'de yayınlanan "Dharma & Greg" çakması bir dizi vardı "Kerem ile Aslı" diye. 'Greg' rolündeki Kerem karakterinin annesinin adı, "Leopar Perihan"dı. Hatun baya katlanılmaz bir tipti. Kaynağı bu mudur bilinmez, -ki onun dışında hayatıma sadece 2 Perihan girmiştir, ikisi de sevilesi insanlardır-, Radikal okuduğum ilk günden beri Perihan Mağden hanımefendiye gıcık, kıl, hört, pört, zırt ve bilimum tiksinti çağrıştırıcı sesle tabir edilebilicek şey olurum. Fakat gerek yazma şekli ve tarzıyla, gerek düşünceleriyle, gerekse varlığıyla tüylerimi diken diken eden ve her yazısını "Bugün ne saçmalamış acaba?" diye negatif önyargının kralı bir tavırla okuduğum aynı hanımefendi; itiraf ediyorum, bugün 'kırk yılınbaşı doğru düzgün bir laf etme' lüzumunu göstererek beni şaşırtmayı başardı.


Mağden'in bugünkü yazısı, ünlü piyanistimiz, yeryüzünün en yetenekli insanlardan Fazıl Say'ın "Ya Sev Yabadabadu" toplumumuzun gazına gelerek öfkesini dile getirişini diline dolayan gündemle ilgiliydi. Bu ülkeyi terkedebileceğini söyleyen Say'a bir bakanımsının söylediği "İstedikleri ülkede yaşayabilirler. Çok üzüntü yaşayacağımızı düşünmüyorum." sözleriyle ilgiliydi. (Aynı sözler için, (bkz.oha) )


Gazetenin manşetini okuyup, suratımı birkaç aydır her gün yapmakta olduğum gibi karın ağrısından mıdır, beynimin ülkeden göçme istemine karşı koymaya çalışmamdan mıdır bilinmez; engel olamadığım bir biçimde Alzheimmer olmuş bir Fatih Terim misali değişik mimiklere soktum önce. Arka sayfayı çevirip hanımefendinin köşe yazısını okumaya başladım. Başında, sonunda, ortasında; her yerinde her zamanki gibi rahatsız edici kelimeler ve cümleler eksik değildi. Fakat o da ne:


"İşte çirkin olan, katlanılmaz olan, hiçbir şekilde demokrasinin özüyle bağdaşmayan BU LAFLAR, BU TUTUMLAR. Bizler (diyelim Türban Fobisinden Ari Olanlar) onların hiçbir şeyini yadırgamayacağız. Yaşam biçimlerini, konuşma tarzlarını, hayat görüşlerini kabul edeceğiz, 'bireysel tercihler' kategorisinde değerlendireceğiz; ama onlar çıkıp Bir Birey'in, Bir Pianist'in memleketiyle ilgili duygularının dışavurumunu bu denli katlanılmaz bulacaklar. En kabadayı/maço/uygunsuz lafları 'yapıştırmakta' hiçbir beis duymayacaklar! George W. Bush ikinci kez başkan seçildiğinde "Böylesi bir kuduz köpeğin yönettiği bir ülkede çocuklarımı yetiştiremem," denli ağır laflar etti Johnny Depp. Ne kalkıp hiçbir Otorite, kendisine en kestirmeci/saldırganından laflar etti, ne de 'Amerikalılığa hakaret', 'Uluğ devlet görevlisine dil uzatma' türünden fantastik antidemokratik maddelerden hapis istemli davalar açıldı hakkında. Bir memleketin bireylerinin en tabii hakkıdır: ülkelerinde yaşamayı ARTIK istemek ya da istememek. Üniversite mezunu gençler arasında yapılan anketler yüzde yetmişlere varan oranlarda umutsuz çocuğumuzun (fırsatını bulurlarsa) kapağı yurtdışına atmak istediğini gösteriyor mesele! Fazıl Say dünyaca ünlü bir sanatçımız. 'Elini Sallasa Ellisi' konumu, ARTIK bu ülkede yaşayıp yaşamamak istediği beyanının 'uygunsuz' bulunmasını haklı çıkarmaz. Bu atmosferi açıklayamaz. Hiçbir şey, bir bireyin, bir vatandaşın ifade özgürlüğünden/terk etme/eleştirme özgürlüğünden daha mühim değildir. Olamaz. "


"Fazıl Say da kimmiş, bırakın gitsin" diyen herkesi, düşünürken kafataslarının içinde bir beyin olması gerektiğini -kendilerininki olmayanlar bir tanıdıklarından ödünç alabilirler- hatırlatıp, düşünmeye davet ediyorum. Bazı insanlar sadece popolarının sandalyeye uyguladığı basıncı değiştirerek osuruklarını şekillendirip müzik yapabiliyorlar. Sonra da git diyorlar işte Fazıl Say'a. Zamanında Nazım Hikmet'i kovdukları, zamanında Orhan Pamuk'u vatan haini ilan ettikleri, zamanında Elif Şafak'ı yargıladıkları, zamanında Hrant Dink'i vurdukları gibi.


Sevmeyen terk etsin. Bereket Tanrıçamız Seda Sayan, Afroditimiz Banu Alkan eksik olmasın topraklarımızdan yeter ki. George Clooney'e benzeyen bir cumhurbaşkanı, Mehmet Ali Erbil-Şafak Sezer-Peker Açıkalın üçlüsü Türk Sineması'na yeter. Petek Dinçöz ve Demet Akalın Türk müziğini ayakta tutar. Sanat denilen ne ki, fuzuli bir uğraş. AKM'yi de döner salonu falan yaparız. (Aslında iyi fikir ya, Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni yıkmayalım, düğün salonuna çevirelim hadi!)


(Bu arada Perihan Hanım'a teşekkür ediyorum, 1-2 paragraf da olsa saçmalamamayı becerebildiği için)

Hiç yorum yok: