25 Eylül 2007

Kapaktaki Bıçak Sırtı'na Dair...

Bu hafta Tempo'ya bir dizi, "Bıçak Sırtı", kapak olmuş. Editör Çınar Oskay'ın yazısından bir alıntı var aşağıda; silahların patladığı, sözde 'oyuncuların' kendi reklamlarını yaptığı saçmalıklara ve köylü dizilerine de kapak olması adına:
"Peki biz bu diziyi neden kapak yaptık? İnsanların dizilerden esinlenerek adam öldürdüğü ülkemizde, Karamazov Kardeşler'den, Tanpınar'dan bahsettiği için... Biliyorum ki birileri, Nejat İşler'in canlandırdığı Ali gibi Dostoyevski'yi ya da Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okuyacak. Genç kadın avukatı (Vildan Atasever) işinin önünde, dostunun kamyonundan gururla indirdiği için... Belki bu sahneyi seyreden birileri, babasının, ağabeyinin arabasından artık utanarak inmeyecek. "Beni bir adama verip, hayatım boyunca televizyonun önüne oturtmaya çalışıyorlar. Hiçbir zaman evlenmeyeceğim." diyen Almancı kız için... Kim bilir o akşam, kaç genç kadın bir daha düşündü... Erkan Can'ın karakterinin söylediği gibi, "Bir kere inandı mı insan, artık o, yalan olmaktan çıkıyor, umut oluyor, umut..." 'Bıçak Sırtı' bir televizyon hikâyesi... Umarım yine de hepimiz, bu 'onurlu' hikâyenin söyleyeceklerine inanırız." (Oskay, 20 Eylül 2007, Tempo Dergisi)

22 Eylül 2007

Bir 'Deja-vu' Olarak "Becoming Jane"

Deja-vu: (1) Geçmişte yaşanan bir olayı tekrar yaşama olgusu. (2) Tanıdık gelme. (3) "Bunu daha önce yaşamıştım" duygusu.

Bazen öyle şeyler oluyor ki, onun bir 'deja-vu' olmadığını bilseniz de öyle olduğuna inanmak istiyorsunuz. Çünkü içinde bulunduğunuz o dakikalarda yaşadıklarınızın bir 'deja-vu' olması, o anı geçmişin ucuz bir kopyası yapmaktan kurtarıyor.

İşte bu yüzden bir 'deja-vu' olduğuna inanmak istiyorum "Becoming Jane"in. Çünkü ne Anne Hathaway, Keira Knightley'dir; ne James McAvoy, Matthew MacFadyen'dir; ne Julie Walters, Brenda Blethyn'dir; ne James Cromwell, Donald Sutherland'dır; ne de Maggie Smith, Judi Dench'tir.

Sanat yönetmenliği, görüntü yönetmenliği, kurgusu, kostümleri, sahneleri, dansları, müzikleri bu kadar 'daha önce yaşanmışlık' hissi veren tek filmler ucuz Amerikan korku ya da aksiyon filmleri veya daha ucuz Fransız komedi filmleridir çünkü.

Ama bir 'deja-vu' hakkındaki en acımasız gerçek de onun bir 'deja-vu' olmadığını anladığınızda, buna kızamamak için haklı bir sebebi olmasıdır 'taklit anın'.

Jane Austen, Jane Austen'ın ta kendisidir çünkü. Yazarlar yazdıklarına, yazdıkları yazarlarına benzer.

Ve "Pride & Prejudice" 2005'te çevrilmiş bir filmden çok, Jane Austen'ın romanıdır.

Kızamıyorum.

Mahrem'den...

Elif Şafak demiş:

"Aslında az buçuk arızası olan herkes bilir bu altın kuralı: "Baktın ki kem söz işiteceksin, evvela kendin dalga geç kendinle; hatta en çok sen dalga geç ki, başkalarına fırsat kalmasın. İsmini sen koy marazının; hatta davul zurnayla duyur ki merhamet yoksunu ismini, sana lakap takmaya yeltenenlerin hevesleri kursağında kalsın." Yani baktın ki başkaları seni hırpalamak üzere, kendi kendini hırpalamalısın kalkan niyetine." (Şafak, 2000, 20)

"Adem ile Havva, yasak elmanın tadına varınca, farklılıklarını gördüler ilk defa. Utanıp, incir yapraklarıyla örtmek istediler çıplaklıklarını. Ama birinde bir, ötekinde üç incir yaprağı vardı. Sayı saymayı öğrenince, bir daha hiç aynı olamadılar." (Şafak, 2000, 87)

"Komşu kadın, hiç kapanmayan bir gözdür. Pencere önlerinden, dantel tüllerin ardından, balkon kenarlarından, duvar diplerinden, gözetleme deliklerinden ve bir de, pişirip dağıttığı aşurelerin içinden bakar." (Şafak, 2000, 158)

"Aşk bir korsedir. Niye bu kadar kıymetli olduğunu anlayabilmek için haddinden fazla şişman olmak gerekir. Senebesene katman katman çoğalmış, vıcık vıcık yayılmış, pelte pelte yığılmış yağları sarıp sarmalar, hizaya sokar. Ve sonra da geçip karşısına kendi eserinin, seyrine bakar kudretinin. [...] Aşk bir korsedir. Gün gelir, hiç beklenmedik bir yerde, hiç beklenmedik bir anda, atıverir çıt çıtlarından biri yahut çözülüverir iplikleri. Neler olup bittiğini anlamaya vakit kalmadan, korsenin cenderesinden kurtulan yağlarsürüsepet dışarı çıkmıştır çoktan. O keşmekeşte, göz açıp kapayıncaya kadar eski haline dönüverir gövde. Aşk bir korsedir. Niçin bu kadar kısa sürdüğünü anlayabilmek için haddinden fazla şişman olmak gerekir." (Şafak, 2000, 214)

"Uçan balonun seyri sadece tek seyircisi olan bir gösteridir. Niçin böyle olduğu zamanla öğrenilir. [...] Çünkü ömrü hayatında ilk defa bir uçam balon gören yalnız-çocuk öyle şaşırır, öyle heyecanlanır ki, onuhemen başkalarına göstermeye kalkışır. Tek başına keşfettiği bu güzelliği başkalarına göstererek, yalnızlığını savuşturabileceğini zanneder. Ya eve dönüp birilerini dışarı çağırır, ya annesini kollarından çekiştirir ya da en yakındaki çocuklara seslenir. Ötekiler önce anlamazlar yalnız-çocuk'un ne dediğini; sonra, işaret ettiği noktaya bakarlar. Ama orada bir şey göremezler. Çünkü uçan balon, uçmuştur çoktan. Yoktur artık. Varmış da gitmiş gibi değil; sanki hiç var olmamışçasına yoktur. Yalnız-çocuk, uçan balonu göstermek için çağırdığı insanların yanında yarı mahcup, yarı kızgın kalkalır. Anlamıştır." (Şafak, 2000, 225)

1 Eylül 2007

Bana Göre: "Canlı Seyrettiğim Konserler"

Geçen hafta 2, dün gece de 1 numarayı yaşayınca; böyle bir listeye ihtiyaç duydum. İsteyip de gidemediğim ne Muse konserleri, ne Şebnem konserleri olduğu için çok bütçem ve zamanımla sınırlandırılmış bir liste oldu. Ama bir yerden başlamak lazım :) Klasik müzik konserleri de dahil değil tabii ki.

Bana göre: Konserler


1) Yalın, 31 Ağustos 2007, Kuruçeşme Arena
2) Mor ve Ötesi, 21 Ağustos 2007, Bodrum Hadigari
3) Pinhani, 27 Temmuz 2007, Bronx
4) Yalın, 30 Temmuz 2006, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu
5) Rock Müzikaller, 13 Ağustos 2007, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu
6) Dolapdere Big Gang, 22 Mayıs 2007, SGM
7) Gripin + Ajda Pekkan + Yalın, 26 Mayıs 2007, Parkorman
8) Candan Erçetin, 19 Temmuz 2002, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu
9) Pink Martini, 27 Temmuz 2005, Kuruçeşme Arena
10) Spice Girls, 12 Ekim 1997, Abdi İpekçi Spor Salonu