10 Mart 2008

80th Academy Awards

Eleştirmeninden, bloggerına, haber spikerinden, simitçisine herkesin dediği gibi "Yapılacak yapılmayacak derken..." diye başlamak istemiyorum yazıma. Ama gerçekten de heyecanlı bir bekleyiş ve tedirginlik günlerinden sonra bir gece daha 03:30'da televizyon karşısına geçebildim neyse ki.


Bu yıl Oscar Töreni yazımda yer almaya değecek olaylar dizisi şöyle:


- Geçen yılki aynı şeyi yapıp, bu kez daha fazla kızdım kendime. CNBC-e ve canlı yayın reklamdayken, NTV'deki yorumları izlememeliyim artık. Çünkü bu işten en çok anlaması gereken insanların bile bu işten anlamadığını ve saçma sapan yorumlar/tahminler yaptığını görmek kıl ediyor beni. Sevin Okyay'ı özlüyorum. Oğlunu değil, kendisini görmek istiyorum.

- Jon Stewart 78. törende olduğu gibi bu kez de gayet iyiydi. Açılış konuşmasındaki esprileri ve ödül dağıtımı aralarındaki şovları güldürdü beni bol bol.

- "This was the year of psycho killers. All I can say is thank god for teenage pregnancy."

- Yine bir klişe: "Sürprizlerle dolu bir yıldı." Evet, öyleydi. Transformers'ın eli boş döneceğini ya da Bourne Ultimatum'un (ki kendisi hem bir devam filmi olma, hem de bir Amerikan filmi olmama özelliklerini taşıyor) teknik dalları silip süpüreceğini kim tahmin ediyordu? Tilda Swinton'ı sahnede teşekkür konuşması yaparken görebileceğimizi kim düşünebilirdi ya da?

- "Julie Christie played a woman forgetting her husband. Hilary Clinton called it the fairy good film of the year."


- Julie Christie yerine Marion Cotillard'ı sahnede görmek beni sevindirdi. Ama bence sürpriz değildi. Hep Julie Christie'nin kazanacağını düşünsem de, hep bir acaba vardı aklımda; ve
tabii yürekten istiyordum Jeux d'enfants'ın küçük kızının Edith Piaf oluşunun ödüllendirilmesini.


- "I am worried about this year's elections. Normally when you see a woman or black president, it means an astroid is about to hit the Statue of Liberty."

- Gecenin en güzel iki anı ise Diablo Cody ve Marketa Irglova sayesinde yaşandı bence. Marketa Irglova, Glen Hansard ile "Falling Slowly" için paylaştığı Oscarını aldıktan sonra konuşamadan sahne arkasına yollandı. Jon Stewart büyüklüğünü gösterdi ve geri çağırdı kendisini. Ve o konuşma çok tatlıydı :) İkincisi ise striptiz kulüplerinden Akademi'nin sahnesine olan bir hayli uzun yolu katedebilmiş Diablo Cody'nin konuşmasının sonundaki hıçkırıktı kesinlikle.

- "The mighty Cate Blanchett... She played the Queen in Elizabeth: The Golden Age. She played Bob Dylan in I'm Not There. And guess what! The scene in No Country for Old Men where Josh Brolin is chased by the pitbull...! Yes, it was her! And now you're watching her hosting the Academy Awards Ceremony as Jon Stewart."

- Cate Blanchett, Marion Cotillard ismi anons edildiğinde, -ki kendisi rakibesi olur, aynı kategoride adaylardı- o kadar mutlu oldu ki, inanın Marion ablamız o kadar sevinmemiştir. Cate Blanchett seni seviyorum. (bi insanın adı Cate, Kate ya da türevleriyse zaten, iyi olmamasına imkan var mı?)

- Counterfeiters adlı Avusturya filmi, En İyi Yabancı Film seçildi. Böylece Yahudi katliamı, Naziler ve İkinci Dünya Savaşı konulu bir film ilk kez (!!!) ödüle layık görülmüş oldu. Biraz orjinal olalım lütfen, bak Diablo'ya. Oh mis.

- August Rush'tan aday "Raise It Up" şarkısı inanılmaz bir performansla sahnelendi. Jamia boyunun gösterdiğinin milyon katı sesiyle duygulandırdı, sonra da Wii'de Jon Stewart'la oyun oynarken yakalanarak güldürdü sağolsun.

- Dario Marianelli, Ratatouille, Daniel Day-Lewis için ne kadar sevindiğimi, ama zaten her şeyin çoktan belli olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

- Artık numara mı yapıyorlar, yoksa cidden hiçbir Hollywood yıldızı "cinematography" kelimesini söyleyemiyor mu?

- No Country for Old Men'de bütün dünyanın anladığı, ama benim ısrarla göremediğim bir şey var sanırım. Beğenmedim kardeşim filmi! Bu kadar. Coen'ler, sizi de sevmiyorum artık tamam mı! There Will Be Blood dururken..

- Gecede favori anlarımdan sonuncusu ise Jon Stewart'ın hamile olan 3 aktrisi (Cate Blanchett, Nicole Kidman ve Jessica Alba) ekrana getirip, cebinden çıkardığı zarftan "And the baby goes to..." diye okuması ve "...Angelina Jolie!" deyişi idi. =)

- İlla sonuçları isterseniz, onlar da şöyle: Best Picture: No Country for Old Men, Best Director: Ethan and Joel Coen - No Country for Old Men, Best Actor: Daniel Day-Lewis - There Will Be Blood, Best Actress: Marion Cotillard - La Vie en Rose, Best Sup.Actor: Javier Bardem - No Country for Old Men, Best Sup.Actress: Tilda Swinton - Michael Clayton, Best O.Screenplay: Juno - Diablo Cody, Best A.Screenplay: No Country for Old Men - Coens, Best Animated Picture: Ratatouille, Best Foreign Lang. Film: Counterfeiters - Austria, Best O.Score: Atonement - Dario Marianelli, Best O.Song: Falling Slowly - Once, Best Cinematography: There Will Be Blood - Robert Elswit, Best Editing: Bourne Ultimatum, Best Art Direction: Sweeney Todd, Best Costume Design: Elizabeth: The Golden Age, Best Make-Up: La Vie en Rose, Best VFX: Golden Compass, Best Sound Mixing: Bourne Ultimatum, Best Sound Editing: Bourne Ultimatum

3 yorum:

mayksisman dedi ki...

sevgili emir öncelikle bikaç konuya değiniyim, bende de bi oscar yazısı var okursun bi ara :) ayrıca oscar yazısıylan dönmene de sevdinik dabi :)

aslında gecenin güzel bi özetini yapmışsın ama benim favori sahnem and the baby'li bölümdü :) j.stewart yaptı yapçanı :)

no country'e yüklenmeni anlamadım :p son anda titanic kokan atonement altın kürelerdeki gibi alabilirdi. allah korumuş. aslınd afena bi film değildi ve aşk filmi sevmeyenler olarak beni bile kendine bişekilde sevdirmişti ama gene de akademinin tutucu davranmasını istemiyordum. güzel de oldu. there will be blood'ı ben ne yazık ki yönetmenini sevsem de çok fazla bilhassa magnolia'sını, bu filmi çok nasıl desem geleneksel bir dil kullanmış olması nedeniyle sevemedim. aslında işte nedir fikir güzel, adamın hırsıyla kapitalizm meselesini falan filan gayet güzel anlatmış ama o tarz bir geleneksel sinema dilini bünyem kaldıramıyor, sevemiyor bir türklü. no country'deki zeki diyaloglar ve elbette coen faktörü ve coen'lerin bari bunla!! dercesine hadi bu kez denildiği için bi de evvela unutmadan sölim bardem faktör de baya ön plandaydı, aslında hani coenler bu sene olmasa muhtemelen büyük ödüller blood'ın olurdu. tipinden belli aslında oscar alabilitesi :p güçlü bi filmdi sonuçta. geçen sene babel'in (ki çok severim) altın kürelerde alıp oscar'da 1 tane zart zurtan alması gibi olucağını az çok herkes biliyodu. bu sene de atonement'a güldü o işte. artık 2 senedir aynu taktiği uyguluyorlar ve bence bu "yeni gelenek" daha da devam eder. the bourne ultimatum'u inanılmaz beğenmiş biri oalrak bilhassa seste ve edit'te mutlaka ödülle dönceğinden emindim aslında çünkü gerçekten çok büyük bir etken filmin başarısında. ben sürpriz olarak onu karşılamadım. keza julie christie'nin de güçlü olmasına karşsın marion da altın küreden küreli dönmesi nedeniyle marion'ın sürprizini herkes bekliiyordu aslında ama cate'in :)))) sürprizi :))) harbi güzeldi. onu da blogda başka bir yazıda yazdım :))) o an mükemmeldi... ayrıca ismi kate olan katie olan catie olan cate olan birileri mutlaka kötüdür mesela bu konuda katılamıyorum sana :))) blanchett bi istisna :)

diğerlerine gelelim. yabancı filmde çok sinir oldum diyebilirim. rus filmi 12 ve katyn'i hala izleyemesem de, counterfetiers kadar tekdüze sıkıcı ve artık yavaş yavaş klişeleşmiş bi konunun 4 luni 3 saptamani si 2 zile gibi olağanüstü bi filmin yabancı oscar 5.adaylığını kapamış ve üstüne üstlük bir de ocar kazanmış olmasına itirazım var uleyn! kardeşim. artık sıkıldım ben bu avrupa'nın oscar alabilitesi yüksek nazi filmlerine q8472347239 kez rağbet edişine. önde mükemmel örnekler var. la vita e bella, schindler's list, the pianist. yani daha da var aklıma ilk gelen bunlar. bence artık farklı olabilen yabancı filmlerin de ön plana çıkması erek. mesela kelebek ve dalgıç'ın altın küre alıp sırf başka filmlerin önünü de açalım felsefesinde yabancı film adayı olamayuıp (ki olsa gene alırdı) başka dallara dağılması (ki sevindirici bi gelişme) ama ne yazık ki bi sürpriz yapammasına da içerledim ben. tamam altın küre almış diyorsunuz ama şimdi oscar daha prestijli kardeşim. hiçbi numarsı olmayan mongol'ı, der counterfeiter'ı getirip de önümüze koymayın! mesela beuafort'ı daha sıcak bulmuştum savaşı tam anlamıyla anlatmayan ama bir savaş filmi olan bi filmdi ve israil-lübnan arasındaki ilginç bi münasebeti analtıyordu. israil askerlerinin anlam veremedikleri ve bunu sade bir dil kullanarak yapıyordu ve güzeldi de. çok değilse de avusturya abukluğundn çok daha etkiliydi. rus 12 filminin de oscarlar öncesi anketlerde ön planda olması ve konusunun da benim ilgimi çekmesi nedeniyle heyecanım gitgide arttı kesin sonunda hayalkırıklığına uğricam :) konu güzel, suç, çocuklar falan filan.

son kez de bi yardımcı kadın dumurunu açıklıyım. bu yılın bence açık ara en büyük sürpriziydi. zaten tilda swinton'ın da şaşkınlığı süperdi :) "hey man, heepi börthhhhhdey :)" ingiliz aksanı çok itici ya. :) cate'imin hakkını yediler ya ben ona yanıyorum...

Emre dedi ki...

döktürmüşün ya :P şimdi "film listen"deki filmlerin %50si taptığım filmler olabilir ama bu sene pek anlaşamamışız sanırım seninle.
bu seneki 5 best picture adayı arasında gerçekten de en sevmediğim, en sıkıldığım filmdi ne yazık ki no country for old men. javier bardem'in mükemmel oyunculuğu dışında hiçbir şeyi hoşuma gitmedi açıkçası. yani sinemasal anlamda evet "iyi" bir filmdi ama genelde "büyük" filmler hayranlık uyandırıp, sonunda 5 dakka fazladan koltukta oturmama neden olur. bunda öyle bir şey olmadı.
diğer dört filmin hepsinde vardı bu dediğim. özellikle there will be blood, daniel day lewis'iyle, mükemmel müzikleriyle, milkshake ve bilimum bomba repliğiyle, sanat ve görüntü yönetmenliğiyle aşırı beğendirdi kendini. juno ayrı bir olaydı mesela. ellen page'in oyunculuğu ve senaryosuyla bildiğin bu senenin little miss sunshine'ıydı benim için. atonement bu sezon seyrettiğim ilk filmdi. her şeyiyle ilk görüşte aşktı. dario marianelli'ye de joe wright'a da, keira knightley'e de saoirse ronan'a da, james mcavoy ve vanessa redgrave'e de tapıyorum artık. o yeşil elbise, o 3 ayrı dönemin süper birlikteliği, daktilo sesi. michael clayton da biraz ağır olmakla beraber çok güzel laf sokan bi filmdi. ama tabii favorim there will be blood'dı işte.
kate'e laf yok! lost seyretmio musun yoksa? :P
yabancı film adayı hiçbir filmi de daha seyretmedim. counterfeiters'ı vizyonda seyredicem, katyn ve 12'i de festivalde ;)

mayksisman dedi ki...

12 geliyom mu :))) allaa süper bi haber bu :))

kate'ler hep fingirdek işte ben ondan sevmiyorum :))))) juliet daha sevilesi bi insan biraz uyuz ama :)))) lost'u seevmeyen ölsün ayrıca :))