24 Temmuz 2011

Rock'n Coke 2011'in Ardından, Vol.2

Aslında bir önceki yazıda hunterofphoenix, Rock'n Coke 2011 hakkında söylenebilecek birçok şeyi, çok güzel ve eğlenceli bir şekilde söyledi. Onun kadar festival insanı değildim, Hezarfen'de yalnızca birkaç saat bulundum. Fakat benim gözümden de apayrı bir Rock'n Coke okumak isteyenler için geliyor bu yazı:

Hiçbir zaman "Festivallerde kamp kurmalıyım!"cılardan olmadım, rahatına düşkün bir insanım çünkü. Bu nedenle, Rock'n Coke 2011, benim için yalnızca Pazar gününün yarısından ibaretti. Aslında Athena ve Travis dinlemek için gitsem de, günün alamet-i farikası ise Paolo Nutini'yi keşfetmem oldu.

Ulaşım, festival alanının cehennemin dibinde olmasından ve hizmet sağlayıcının İETT oluşundan dolayı biraz sıkıntılıydı. Kadıköy Rıhtım'da, İETT şoförlerinin 'saati gelmeden kaldırmayız' kaprisleri yüzünden klimalı boş otobüsün önünde, güneşin altında sırada beklemek komikti mesela. Neyse ki, otobüsler klimalıydı ve 1.5 saat sürse de rahat ve serin bir yolculuk sonucunda Hezarfen'e ulaştım.


90'lı yıllardan beri en çok sevdiğim Türk gruplarından olan Athena, bugüne kadar yaşadığım türlü talihsizlikler nedeniyle bir kez bile canlı izleyemediğim ve bu nedenle hayatımda çok büyük bir eksiklik hissettiğim gruplardan biriydi. Rock'n Coke 2011'in Pazar günü, festival alanına giriş yaptığım saat de Athena performansına göre ayarlanmıştı. Athena henüz batmamış olan güneşin tam karşısında, sıcaktan ter içinde kalmış kalabalık bir kitlenin karşısında sahneye çıktığında saatler 18.00'i gösteriyordu. "Serseri Mayın"dan "Kime Ne"ye, "Arsız Gönül"den "Öpücük"e eski ve yeni onlarca Athena şarkısı, karşımda kanlı-canlı söylenirken gerçekten mutlu hissettim kendimi. - hunterofphoenix "Konserleri öylesine kafayı sallayarak ve ayakla ritim tutarak izlerim." demiş yazısında, gerçekten haklı. İnsanın zıplama hevesini sabit durarak kursağında bırakıyor. Ben yine de şarkıları bağıra bağıra söyledim ve kendi çapımda eğlendim. - Festival görevlilerinin sevaba girerek üzerimize püskürttüğü suların ve güneşin altında, aslında çok daha iyisini beklediğim sıradan bir performans izledim Athena'dan. Keşke son şarkıları "Ben Böyleyim" sırasında etrafa saçılan balonlar olmasaydı da, bu sıradan performansa bir de korku dolu anlar eklenmeseydi. (Bilmeyenler için, balonlardan uzak durmaya çalışıyorum.)

Önce kasadan fiş, sonra büfeden yemek/bardan içki sisteminin nesi düzensiz geldiyse; kart çıkart-kart doldur-yemek/içki al düzeninin tercih edildiği yiyecek/içecek düzeni ise kesinlikle festivalde kısıtlı zaman geçirecekler için uygun değildi. Bu nedenle kartlarını sömürdüğüm sevgili arkadaşlarıma bir kez daha teşekkürü borç bilirim. Skunk Anansie ile ilgilenmediğim için (durun vurmayın!) yemek, bira, arkadaşlarla muhabbet ve sanırım festivalin en huzurlu köşesi Coca Cola Zero Sahnesi civarında dinlenmek, içmek ve oyun oynamakla geçen bir saatin sonrasında birkaç kişi tarafından "tam benlik" olduğu söylenen Paolo Nutini'yi izlemek üzere tekrar Ana Sahne'nin yolunu tuttum.


Paolo Nutini ile ilgili bildiğim tek şey, festival kitapçığında daha fazlasını okumuş olmama rağmen "İtalyan asıllı İskoç müzisyen, besteci ve söz yazarı" kısmıydı. Bir de "Candy" diye bir şarkısı vardı, herkes biliyordu - ben değil. Paolo Nutini sahneye çıktığında, aklımda kalan cümleden dolayı Brit Rock ve Akdeniz ezgileri harmanı bir müzik ile karşılaşacağımın farkındaydım. Fakat kesinlikle duyduğum mükemmellikte bir şey beklemiyordum. Sonradan benden yalnızca 21 gün büyük olduğunu öğrendiğim o bedenden o harika olgunluktaki sesin çıkacağını da. Nutini'nin sahne performansı da (önümdeki 180cm ve üzeri arkadaşların arasından görebildiğim kadarıyla) gayet başarılıydı. Fakat beni en çok etkileyen duyduğum müzik oldu. kesinlikle. Brit Rock'ın o kusursuz, hareketli ve gaz eğlencesini İtalya ve Fransa'ya özgü o çok kötü rock ile birleştirince ortaya güzel bir şey çıkabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Sonuç olarak Paolo Nutini, Jamie Cullum kadar olmasa da, son zamanlarda dinlediğim/izlediğim en iyi canlı performanslardan biriydi.

Gecenin en hazin yanı, saat 12 olmadan Taksim'de olabilmek için (bkz. balkabağına dönüşmek) Travis'i yarım bırakmak zorunda oluşum gerçeğiydi. Fakat söz konusu Travis olunca, 5 şarkı dinlemek bile beni gözyaşları içerisinde bırakmaya yetti. En sevdiğim gruplardan biri daha,karşımdaydı ve sahneye en sevdiğim şarkıları ile çıkmışlardı: "Selfish Jean". Tam buna seviniyor, bir yandan da mutluluktan ağlıyorken, 3. şarkı daha büyük bir darbe vurdu: "Love Will Come Through". Sanki kalbimin sesini dinleyip gönül rahatlığı ile onları bırakabileceğimin mesajını veriyordu Fran Healy: "Love will come through" diyordu, "It's just waiting for you." Kalabalığı aştığımda, kapıdan çıktığımda, kamp çadırlarının yanından yürüdüğümde, servise bindiğimde fonda 6. ve 7. şarkılarını söylüyordu Travis. O kadarı bile mutlu etmeye yetti beni, gecenin devamı ise pişman olmama neden olmayacak kadar güzeldi. (#tmi)

Fotoğraf: Ezgisu Biber

Hayatımın ilk Rock'n Coke'u, en sevdiğim iki grubu (birini yarım yamalak da olsa) izlememi ve Paolo Nutini'yi keşfetmemi sağladı. Bir sonraki Rock'n Coke'un yine benim için bir günden ibaret olacağını biliyorum. Kimleri dinleyip, kimlerden fedakarlık yapmam gerektiğini öğrenmeyi heyecanla bekliyorum.

Hiç yorum yok: