ifistanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ifistanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2011

10. !f İstanbul Uluslarası Bağımsız Filmler Festivali'nin Ardından...

Müslüman mahallesinin alışılmış salyangozu, bu yıl 10. kez aramızdaydı. 10 yıldır İstanbullu sinemaseverleri bağımsız yapımlarla buluşturan, son yıllarda ise Ankara'ya ve sınırlar ötesine taşan !f Bağımsız Filmler Festivali, yine zengin ve kaliteli bir programla çıktı karşımıza. Bu yıl ilk kez filmlerinden fazlasını deneyimlediğim ve 2 de partisine katıldığım festival; 9 gün boyunca güzel anlar ve filmler çıkardı karşıma. "True Grit"e festival tarihleri içindeki vizyon tarihi nedeniyle, "Luftslottet som Sprängdes"e acelem olmadığı ve vizyona gireceğini bildiğimden bilet almamıştım. Bilet aldığım 12 filmdense ne yazık ki yalnızca 9'unu izleyebildim. İlksen Başarır'ın merakla beklediğim "Atlıkarınca"sı, yönetmenin değiştirmek istediği son kurgunun festivale yetişmemesi nedeniyle Keş!f bölümünden çekilirken, "La mosquitera" derslerin, "R" ise parti sarhoşluğunun kurbanı oldu. İzleme fırsatı bulduğum 9 filmden notlar ise şöyle:

Hit Filmler:
Animal Kingdom (Avustralya - Yön: David Michôd): Avustralya'nın bu yılki ödül avcısı "Animal Kingdom" orman kanuna göre yaşayan bol erkekli bir ailenin hikayesini anlatıyor. Film koltukta oturan bir genç kadın ve çok daha genç bir çocuk ile başlıyor. Çocuk televizyon seyrediyor, kadınsa uyuyor. Birkaç saniye içinde gördüğümüz çocuğun, annesi aşırı dozdan öldüğü için ambulansı beklediğini anlıyoruz. Bu soğukkanlılık, filmin ölümle dalga geçen tavrının yalnızca küçük bir örneği. Birinin ölümü nasıl güç dengelerindeki değişim dışında bir etki yaratmıyorsa hayvanlar üzerinde, izlediğimiz ailede de ölüm bundan ibaret. J'in kendini bir anda dayıları ve anneannesinin arasında; dolayısıyla suç dünyasının içinde bulduğu günlerini anlatan "Animal Kingdom" çok ağır ilerleyen sıkıcı bir film aslında. Fakat biraz daha kısa kesilse, üzerinde düşünülecek çok şeyi olan, izlenesi bir film. Performansı ile Oscar'a aday gösterilen Jacki Weaver, 17 yaşındaki James Frecheville ve filme yakışır bir ağırbaşlılıkla oynayan Guy Pearce'ın oyunculukları övgüye değer. Filmden geriye kalansa tek bir cümle: "It's a crazy fucking world."

Black Swan (ABD - Yön: Darren Aronofsky): Yılın en iyi filmi. Diyecek daha fazla bir şey yok aslında. Darren Aronofsky'nin sanatsal güzelliğin estetiği ve fiziksel acının çirkinliği arasındaki tezat üzerine bir destanı "Black Swan". Natalie Portman'ın insanüstü performansı ve Matthew Libatique'in mükemmel görüntüleri filmin en büyük artıları. Tchaikovsky'nin ClintManselleştirilmiş müzikleri de harika. Natalie Portman'ın Oscarlı performansının gölgesinde kalsalar da Mila Kunis ve Barbara Hershey de mükemmeller. Son yıllarda ilk kez bir filmden dayak yemiş gibi çıktım. Bunu bilir, bunu söylerim. Ve "Was I good?" diye soran Mila Kunis'e sevgilerimi gönderirim.

Drei (Almanya - Yön: Tom Tykwer): "Perfume: The Story of a Murderer" ve "International" gibi iki film ile son yıllarda İngilizce'ye geçiş yapan Tom Tykwer, "Drei" ile "Lola rennt"ten hatırladığımız o Alman dinamizmine ve disiplinine geri dönmüş. İki erkek ve bir kadının sınırlarını zorlayan bir ilişkinin zaman doğrusunu perdeye yansıtan Tykwer'a çok iyi bir kurgu ve çok iyi müzikler eşlik ediyor. Sophie Rois, Sebastian Schipper ve Devid Striesow başrollerde oldukça uyumlular.

Kids Are All Right (ABD - Yön: Lisa Cholodenko): Yılın en iyi bağımsız ruhlu filmi diyebileceğim "Kids Are All Right", hem birbiriyle uyumları, hem de etkileyici performansları bakımından harika bir oyuncu kadrosuna ve çok iyi yazılmış bir senaryoya sahip. Annette Bening'e bir Altın Küre ve bir Oscar adaylığı getiren performansı kadar, hatta daha çok Julianne Moore'un performansını beğenmiş olsam da; Bening de, Ruffalo da çok iyi, çok inandırıcılar. Mia Wasikowska ve Josh Hutcherson iki kardeş rolünde onları aratmıyorlar. Lezbiyen bir çift, aynı babadan olma birer çocuk ve bu dörtlüden haberi olmayan bir adamın hayatlarının zorla içiçe geçirilişini izliyoruz filmde. Yaşananlar komedi gibi gözükse de, büyük bir drama tanık oluyoruz. İyi bir senaryo ve iyi oyuncular bir araya geldikten sonra, kötü bir şey beklemek anlamsız zaten.


Les amours imaginaires (Kanada - Yön: Xavier Dolan): Kendimi Xavier Dolan ile aynı dönemde yaşadığım, hatta onunla neredeyse yaşıt olduğum için inanılmaz şanslı hissediyorum. Çünkü aynı şeyleri aynı dönemlerde hissettiğim, ve dolayısıyla eserlerindeki duyguları kendi duygularımla bağdaştırabildiğim bu çocuk; geleceğin en büyük yönetmenlerinden biri olacak. Pedro Almodovar ve Ferzan Özpetek sinemasının renklerini, çok iyi müziklerle; bir James Dean ve bir Audrey Hepburn'ün taş gibi (ki filmin bir anında çıkan Antik Yunan Heykeli bunun en büyük kanıtı) bir çocuğa olan platonik aşkının hikayesinde birleştiren Dolan, ikinci filminde de yapıyor yapacağını. Aşk üzerine, karşılıksız aşk üzerine o kadar yerinde laflar ediyor ki 22 yaşındaki kalemi ve kamerasıyla, herhangi bir insanın "Ben tam olarak bunları yaşamıştım/hissetmiştim." diyeceği bir sahne, bir söz mutlaka yer alıyor filmde. Renkler, kostümler, müzikler ve hele o ana hikaye arasında akıp giden monologlar... "Les amours imaginaries", belki "J'ai tué ma mère"den daha iyi değil; ama kesinlikle birçok filmden daha iyi. Filmde çalan birbirinden güzel üç şarkı: "Bang Bang" (Dalida), "Le temps est bon" (Isaelle Pierre) ve "Pass This On" (The Knife).


Winter's Bone (ABD - Yön: Debra Granik): Bu yılki Oscar adaylarından belki de en az sevdiğim, belki de en sıkıldığımdı "Winter's Bone". Jennifer Lawrence'ın harika oyunculuğu olmasa; ne o filmde, ne o senaryoda, ne de diğer oyunculuklarda iş var. Belki de beni en çok hayalkırıklığına uğratan filmdi "Winter's Bone". Şunu bir İsveçli ya da Finlandiyalı çekeydi, bakın neler çıkıyordu ortaya.

Keş!f:
Nuummioq (Grönland - Yön: Torben Bech, Otto Rosing): Film bittiğinde yazılar akarken "Bu filmde bu kadar kişi çalışmış olamaz!" diye isyan eden arkadaşım Canan'ın olduğu gibi, benim de hayatımda izlediğim ilk Grönland filmiydi "Nuummioq". Ülkenin tarihinde ilk kez Akademi'ye bir film göndermesi ile adını duyduğum soğuk-ülke-yol-hikayesi tanımı ile aklıma "Nord"u getirmiş, sempatimi kazanmıştı. Fakat ne yazık ki bana "Grönland Kahvesi"nin varlığını bilmek dışında bir şey kazandırmadı. Grönland Kahvesi için buradan buyrun.

Y-eni Kuşak:

Griff the Invisible (Avustralya - Yön: Leon Ford): "True Blood"ın karizmatik insanı Ryan Kwanten'i 'ezik' Griff rolünde izlediğimiz film, büyümeyen çocuklar ve dinmeyen çocukluk hayalleri üzerine. Ama işte...

Gökkuşağı:

El ultimo verano de la Boyita (Arjantin - Yön: Julia Solomonoff): Festivalin en büyük ikinci hayalkırıklığını ise GÖkkuşağı Bölümü'nden seçtiğim tek filmde yaşadım. "El Ultimo Verano de la Boyita" cinsel tercih ve yönelimler dışında, cinsel yaradılış üzerine bir filmdi. Başrollerdeki iki çocuk, Guadalupe Alonso ve Nicolás Treise çok iyi olsalar da, film beklentilerimin çok farklı oluşundan dolayı beni mutlu edemedi.

Bir festivalin yorgunluğunu atmadan, sırada 30. İstanbul Film Festivali var. 2 Nisan'ı heyecanla bekliyoruz!

26 Ocak 2011

10. !f İstanbul Uluslarası Bağımsız Fİlmler Festivali'ne Doğru...

AFM'nin bu yıl 10. yaşını kutlayacak olan, sınır tanımayan bağımsız filmler festivali !f, 17-27 Şubat tarihleri arasında İstanbul'da, 2-6 Mart tarihleri arasında ise Ankara'da sinemaseverler ile buluşacak. Bugün düzenlenen toplantı ile basına tanıtılan ve harikulade programı afişe edilen festivalde bizi bu yıl da birçok sürpriz bekliyor. Festivalin En İlham Verici Film'i seçen bölümü "Keş!f"in yanısıra; "Hit Filmler", "Ne Kadar Gerçek O Kadar Kurgu", "Y-eni Kuşak", "Retrospekt!f", "Sesli Yaşam", "Fantastik Filmler", "Dünyanın Çivisi", "Açılıma Devam!", "Gökkuşağı Filmler", "!f Kült", "!f Bonus" ve "Nöbetçi Sinema" bölümler arasında bulunuyor.

Tanıtımını "!f İstanbul 10 Yıldır Mahallede" sloganı, dev bir sümüklüböcek ve başarılı bir video ile yapan festivalde aşağıda bulabileceğiniz birçok yenilik ve güzellik bulunmakta. Sevindirici bir gelişme olarak Maçka Gmall sinemasının da salonlar arasına katıldığını, fakat bu ve diğer tüm güzel gelişmeleri dengelemek için zaten fazla olan bilet fiyatlarının daha da arttığını da söylemek lazım.

İşte !f'inize yarayacak birkaç bilgi:

- Bir Sundance projesi olarak dünyanın 12 şehrinde yürütülen "Film Forward: Kültürel Diyaloğu Geliştirmek", Sundance ekibinin ve Hollywood senaristlerinin İstanbul'a gelmesini; sunum, panel ve atölye çalışmaları düzenlemesini sağlayacak.

- Efsane yönetmen Alejandro Jodorowsky, 1989 yapımı filmi "Santa Sangre"nin yenilenmiş kopyasının ilk gösterimi için !f kapsamında İstanbul'da olacak.

-
“!f ²: İstanbul’dan Canlı" projesi, bu yıl 23 şehirde gerçekleşecek.

- Bu yıl 4. kez düzenlenen yarışma bölümü "Keş!f"te gösterilecek filmler arasında İlksen Başarır'ın "Atlıkarınca"sının yanısıra "22nd of May" (K.Mortier), "Four Times" (F.Frammartino), "Nummioq (T.Bech & O.Rosing), "Our Day Will Come" (R.Gavras), "Pál Adrienn" (Á.Kocsis), "R" (M.Noer & T.Lindholm) ve "We Are What We Are" (J.M.Grau) bulunuyor.

- Retrospekt!f bölümünde geçtiğimiz 10 yılın en beğenilen filmleri gösterilecek: "24Hour Party People", "Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi", "Donnie Darko", "No One Knows About Persian Cats" ve "Wristcutters: A Love Story". -

- Festival programında 10 dalda Oscar adayı "True Grit", 5 dalda Oscar adayı "Black Swan", 4'er dalda Oscar adayı olan "Winter's Bone" ve "Kids Are All Right", 1 dalda Oscar adayı "Animal Kingdom", En İyi Belgesel dalında Oscar adayı olan "Inside Job" ve "GasLand" bulunuyor. (Bu filmlerin çoğu tahmin ettiğiniz gibi Hit Filmler arasında.)
Yine programda Grönland (Nuummioq), Arjantin (Carancho), Irak (Son of Babylon) ve Japonya'nın (Confessions) Oscar aday adayı olan filmleri de yer alıyor.

- Xavier Dolan ("Les amours imaginaires") ve Tom Tykwer'ın ("3") en son filmleri ve Ejderha Dövmeli Kız serisinin son filmi "Arı Kovanına Çomak Sokan Kız" da Hit Filmler arasında yer alıyor.

- Sevilen bölüm "Gökkuşağı Filmler"in bombası ise Bruce Le Bruce imzalı, çokça tartışılan eşcinsel zombi filmi "L.A.Zombie"

Önerilerime gelince:
1. Les amours imaginaires
2. Black Swan
3. Kids Are All Right
4. Winter's Bone
5. Atlıkarınca
6. Nuummioq
7. Inside Job
8. Animal Kingdom
9. True Grit
10. L.A.Zombie

21 Şubat 2010

9. !F Bağımsız Filmler Festivali'nin Ardından...

Bu yıl 9. kez bağımsız ruhu İstanbullu sinemaseverlerle buluşturan !F Bağımsız Filmler Festivali, 11 günün ardından, bugün sona eriyor. Bu yıl programımı yaparken gerçekten zorlandım ve 11-21 Şubat tarihleri arasında izlemek üzere 20'ye yakın filmden oluşan kısa(!)listemi, 13 filme indirdim. "Lovely Bones" ve "Crazy Heart"ı yakın vizyon tarihleri nedeniyle, "Fantastic Mr.Fox"u Wes Anderson'a olan antipatim nedeniyle, "Apan" ve "Alle Anderen"i ise çok istememe rağmen programıma uyduramadığım için izleyemedim.

İzlediklerim ise şöyle:

Hit Filmler:

An Education İngiltere (Yön: Lone Scherfig): Danimarkalı yönetmenin İngiliz oyuncularla çektiği son filmi "An Education", 20. yüzyılın ortalarında (böyle yazınca çok eski bir zaman gibi oldu) Londra'da geçiyor. Senaryo ve romanlarıyla tanınan İngiliz yazar Nick Hornby'nin Lynn Barber'ın günlüklerinden uyarladığı hikaye, modern bir Jane Eyre olarak tanımlanıyor. 'Liseli bir genç kızın üniversiteye girmek için çırpınışları, iyi bir koca buluşu ile boşa gitmeli mi'yi tartışan bir konusu var filmin. Fakat bu konuyu irdelerken ne kadının toplumdaki yerine, ne İngiliz aile yapısına, ne de geçmişin eğitim sistemine oturaklı bir dokundurma yapamamış olması üzücü filmin. Anti-semitizmden, siyah-beyaz ırkçılığına, hırsızlığın meşrulaştırılmasına kadar birçok konuya bulaşıp, konuyu dağıtmış olması da... Diğer yandan başta Carey Mulligan olmak üzere iyi oyunculuklar görmek mümkün filmde. Hele ki Alfred Molina ve Emma Thompson'lı sahneler...

Away We Go ABD (Yön: Sam Mendes) İlk 4 filmi arasında 3'er yıl boşluk bırakan Sam Mendes, geçtiğimiz yılki "Revolutionary Road" sonrası şaşırtarak çektiği son filminde, ağır aile dramları ve banliyö yaşamı tutkularından da uzaklaşarak keyifli bir yol hikayesine imza atmış. Festivalde izlediğim en iyi filmlerden biri olan "Away We Go", çocuklarını yetiştirmek için en uygun kenti arama pahasına Kuzey Amerika'da oradan oraya dolaşan, birbirine deli gibi aşık, sevimli bir çifti konu alıyor. Her yol hikayesinde olduğu gibi her durakta karşımıza çıkan ilginç karakterler ve onların ana kahramanlarımıza kattıkları, finale doğru bir adım daha attırıyor onlara. İyi müzikler ve iyi görüntüler eşliğinde ilerleyen, esprili ve keyifi bir film "Away We Go". Dave Eggers ve Vandela Vida imzalı senaryo, iki yazarın da ilk çalışması olmasına rağmen çok güzel kurulmuş. Televizyon yıldızları John Krasinski ve Maya Rudolph ise hem birbirlerine, hem de filme oldukça yakışmış. Yan rollerde gördüğümüz (özellikle) Maggie Gyllenhaal, Allison Janney ve çok kısa da görünseler Jeff Daniels ve Catherine O'Hara harikalar yaratıyor. Vizyon tarihi 26 Mart olarak gözüken film, mutlaka izlenmeli.

C'est pas moi, je le jure Kanada (Yön:Phillippe Falardeau) Kanada'nın Fransız tarafından çokça şirin bir film. Komşuları tarafından deli olukları düşünülen, onların haksız da olmadığını her fırsatta gördüğümüz bir ailenin, her tepesi attığında intihara kalkışan küçük oğlunun merkezinde olduğu film içinizdeki çocuğu harekete geçirecek sevimlilikte. Eğer çocukken fazla haylaz değilseniz, yapmak isteyip de yapamadıklarınızın hepsini perdede gerçekleşirken görebiliyorsunuz. Bana konu olarak benzemese de saflık açısından biraz "Je m'apelle Elizabeth"i hatırlatan filmin başrolündeki küçük oyuncu Antoine L'Écuyer'in performansı ise şaşırtıcı derecede iyi.

Cold Souls ABD (Yön: Sophie Barthes) Amerikalı oyuncu Paul Giamatti'nin, içindeki sıkıntılardan dolayı iyi performanslar çıkaramamaya başlaması sonucu, bir dergi ilanı sayesinde bulduğu ruh dondurma yöntemine başvurmasını konu alan fantastik bir bağımsız film "Cold Souls". Kendi adını kullanarak oynayan Giamatti'nin başarısız bir oyuncuyu canlandırmak için ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu göstermesi de fazlasıyla ironik olmuş. Filmde ayrıca doktor rolündeki David Strathairn de çok eğlenceli. !f blog'un davetlisi olarak gittiğim filmden çok gülmüş ve eğlenmiş olarak ayrıldım kısacası.

Good Heart İzlanda (Yön: Dagur Kári) İzlanda'nın dünyaca tanınmış birkaç yönetmeninden biri olan Kári'nin son filmi, New York'ta geçen İngilizce bir film olmasıyla yönetmenin evrenselleşme yolunda atmış olduğu bir adım. İntihar girişiminde bulunan evsiz bir gencin ve bilmemkaçıncı kalp krizini geçiren yaşlı bir bar sahibinin hastanede tanışmasını, dostluklarını ve birbirlerine bağlanmasını konu alıyor. Paul Dano ve Brian Cox, iyi bir uyumla tiyatro tadında oyunculuklar sergiliyorlar. Filmde yönetmenin Nordic kökenlerinin etkisini de, hakim olan soğukluktan ve ışık kullanımından hissetmek (ve benim durumumda mutlu olmak) mümkün.

La Nana Şili (Yön: Sebastián Silva) Şili'nin bu yıl adından çok fazla söz ettiren filmi "La nana", Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film dalında aday olmuş, fakat Oscar için Akademi'ye yollansa da kısalistede yer alamamıştı. Yalnız olmaktan hoşlanan, yaşı ve sağlığı izin vermemeye başlasa da evin tüm işlerini kendi düzeni ve yöntemiyle yapmaya fazlasıyla alışmış olduğu için bir yardımcıya tahammül edemeyen hizmetçi Raquel'in hikayesi... Catarina Saavedra'nın bu rolüyle birçok ödül kazanmasına şaşırmamak gerekiyor. Tek bir evin içinde geçmesine rağmen hiç sıkıcı olmayan, bir karakterin evrimini/değişimini çok güzel perdeye yansıtabilen bir film olmuş.

Precious ABD (Yön: Lee Daniels): Yılın en çok konuşulan filmlerinden, Sundance ve Toronto'da adını duyuran 6 Oscar adayı bağımsız "Precious: Based on the Novel Push by Sapphire", açıkçası beni olumlu yönde etkilemedi. Yönetmen Lee Daniels ve senarist Geoffrey Fletcher; romanın içindeki sıkıntı, bunalım ve talihsizlikler silsilesini, her ne kadar ana karakterinin hayal dünyasıyla yumuşatmaya çalışmış olsalar da bu sahneler filmde o kadar sırıtmış ki, benim daha fazla depresyona girmeme neden oldu. Mo'nique, ortalamanın çok çok üstünde bir performans sergilemiş doğru. Gabourey Sidibe de öyle... Fakat onca ödülün ve övgünün, biraz da filmin sosyal mesajıyla alakalı olduğunu düşündürdü film bana. Bu yılki !f'te yaşadığım en büyük hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim filmin. "Precious", 12 Mart'ta vizyonda olacak.

Samson & Delilah Avustralya (Yön: Warwick Thornton) Avustralya'nın bu yıl Oscar Yabancı Film Kısalistesi'ne kalan Aborjin filmi, asimile olmuş yerlilerin yaşadığı küçücük bir toplulukta, iki gencin sıkıntıdan birbirlerine aşık olmasını konu alıyor desem yeridir. Köyden şehre kaçış ve evsiz/parasız yaşamaya alışmaya çalışma sahnelerinin yarattığı sıkıntı, sinir bozucu ve tekrar eden bir müzik ve fondaki pislik/sefalet beni yordu.

Un prophète Fransa (Yön: Jacques Audiard) Cannes'da Jacques Audiard'a En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazandıran film, bir Fransız hapishanesinde yaşamak için kurnazlığını, zekasını ve tanrı vergisi kahinliğini kullanan Malik'in 6 yılını anlatıyor. Çok da güzel, gerçekçi, çarpıcı ve sürükleyici anlatıyor. Filmin bu sürükleyiciliğini baltalayan tek şey ise 150 dakikalık süresi.

Dünyanın Çivisi:

Food, Inc. ABD (Yön: Robert Kenner) Bunu bir belgesel için söyleyebileceğimi ben de düşünmezdim ama, festivalde izlediğim en iyi filmdi "Food, Inc.". Kapitalist gıda endüstrisinin ne kadar acımasız olduğunu, organik ürünlere geçme isteğinin neden haklı ve yerinde olduğunu, bir McDonald's menüsünün neden bir kilo sebzeden çok daha ucuz olabildiğini gösteren ve bunu çok çarpıcı/korkutucu bir şekilde yapan bir filmdi. Neyse ki, ülkemiz bir tarım ülkesi olduğundan (!) henüz bu kadar kötü değil durumumuz ama dur denilmesi gidişatı görmek açısından bizim için de anlamlı, yeri/zamanı olmayan bir film. Sualtı yaşamı ne kadar iyi anlatılmış olabilir bilmiyorum ama, eminim En İyi Belgesel Oscar'ı için "The Cove"un en güçlü rakibi olmasına kimse şaşırmıyordur "Food Inc."in. Yönetmenin bölümlere ayırdığı ve bu bölümleri güzel başlıklarla renklendirmesi seyircisinin ilgisini sürekli sabit tutmaya yaramış. Diğer yandan "Fikir Sahibi Damaklar"ın film sonrasındaki soru-cevap kısmına katılamamış olsam da, !f'i buna önayak olduğu için tebrik etmek lazım.

Gökkuşağı:

Broderskab Danimarka (Yön: Nicolo Donato) Bu yıl izlediğim 3 Gökkuşağı filminden tek kayda değer olanı, Danimarka filmi "Broderskab"dı. Neo-Nazi bir örgütün iki üyesinin arasındaki eşcinsel ilişkinin, önceden tahmin edilebilir bir şekilde kendilerini felakete sürüklemesini konu alan film ne bağıra bağıra anti-homofobi mesajları vermeye çalışan (bkz. To Each Her Own), ne de olaya 'nasılsa eşcinsel temalı film, konuya gerek yok, hadi porno çekelim' felsefesiyle yaklaşan (bkz. Greek Pete), doğru düzgün, sinema sanatını iyi icra eden bir filmdi. Hikayesi, gerilimi, romansı ile film gibi bir filmdi. Bir de Nordic filmiydi, daha ne isteyeyim.
Greek Pete İngiltere (Yön: Andrew Haigh)
To Each Her Own Kanada (Yön: Heather Tobin)

!f, 25-28 Şubat tarihleri arasında Ankara'da. Ankaralılara duyurulur.
Biz İstanbullular ise, İstanbul Film Festivali için 3 Nisan'ı bekliyoruz.

27 Ocak 2010

!F 2010 Önerileri

AFM Sinemaları'nın öncülüğünde bu yıl 9. kez düzenlenen !F Bağımsız Filmler Festivali programı bugün açıklandı. 11-21 Şubat tarihleri arasında AFM'nin Fitaş, CKM ve İstinye Park salonlarında düzenlenecek festival, her yıl olduğu gibi İstanbul'dan sonra Ankaralı sinemaseverleri de dünyanın dört bir yanından bağımsız filmlerle buluşturacak. Haftaiçi gündüz seansları ve Türkçe filmler 5 TL, 21.30 ve 22.00 seansları 15 TL, diğer seanslar ise 10 (öğrenci) ve 12 (tam) TL'ye izlenebilecek.

Festivalin bölümleri arasında gelenekselleşmiş "Keş!F", "Hit Filmler", "Fantastik Filmler", "Nöbetçi Sinema" ve "Gökkuşağı" bölümlerinin yanısıra; belgesellerden oluşan "Dünyanın Çivisi", müzik filmlerinden oluşan "Sesli Yaşam", 3 Kürt filmine yer veren "Açılım" gibi bölümler de yer alıyor. Filmler dışında etkinlikleri ile de göz kamaştırıyor !F bu yıl da... Darüşşafaka ve Üsküdar Amerikan Liseleri'nde liseli gençlere de hitap etmek bir yana, birçok panel, atölye ve Yaşayan Kütüphane Projesi'nin bir ayağına da evsahipliği yapacak !F. Son olarak Ghetto ve The Hall'deki Açılış, Kapanış ve Gökkuşağı partilerini de unutmamak gerek.

Bir yenilik olarak !f² adlı bir deneye de ortam sunacak festivalde, 20 ve 21 Şubat'ta İstanbul'dan canlı yayınla, 5 film ve bir söyleşi Türkiye ve Ortadoğu'nun 16 noktasındaki seyircilerin karşısına çıkacak. Bu şansa sahip 16 nokta; İstanbul, Eskişehir, Antakya, Mersin, Van, Muğla, Diyarbakır, Batman, Çanakkale, Samsun, Alanya, Ayvalık, Lefkoşa (KKTC), Gümrü (Ermenistan), Ramallah (Filistin) ve Tanca (Fas).

!F Programı'nda bu yıl Avrupa, Amerika, Latin Amerika, Kanada, Avustralya, Ortadoğu ve Uzakdoğu sinemalarından onlarca film var. !F'in ilginç bölümlerinde; küçük kitlelere hitap eden, uç noktalarda seyreden, bağımsız ruhlu heyecan verici yapımlar olduğu ve benim de çoğunu heyecanla beklediğim doğru. Fakat genele hitap eden 10 öneride bulunmak gerekirse, listem şöyle:

1) An Education - İngiltere (Yön: Lone Scherfig): "Italiensk for begyndere" ile çıkışını yapan Danimarkalı yönetmenin İngiliz oyuncularla çektiği son filmi, yılın en ilgi çekici yapımlarından. Yılın en çok BAFTA adaylığı kazanan filmi 60'lı yıllarda Londra'da geçiyor. Genç bir kız ve orta yaşlı bir adamın aşkı üzerine... Filmde oyunculuğu ile çok iyi eleştiriler alan Carey Mulligan'ın yanısıra Peter Sarsgaard, Alfred Molina ve Emma Thompson yer alıyor.

2) Lovely Bones - ABD (Yön: Peter Jackson): LOTR ve King Kong sonrası, gerçek hayata biraz yakınlaşan Peter Jackson bir roman uyarlaması ile karşımıza çıkıyor. Alice Sebold'un Türkiye'de "Cennetimden Bakarken" adıyla yayınlanmış romanından uyarlanan film, öldürülen genç bir kızın katilinin bulunması için ailesine cennetten yardım edişini konu alıyor. Saoirse Ronan ve Stanley Tucci'nin oyunculukları dışında, sanat yönetimi ile de dikkat çeken filmin kadrosunda Susan Sarandon, mark Wahlberg ve Rachel Weisz gibi oyuncular da var.

3) Precious - ABD (Yön: Lee Daniels): ABD'nin bu yılki en başarılı bağımsız filmi denilebilecek "Precious"ın fazla iç karartıcı ve fazla siyahi bir hikayesi var. Harlem'de annesi tarafından dövülen, babası tarafından hamile bırakılan obez bir liseli genç kızın hikayesi. Geçtiğimiz yıl Sundance'de baştacı yapılan, yılın en prestijli birçok ödül töreninde adı geçen filmin Mo'nique'e bir Oscar heykeli kazandırmasına kesin gözüyle bakılıyor.

4) Un prophéte - Fransa (Yön: Jacques Audiard): Fransa'nın Cannes'da En İyi Yönetmen Ödülü'nü alan ve Oscar Yabancı Film kısalistesine kalan ve muhtemelen aday olacak filminin merkezinde hapishanedeki Arap bir göçmen var.

5) Crazy Heart - ABD (Yön: Scott Cooper): Hayata tutunmaya çalışan, yaşlanmakta olan bir country şarkıcısının hüzünlü hikayesi. Geç kalmış Oscar'ına doğru koşan Jeff Bridges'a Maggie Gyllenhaal eşlik ediyor. Film, müzikleri ve özellikle de "Weary Kind" adlı şarkısıyla da dikkat çekiyor.

6) Away We Go - ABD (Yön: Sam Mendes): Amerikan bağımsız sinemasının sevilen yönetmenlerinden Sam Mendes, 5. filminde tam bir bağımsız ile karşımızda. İlk çocuklarını büyütmek üzere ideal yeri arayan ve ABD'yi gezen bir çiftin yol hikayesi... Başrollerde "The Office" dizisinin yıldızlarından John Karsinski ve "SNL" şovunun yıldızlarından Maya Rudolph var. Yan rollerde ise bağımsız sinema deyince akla gelen isimler var: Jeff Daniels, Maggie Gyllenhaal, Allison Janney...

7) Fantastic Mr.Fox - ABD (Yön: Wes Anderson): Wes Anderson imzalı, yılın en beğeni toplayan animasyon filmlerinden "Fantastic Mr. Fox", kümeslere dadanan bir tilkinin maceraları üzerine. Seslendirenler arasında Meryl Streep, Bill Murray ve George Clooney gibi isimler dikkat çekiyor.

8) Samson & Delilah - Avustralya (Yön: Warwick Thornton): Avustralya'nın Oscar aday adayı, bir aborjin filmi.

9) Food Inc. - ABD (Yön: Robert Kenner): "The Cove" ile birlikte yılın en beğenilen uzun metraj belgesel yapımlarından olan "Food Inc.", kapitalizmin ticarileştirdiği gıda sektörüne parmak sokuyor.

10) Cold Souls - ABD (Yön: Sophie Barthes): Bağımsız sinemanın en beğenilen aktörlerinden Paul Giamatti başrolünde oynadığı "Cold Souls"da yine bir aktörü canlandırıyor. Ona Emily Watson ve David Strathairn gibi oyuncular eşlik etmekte.

Benim programıma ise buradan ulaşabilirsiniz...

27 Şubat 2009

8. !F Bağımsız Filmler Festivali'nin Ardından...

AFM tarafında bu yıl 8.si düzenlenen !F Bağımsız Filmler Festivali 12-22 Şubat 2009 tarihleri arasında İstanbul ayağını gerçekleştirdi. 23-26 Şubat tarihlerine konulan ek gösterimler sonrasında da son buldu. Bu yıl, !F'te 10 film izledim, 5'ine taptım, 1'inde kendimi aptal hissettim, 1'inde hayal kırıklığına uğradım, 3'üne olmamış dedim. Yerden göğe sığdırılamayan Mickey Rourke performansını görmek için erkenci davrandığımdan ve filmi seyretmiş olduğumdan "Wrestler"a, 27 Şubat vizyon tarihleri nedeniyle "International" ve "Revolutionary Road"a gitmedim. Kaçırdığıma üzüldüğüm tek film olan "Burning Plain"i ise dün geceki ek gösterimi ile seyretme fırsatı buldum.

De Ofrivilliga - Involuntary (Yön:Ruben Östlund): Avrupa'daki birçok festivalden ödülle dönmüş olsa da, benden ödülle dönemedi bu İsveç filmi. Farklı insanların kesişmeyen hayatlarından kısa görüntülerle istemsizce bir şeyler yapmayı, utanma duygusunu ve başkalarının ne düşündüğünü önemseyişimizi deşen bir filmdi.

Mannen som elsket Yngve - Man Who Loved Yngve (Yön: Stian Kristiansen): Norveçli yönetmenin ilk filmi olan "Mannen som elsket Yngve", Berlin Duvarı'nın yıkıldığı dönemde geçiyor. Aynı anda hem bir kıza, hem de bir erkeğe aşık olan Jarle'nin kendisiyle, kalbiyle ve çevresiyle yüzleşmesini izliyoruz. Filmin inanılmaz eğlenceli soundtrack'i, romantikliği, esprileri, oyuncularının şirinliği ve yetenekliliği, açılış sahnesi, kapanış sahnesi ve daha birçok sahnesi; bu filmi yalnızca festivalde seyrettiklerim arasında değil, yıl boyunca seyrettiğim filmler arasında en iyilerin arasına soktu. Ayrıca sahnede bambaşka bir insan haline gelen Jarle'nin mikrofonu eline aldığı her an, kendim hakkında biraz daha düşünmeme neden oldu.

Nick and Norah's Infinite Playlist (Yön: Peter Sollett): Juno'nun Michael Cera'sı, romantik komedi türü ve "mix tape"ler. Hayallerimin filmi gibi duruyor bunları düşününce. Ama değil. Sıradan bir Amerikan gençlik komedisi. Absürd karakterler, aptalca bir senaryo ve boşuna harcanmış bir konu var ortada. Ama filmin soundtrack şarkıları defalarca dinlenecek kadar güzel bir bütün oluşturmuş, o ayrı.

Pleasure of Being Robbed (Yön: Joshua Safdie): "Pleasure of Being Robbed" derken? "Pleasure of Robbing" olmasın? Filmin adı dahil, saçmalıktan ibaret bir filmdi bana göre. Kısacık süresinin yarısı boyunca bir şeyler olmasını bekledim, fakat olan tek şey karşıma oyuncak bir kutup ayısına sarılan elleri kelepçeli bir kızın çıkması oldu.

Synecdoche, New York (Yön: Charlie Kaufman): Akıl ve zaman oyunlarıyla dolu "Adaptation" ve "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" gibi iki harika filmin senaristi Charlie Kaufman'ın ilk sinema filmi. Philip Seymour Hoffman, Michelle Williams, Samantha Morton, Catherine Keener, Dianne Wiest, Hope Davis, Jennifer Jason Leigh gibi muhteşem oyunculardan oluşan inanılmaz bir kadro. Fakat zaman, mekan, geçmiş, gelecek, hayat, gerçeklik, hayal ve kurmacayı o kadar birbirine sokmuş ki Kaufman; filmin anlattığı şeylerin çok fazla olduğunu anlamanıza rağmen, o şeylerin ne olduğunu çözmek için düşündüğünüzde beyniniz kısa devre yapıyor. Yorum yapamıyorum filme. Geriye bir tek çok güzel bir şarkı olan "Little Person" kalıyor.

Afterschool (Yön: Antonio Campos): En az Gus van Sant'ın "Elephant"ı kadar güzel bir lise filmi. Lise gençliğini bu kadar güzel anlatan, büyükler ve ergenlerin olayları algılayışları arasındaki farkları bu kadar güzel tespit eden bir onu seyrettim zaten. Ezra Miller'ın ilk oyunculuk deneyimi de, Antonio Campos'un ilk yönetmenlik deneyimi de fazlasıyla başarılı. Filmin senaryosu ve işlediği konu da zaten yeterince çarpıcı. Herkese tavsiye edilir.

Slumdog Millionaire (Yön: Danny Boyle): Bu yılın tüm ödüllerini silip süpüren 8 Oscarlı Hindistan külkedisi masalı İngiliz bağımsızı o kadar çok konuşulmuştu ki, filmi aşırı bir önyargı ve antipatiyle izledim. Fakat daha giriş sahnesinden başlayarak kendini sevdirdi bana ve tapmamı sağladı. Kurgusu başta olmak üzere, her yönüyle kusursuz bir film "Slumdog Millionaire". Ve evet, yılın en iyi filmi. (Yine de bu A.R.Rahman'ın aldığı En İyi Müzik Oscar'ını hazmettiğim anlamına -hâlâ- gelmiyor.)

Wackness (Yön: Jonathan Levine): 1994 yılında New York'ta geçen, olaydan en uzak insanın bile ot içesi gelen, bir numara bir film. Kafası karışık olanın gençler mi, yoksa gençliğinden vazgeçememiş büyükler mi olduğunu soran; kafası güzel insanlarla kaplı bir film. Ot satan bir liseliyle bu kadar empati kurabileceğimi söyleseler inanmazdım. Josh Peck ve Ben Kingsley'in oyunculukları ve uyumu ise filmi izlenir kılan en önemli şey.

Wendy and Lucy (Yön: Kelly Reichardt): İnsanlara yabancılaşmış, köpeği Lucy'den başka kimseyi ve hiçbir şeyi düşünmeyen, hayatı salmış Wendy'nin gerçekle yüzleşmesinin hikayesi. Oldukça sıkıldığım ve Michelle Williams'ın yerlere göklere sığdırılamayan oyunculuğunu farkedemediğim bir film oldu. Yılın en iyi bağımsız filmleri arasında gösterilse de, bana göre durum farklı.

Burning Plain (Yön: Guillermo Arriaga): Alejandro Gonzalez Iñarritu'nun kesişen hayatlar üçlemesinin ("Amores Perros", "21 Grams", "Babel") efsane senaristinin ilk yönetmenlik denemesi, kendisinin kavga edip ayrıldığı arkadaşından çok şey öğrendiğini gösteriyor. Charlize Theron ve Kim Bassinger ile olduğu kadar Jennifer Lawrence ve J.D.Pardo ile de dikkat çeken mükemmel oyunculuklar. Guillermo Arriaga'nın ustası olduğu tarzda ibr senaryo. Lüks restoran sahibi bir kadın, yanan bir karavan, iki cenaze, annesini kaybetmiş bir genç kız, babasını kaybetmiş bir Latino, kocasını aldatan bir anne, karısını aldatan bir baba, ilaçlanan bir tarla, 12 yaşında annesini hiç görmemiş Meksikalı bir kız... Etkileyici bir filmdi "Burning Plain".

Sırada 28. İstanbul Film Festivali var. 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin programı 10 Mart'ta açıklanıyor.

12 Mart 2008

!F 2008'in Ardından...

Hayatımda yaşadığım teknik problemlerden dolayı geç kalmış yazılar serisinin 2.sinde konu başlığımız 7. !F Bağımsız Filmler Festivali...
Bu yıl !F'te 7 film izledim. Açıkçası çok beklentilerimi karşılayan ya da beni heyecanlandıran bir festival olduğunu söylemekte zorlanıyorum şu anda dönüp baktığımda.
"Falling Slowly" ve "If You Want Me" şarkılarıyla, müzikleri ve diyaloglarıyla ruhu doyuran romantik ve şirin bir film olan "Once" ve Ryan Gosling'in başrolü şişme bi bebekle paylaştığı "Lars and the Real Girl" favorilerimdi.
Önceki yazımda da belirttiğim üzere, beni hayal kırıklığına uğratan ve bu kadar muazzamlaştırılıp şişirilip bir sinema mucizesi olarak karşımıza sunuluşuna anlam veremediğim "No Country for Old Men" bir başka filmdi. Javier Bardem'in oyunculuğu dışında bana pek bir şey katmadı Coen'lerin 4 Oscar'lı filmi.
"Neler Oluyor Özel Ödülü"nü layık gördüğüm "Picture of Dorian Gray", sonradan anladığım üzere Oscar Wilde'ın eserini okusaydım "Bir Şeyler Oluyor" diyebileceğim bir filmmiş. Fakat Wagner ve birkaç rock şarkısı dinlemenin güzelliği dışında hayatın anlamını sorguladığım birkaç saate dönüştü salonda geçirdiğim dakikalar.
Festivalin "Meksika Dalgası" bölümünden seyrettiğim iki film "Drama/Mex" ve "Deficit" birbirine tamamen zıttı. "Drama/Mex", Alejandro Gonzalez Iñarritu'ya özenmiş, fakat olayı becerememiş bir yönetmenin çırpınışları olmuş gibi geldi bana. "Déficit" ise Gael Garcia Bernal'in yönetmenliğe de ne kadar yakıştığını, ne kadar muhteşem bir insan, ne kadar karizma bir oyuncu olduğunu, her role gittiğini, Meksika sinemasının birkaç onyıl içinde nasıl kanatlanıp uçacağını kanıtladı. Derin ve büyük bir konuyu, bize de tanıdık gelen karakterlerle anlatmayı başarmış küçük bir film olarak oldukça başarılıydı.
Son olarak "Pardonnez-Moi", kim olduğunu bilmediğim ama hem yazıp, hem yönetip, hem oynamayı başarabilen başka bir insan Maïwenn ablamızın yarattığı; babasıyla sorunu olan herkesin seyretmesi gereken, hafif absürd, bazen abartılı ama gayet sıcak bir Fransız filmiydi.
!F'in en sevdiğim yanı ise, bitişinden 2 aydan daha kısa bir süre sonra yerini çok daha iyisine bırakıyor oluşu: 27. İstanbul Film Festivali'ne 1 ay kaldı.