31 Mayıs 2010

ESC 2010'un Ardından, Bölüm I

Konuk Yazar: Burak Hazine



Geçtiğimiz sene, kırılması zor bir rekor olarak 387 puan ile yarışmayı tamamlayan Alexander Rybak’in zaferi üzerine bu sene Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen 55. Eurovision Şarkı Yarışması’nın galibi Almanya oldu. 28 yıl sonra Almanlara zaferi getiren isim Lena Meyer-Landrut ve şarkısı Satellite, tam 9 ülkeden 12 tam puan alarak yarışmayı 246 puanla tamamladı. Almanya’yı 170 puanla Türkiye ve 162 puanla Romanya takip etti.

55. Eurovision Şarkı Yarışması için ulusal final maratonunu başlatan ülke 27 Aralık 2009’da temsilcisi Juliana Pasha ve şarkısı “It’s All About You”yu açıklayan Arnavutluk oldu. Arnavutluk’un bu erken seçimi üzerine her ülke, mart ayının sonuna kadar temsilcilerini ve şarkılarını teker teker açıkladı. Tüm şarkıların açıklanması üzerine ise bahisler oynanmaya ve internet sitelerinde anketler dönmeye başladı. Bahislerde ve anketlerde en çok öne çıkan ülkeler; Beyoncé’nin “I Am Tour”u ve Britney Spears’ın “Circus Tour”unun koreografı JaQuel Knight ile çalışan Azerbaycan, Ünser Star Für Oslo ile bir ulusal final düzenleyerek temsilcisini seçme yoluna giden ve “İyi ki yapmış!” dedirten Almanya, mafya patronunun sayesinde ülkesindeki ulusal finali kazandığı iddia edilen ve kendi milletince desteklenmeyen Eva Rivas’ın politik bir şarkı ile temsil ettiği Ermenistan, anketlerde ön plana çıkan fakat ABBA “çakması” olarak görülen temsilcileri ile Danimarka ve “ballad yılı” olarak nitelendirilen senenin en iyi balladlarından birine imza atıp bahislerde ilk 4’e kadar yükselen İsrail oldu.

Bahis sitelerindeki Almanya ve Azerbaycan çekişmesi sürerken resmi Eurovision fan kulübü olan OGAE’nin her ülkeden aldığı oylara baktığımızda Danimarka birincilik ipini göğüslemiş gözükmekteydi. Bir yandan da Google, her ülkede en çok “aranan” ülke, şarkıcı ve şarkıların kaydını tutmakta ve bunları yayınlamaktaydı. Google’ın geçtiğimiz sene başlattığı bu uygulama, 2009 yılındaki sonuçları %80’e yakın oranda tahmin etmişti. [Bu sene Google’ın listesinin başından -tahmin edileceği üzere- Almanya hiç inmedi.]


Tüm bunların üstüne Eurovision maratonu Oslo’nun banliyösü olarak bilinen Bærum’daki Telenor Arena’daki provalar ile başladı. Yarıfinallerden önce her ülke, ikişer kez prova yapma fırsatı buldu. Provalarla birlikte bahislerde ve anketlerde de favoriler değişmeye başladı; şarkıları güzel bulunduğu halde sahne ve sahne şovundan kaybeden ülkeler -misal Norveç- listelerde alt sıralara düşmekten nasibini aldı.

25 Mayıs tarihinde Telenor Arena, 55. Eurovision Şarkı Yarışması’nın 1. yarıfinali için kapılarını tüm dünyaya açtı. Yarıfinaller ve büyük final, Avrupa dışında, Avustralya’dan Kuzey Amerika’ya birçok ülkede yayınlandı. Almanya, Fransa ve İspanya da bu yarıfinalde oylarını kullanma şansına sahip oldu. 17 ülkenin yarıştığı 1. yarıfinalden 10 ülke final biletini kaptı; fakat sonuçlar açıklanırken pek çok büyük şok yaşandı. Belçika, Yunanistan, İzlanda, Sırbistan, Arnavutluk gibi finale çıkacağına kesin gözüyle bakılan ülkeler final biletlerini ellerine alırken favorilerden gösterilen Letonya 11 puan alarak sonuncu, Slovakya ise 24 puan alarak sondan ikinci oldu. Bu iki favori ülkenin, tüm bahisler ve anketlerde son sıralarda yer alan Makedonya’nın altında kalması tepkilere yol açtı. Tabii ki tepkiler bununla kalmadı, yine bahisler ve listelerde en alt sırayı gören Belarus ve ondan pek de farksız olmayan Portekiz’in finale çıkması, Finlandiya ve Polonya’nın elenmesi ve sadece siyasi oylarla başardığı iddia edilen Rusya’nın 7. sıradan final biletini alması tartışmalara sebep oldu. Yarıfinal sisteminin uygulamaya başlandığı 2004 senesinden beri Belçika ilk kez, Belarus ikinci kez finale çıkarken; Yunanistan, Bosna Hersek ve Rusya ise 6 yıldır olduğu gibi finalde yarışmaya devam etti. İzlanda, Arnavutluk ve Portekiz üç yıl üst üste finalde yarışmaya hak kazanırken, Slovakya iki kez katıldığı yarıfinallerden ikinci kez hüsranla ayrıldı ve Estonya 7 yılda 6. kez, Polonya ise 6 yılda 5. kez final şansını kaybetti.

2 gün sonra gerçekleştirilen 2. yarıfinal konusunda tek bir görüş söz konusuydu: İlk yarıfinalden çok daha güçlü ve kaliteli şarkılar yarışıyordu bu yarıfinalde. Yine 17 ülkenin yarıştığı bu yarıfinalde, yarışan ülkelerin yanında Birleşik Krallık ve Norveç oy kullanma hakkına sahipti. Favori olarak gösterilen Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Danimarka, İsrail, İsveç, İrlanda, Hırvatistan, Romanya gibi ülkelerin yarıştığı 2. yarıfinalden, yine 10 ülke, yine bir takım şoklarla finale kaldı. Finale kalması durumunda birincilik şansı dahi verilen İsveç 11. olarak ve yarışmanın en iyi balladlarından birine imza atan Hırvatistan ise 13. olarak finale veda etti. Türkiye’nin 118 puanla birinci sıradan finale kaldığı yarıfinalden çıkan diğer ülkeler sırayla Azerbaycan, Gürcistan, Romanya, Danimarka, Ermenistan, Ukrayna, İsrail, İrlanda ve Kıbrıs Rum Kesimi oldu. Şahsi favorilerimden “altın yağdıran” İsviçre toplamda 2 (iki) puan alarak yarıfinali son sırada tamamladı. 2005 yılından beri ilk kez finale kalan Kıbrıs Rum Kesimi ve 2007 yılından beri ilk kez final biletini alan İrlanda’nın yanında Ukrayna, Türkiye ve Romanya; yarıfinal sisteminin uygulanmaya başladığı 2004 senesinden beri kesintisiz olarak finalde yer alma başarısını sürdürdüler. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ise katılmaya başladıkları senelerden itibaren finalde yarışma konusundaki istikrarlarını devam ettirdiler. İsrail ve Danimarka üç yıl üst üste finale kalmayı başaran ülkeler oldular. İsveç ise yarıfinal sisteminin başladığı seneden beri ilk defa finalde yarışma hakkını elde edemedi, bu İsveç için aynı zamanda 34 senedir ilk defa Eurovision finalinde sahne alamama anlamına gelmekteydi. Hırvatistan 2004’ten beri ikinci kez finale kalamazken İsviçre dördüncü senesinde de finale yükselemedi. Bulgaristan 6 senede 5. kez, Slovenya ise 7 senede 6. kez yarıfinalden hüsranla ayrıldı.

Her yarıfinalin ardından yapılan kuralarla belirlenen final sıralaması sonucu Azerbaycan finalde ilk sırada, Danimarka ise son sırada yarışacak şekilde 25 ülkenin tamamı 29 Mayıs gecesi Telenor Arena’da performanslarını sergiledi.

Sırada: Final Gecesi ve Top 10

23 Mayıs 2010

Geniş Boyutların Adamı: Botero

Bugüne dek İstanbullu sanatseverleri sadece Osman Hamdi Bey ve Fausto Zonaro gibi Osmanlı ressamlarının eserlerinin bulunduğu sürekli koleksiyonu ile değil; Chagall, Miro, Picasso gibi ustaların eserleri ile de süreli sergilerinde buluşturan Pera Müzesi; 4 Mayıs - 18 Temmuz 2010 tarihleri arasında Kolombiyalı günümüz sanatçısı Fernando Botero'nun eserlerini görme fırsatı sunuyor. Kendine özgü tarzı, şişman insan ve hayvanları, rengarenk tuvalleri ile dikkat çeken Kolombiyalı ressam; Marquez'in o büyülü gerçeklik dolu romanlarındaki Kolombiya'yı anımsatıyor bol bol.

Sergiye boyutları nedeniyle getirilemeyen birçok eserin bulunması, sergi hakkında okuduğum onlarca yazıdaki tek üzücü cümle sanırım. Açılışından kısa süre sonra koşa koşa gidip gezdiğim serginin kendisi ise, gerçekten büyüleyici. Rengarengin duvarlar kaplayan boyutlarda büyük tuvallere "şişman insanları" değil, "geniş boyutları" resmetmek için saçılmış halleri var her yerde. Günümüz sanatının en büyük ustalarından biri olduğunu düşünüyorum Botero'nun. (Yanda, Woman in Shower)
Sanatçının eserleri, Pera Müzesi'nde 3 katta, 6 bölümde sergileniyor. Sanatçının Kolombiya'yı ve insanlarını anlattığı eserlerini, "Latin Amerika Halkı" ve "Latin Amerika Yaşamı" bölümlerinde görüyoruz. Küçük evlerin ve dar sokakların bulunduğu kasabalar, dikiş diken kadınlar, sigara ve içki içen kadınlar/adamlar, rahipler, futbol, dans, parklar ve seks... Çocukluğunda matadorluk okuluna devam eden sanatçının boğa güreşlerini konu aldığı eserlerinin yer aldığı "Boğa Güreşi" bölümü pek ilgimi çekmese de, Mika'nın "Teenage dreams in a teenage circus / Running around like a clown on purpose." sözlerini hatırlatan "Sirk" bölümü oldukça büyüleyiciydi. "Ölüdoğa" bölümünde Cézanne'ın çok ötesinde natürmortlara imza attığını görüyoruz Botero'nun. "Uyarlamalar"da ise Avrupa sanatının önde gelen ressamlarının eserlerinin 'geniş' versiyonlarını görüyoruz Botero'nun gözünden. Velazquez, van Eyck, Rubens ve nicelerinin o beynimizde yer etmiş eserlerinin Botero yorumları çıkıyor karşımıza. (Yanda, After Velazquez)

Oranges

Sanatçının eserlerinde ilk bakışta farkedilen boyut ve renk seçimleri dışında dikkatimi çeken iki nokta olduğunu söyleyebilirim. İlki, dar alanlara sıkıştırılmış insanların, hayvanların ve objelerin ötesini de aynalar ve pencereler aracılığı ile görebilmemiz. Bir diğeri ise tuvalin farklı köşelerinden "ce-eee" sesi çıkarırcasına görüş alanımıza girip bizi gülümseten çoğunlukla çocuk ya da şaşı figürler. Hele bir tanesi vardı ki, gülümsetmekten ötesini başardı. (Yanda, Circus People, detay.)

Liste yapmadan duramam malum... Botero'nun sergide yer alan eserlerinden en beğendiklerim ise şöyle sıralanabilir:

1. Elif Şafak romanlarındaki aileleri hatırlatan, Şerafettinimsi kedileri ile dikkat çeken Sisters

2. Almodóvar filmlerini anımsatan ve çömelmiş tespihi eksik Türk köpeği ile dikkat çeken Three Women Drinking

3. Işığı ve gölgeyi, karanlık ve aydınlığı, boğayı ve matadoru düz bir çizgi ile ayırıp karşı karşıya getiren Bullring
4. Dini komedi Vatican Bathroom

5. Her telden çalan ve bir kardeşlik izlenimi veren rahiplerin varolduğu The Seminary



İster Sabancı Müzesi, ister Pera Müzesi, ister İstanbul Modern olsun; İstanbul'a gelecek olan sıradaki dev ismi heyecanla bekliyoruz...

Fotoğraflar için Işıl Demir ve iPhone'una teşekkürler!

14 Mayıs 2010

İstanbul Modern'den "İdare Edemem Anne!"

Geçtiğimiz Şubat ayında “Sıfır Derecede Aşk” başlığı ile 5 Nordic filmine yer verdiği gösterim programı ile dikkatimi çeken İstanbul Modern Sinema, geçtiğimiz ay Danimarka yapımı belgeseller ile benim kalbimi kazanma çabalarına devam etmişti.

İstanbul Modern Sinema’nın son bombası ise son yıllardan 6 Fin yapımı filmin yer aldığı “İdare Edemem Anne” gösterim programı. Çoğunlukla kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan, çocukların aileleri, aidiyetleri ve kökleri ile ilgili sorunlarına odaklanan filmlerdne oluşuyor gösterim programı. Programdaki filmler, Finlandiya Büyükelçiliği’nin işbirliği ile 20-30 Mayıs arasında Cumartesi, Pazar günleri ve müzenin ücretsiz olduğu Perşembe günleri İstanbul Modern’de izlenebilecek.

6 filmden en dikkat çeken ve beni heyecanlandıranlar ise “Skavabölen pojat” (Last Cowboy Standing) ve “Kielletty hedelmä” (Forbidden Fruit). “Skavabölen pojat”, iki erkek kardeş ve şiddet gördükleri babaları ile olan ilişkilerine odaklanıyor. Film, geçtiğimiz yıl Finlandiya’nın en önemli sinema ödülü olan Jussi Ödülleri’nde En İyi Senaryo ve En İyi Ses dallarında ödüle layık görülmüş. Filmin yönetmeni ise 2007 yılında beğeni kazanan kısa film “Heavy Metal” ile tanınan Zaida Bergroth.

“Kielletty hedelmä” ise muhafazakar kasabalarından ilk kez Helsinki’ye giden iki kız kardeşin hikayesi. (Bu cümle aklıma Lukas Moodysson’un şahaeseri “Fucking Åmål”ı getirdi umarım film de aynı etkiyi yaratıyordur.) Filmin yönetmeni son yılların yıldızlaşma yolunda ilerleyen ve 2008’de Jussi Ödülleri’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü “Tummien perhosten koti” (Home of Dark Butterflies) filmi ile kazanmış olan Dome Karukoski. "Kielletty hedelmä" ise yönetmene En İyi Yönetmen dalında üçüncü adaylığını getirmiş ve oyuncu Amanda Pilke En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü ile dönmüş geçtiğimiz yıl Jussi Ödülleri’nden.


Gösterim programında yer alan filmlerin (5 drama ve 1 belgesel) tamamı şöyle:
"Väärät juuret" (Twisted Roots – Yön: Saara Saarela, 2009)
"Matka" (Travelling – Yön: Anastasa Lapsui & Markku Lehmuskallio, 2008 - Belgesel)
"Maata meren alla" (Overseas and Under Your Skin – Yön: Lenka Hellstedt, 2009)
"Kohtaamisia" (Heartbeats – Yön: Saara Cantell, 2009)
"Kielletty hedelmä" (Forbidden Fruit – Yön: Dome Karukoski, 2009)
"Skavabölen pojat" (Last Cowboy Standing – Yön: Zaida Bergroth, 2009)

12 Mayıs 2010

KoroSU'dan "Time"...

2005’ten bu yana bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyduğum; bana onlarca arkadaş, repertuarıma onlarca şarkı, hayatıma ise eşsiz bir deneyim katmış olan Sabancı Üniversitesi ÇokSesli Pop ve Rock Korosu, nam-ı diğer KoroSU, bu yıl 7. konseri “Time” ile 17 Mayıs Pazartesi günü SGM’de sahne alıyor.

2004 yılında Müzikus bünyesi altında Sezen Aksu Korosu adıyla kurulan ve önce sanatçıyta adanmış bir koro, ardından bir müzikal ile adından çokça söz ettirmiş oluşum; benim üyeleri arasına katıldığım 2005-2006 sezonunda Nihan Aydın, Aslı Uzun ve Toros Energin adlı ultra başarılı üç öğrenci tarafından çalıştırılmaya başlanmıştı. O yıl konseptini de “Hepsi Burada” olarak belirleyen, Sezen Aksu şarkılarının ötesine geçerek yerli-yabancı, pop-rock demeden herkesin eşlik edip coşabileceği şarkılarla izleyenlerin karşısına çıkmıştı. Sonraki yıl ise Dünya Kızılçay’ın çalıştırıcılığı ile film müzikleri konsepti ile devam etmişti. Bu yıl üçüncü kez yetenekli müzisyen Doğan Kospançalı tarafından çalıştırılıyor KoroSU. Son üç yıldır, önce “Sound of Silence”, sonra ise “Because” ile kalitemiz gittikçe yükselmekte. Çoksesli düzenlemeler ve kolajlar ile dinleyenler daha da şaşırmakta.

17 Mayıs gecesi “Time” ile zamanı durduracak KoroSU bir kez daha. Abba, Beatles, Coldplay, Madonna, maNga, Metallica, Michael Jackson, Muse, Sezan Aksu ve çok daha fazlası aynı 2 saatin içinde, aynı sahneden, aynı insanlar tarafından çalınıp söylenecek. Her zamanki kadar eğlenceli, yer yer duygusal bu konseri kaçırmayınız.

Afiş tasarımı için sevgili davulcumuz Mert Süha Öner’e, birbirinden sevimli fotoğraflarımız içinse Cihan Avcı’ya teşekkür ediyor; görevi ben ve arkadaşlarım Canan ile Işıl'dan devralarak KoroSU’yu bütün bir yıl idare eden Cemre Kaya, Ezgisu Biber ve Nurşah Emel’e ellerinize sağlık diyorum. Ve tabii ki Doğan Kospançalı’ya çok şey borçlu olduğumuzu ekleme gereği duyuyorum.


9 Mayıs 2010

Blog Ödülleri 2010'un Ardından...

Efes Pilsen Kültür/Sanat Blogları kategorisinde benim de pek sevgili blogum thebalkabaa.com ile aday olduğum Blog Ödülleri 2010, nam-ı diğer BÖ!2010, dün yapılan ödül töreni ve öncesindeki 2 sosyal medya paneli ile son buldu. Bu yıl 3. kez düzenlenen ve 3 yıllık gelişimine ilgili verilen bilgilere göre Türkiye'deki sosyal medya kullanımının ne denli gelişmekte olduğunu gözler önüne seren organizasyona; herhangi bir ödül alamamış olsam da katılmayı seçtim. "Çok" olmasa da güzel bir gün geçirdim.

Öncelikle dünkü organizasyon dışındaki genel duruma, oylama sistemine; herkes gibi bazı itirazlarım ve yapıcı eleştirilerim olacak. Ve bilinmesini isterim ki, bunun ilk 5'e, ya da ilk 3'e girememiş olmamla hiçbir alakası yok. (Bu yazıyı hazırlarken oylar henüz açıklanmamıştı, dolayısıyla tam olarak ne kadar oy aldığımı bilemiyorum. Yine de destekleyen herkese teşekkür ederim.) BÖ! oylama sistemi sadece ilk 5'e giren blogların jüri tarafından değerlendirildiği, gerisine internet okuyucularının karar verdiği bir sistem olarak düşünülmüş. Kısacası, ne kadar okurun varsa, ne kadar takipçin varsa; o kadar şansın var demek. Diğer yandan, geçtiğimiz yıllarda karşılaşılan sahte e-posta ile bir kullanıcının onlarca oy kullanması gibi durumlardan kaçınmak için cep telefonu ile onay sistemi getirilmesi, oy potansiyelinde ciddi bir düşüşe neden oldu sanırım. Beni okuyan birçok okurumun da, istemesine rağmen; tam da bu nedenle oy vermediğini düşünüyorum. Bu sisteme göre, takip eden okuyucu sayısıyla, ya da hit sayısı ile doğru orantılı sonuçlar çıkabiliyor kategorilerde. Bu sorunun çözülmesi için önerim, ilk elemenin sonucunda jürinin değerlendirmesi için sadece 5 blog değil, en azından 15-20 blog bırakmak olacaktır. Böylece bu oy dilenme savaşı biraz daha önemini yitirecek, daha fazla blog daha fazla okuyucuya ulaşacaktır.

İkinci olarak, ki zaten dünkü açılışta da dile getirildi bunun her yıl incelenip, bir sonraki seneye daha optimum hale getirilmesi için çalışıldığı; kategorilerin daha çok özelleştirilmesi gerektiği ortada. Müzik, sinema, görsel sanatlar, fotoğraf, edebiyat, sahne sanatları gibi onlarca konuda yazan herkesin yanısıra; hepsine değinmeye çalışan kültür/sanat bloglarının aynı kategoride yarışması gerçekten hem kategorideki rakip sayısını fazlalaştırdı, hem de kazanmayı zorlaştırdı.

Dünkü organizasyona gelecek olursak... Organizasyonun kalitesi, detayları, ortam, hizmet, ağırlama; kısacası kaba tabirle ambalajı çok çok çok başarılıydı. Fakat içi o kadar amatör ve hazırlıksızdı ki, onca emek bu durumun gölgesinde kaldı sanırım. Ödüllerin tasarımından, ikramların kalitesine, mekandan, canlı bağlantı sağlanmasına kadar; kusursuz bir ödül töreni için gereken her şey yerli yerindeydi. Hatta koskoca Yeşilçam Ödülleri'nde bile becerilemeyen, salonda kimin olup kimin olmadığının bilinmesi, onu bırakın ödülü onun yerine kimin alacağının bilinmesi durumu takdirimi kazandı. Fakat, sahnede olanların çoğunun (ilk paneli bunun tamamen dışında tutuyorum) "hadi gelin, konuşursunuz" şeklinde çağrılmış izlenimi vermesi, kazananların bir şey söylemesine izin verilmeden ellerine ödüllerinin tutuşturulup yollanması, onca teknolojik imkana rağmen hiçbirinin verimli kullanılamaması, sanki izdiham yaşanacakmış gibi davetiye sayısını sınırlı tutup salonun yarısını doldurmayı başaramamak gibi durumlar da düzelirse; çok daha ciddiye alınan bir sosyal medya organizasyonu olarak yer etmesi için hiçbir sebep kalmayacaktır Blog Ödülleri'nin.

Günün en iyi kısmının "Türkiye'de Twitter" konulu panel olduğunu söyleyebilirim. Alemşah Öztürk, Yekta Kopan, Selçuk Erdem, Karya Pazar, Umut Selvi ve Onur Yüksel'in katılımıyla; özetle Türkiye'nin Twitter'a hazır olup olmadığı, Twitter'ın ne kadar doğru kullanıldığı tartışıldı. Bu panelden bazı notlara yer verecek olursam.
  • "Retweet"e yapılan "geri-öttürme" önerisi geyiği.
  • İnternetin salaklıklara izin veren bir ortam oluşuna örnek olarak Cem Yılmaz adına açılan sahte Twitter hesabının kısa sürede 15,000 takipçiye ulaşması.
  • Kimsenin artık sayılardan ibaret olmaması, herkesin kendi ismiyle bıraktığı bir izin bulunması.
  • Trending topiclerin yerelleşmesi gereği. (Selçuk Erdem bunun üzerine "Iron Man" değil, "Aşk-ı Memnu" görürdük orada dedi.)
  • Markaların Twitter gibi ortamlarda küfür edilmesinden korkup korkmadığının sorulması üzerine Karya Pazar'ın; zaten biliyoruz arkamızdan küfredildiğini, en azından sosyal medyada arkamızdan değil direk olarak bize küfrediyorlar, bize de hemen ve doğru bir şekilde cevap verme hakkı doğuyor şeklindeki cevabı.
  • Türkiye'de Facebook'un yaş ortalaması 26 iken, Twitter'ın 35 dolaylarında olmasının nedeninin iphone gibi cihazların üniversite ve lise gençliği tarafından henüz çok kullanılmıyor oluşu.
  • "Türk kullanıcısının trolleşmesi gibi bir sorun var. FriendFeed bu gibi arkadaşlar için daha uygun bir platform." - Alemşah Öztürk
  • "İnsanları 'ünlü' ve 'ünsüz' diye ayırmayı sevmiyorum. Kaldı ki, 'ünlü'ler çok daha mercek altındayken 'ünsüz'ler için çok daha özgür bir ortam yaratıyor Twitter. Selçuk Erdem kalkıp birine sövse ertesi gün hemen gazetelerde görülür, ama 'ünsüz' bir insan dilediği markaya küfretme hakkına sahip." - Yekta Kopan
Efes Pilsen Kültür/Sanat Kategorisi Kazananları için ise diyebileceğim tek şey, gerçekten hakeden blogların kazandığını görmek sevindirici. SMS oylaması ile çalışan birçok yarışmadan gördüğümüz üzere, bu konu çok saçma yerlere gidebiliyor. Bu konuda öyle olmadığını gördüğümde gerçekten çok mutlu oldum. Birinci hazalyilmaz.com/anlamarama , İkinci sigarayaniklari.blogspot.com ve Üçüncü avazavazdergisi.blogspot.com seçilmiş. Aralarında favorim ise Avaz Avaz Dergisi. Seneye daha iyi bir Blog Ödülleri'nde görüşmek üzere...

8 Mayıs 2010

Andante Klasik Müzik Ödülleri

Kültür/Sanat konusunda her geçen gün sanatseverleri üzen olayların yaşandığı bir ülkede yaşıyor olsak da; buna boyun eğmeyen insanlar sayesinde güzel şeyler de olmaya devam ediyor bu ülkede. Bu ay, Cinebonus'un öncülüğünde sinemada Avrupa'nın salonlarından canlı yayınla opera izlemek gibi bir fırsata kavuşmamızın ardından; Türkiye'nin en önemli kültür/sanat yayınlarından olan Andante Klasik Müzik Dergisi öncülüğünde ülkemizin ilk Klasik Müzik Ödülleri de dağıtılmaya başlandı. Dün gece ufak bir Fazıl Say ve Borusan Dörtlüsü dinletisinin (ki söz konusu Fazıl Say olduğunda dinletinin ufağı/büyüğü olamaz bence) varlığı ile süslenen bir tören ile Rahmi Koç Müzesi'nde 5'i özel ödül, 28 dalda sahiplerini buldu Andante Klasik Müzik Ödülleri.

Andante yazarları tarafından belirlenen ön listeden, ülkenin dört bir yanındaki kültür merkezi, kurum, konservatuar ve yayınların klasik müzik konusunda söz sahibi olan insanlarından oluşan jüri tarafından oylanan kişi ve kurumlar ödüllendirildi, 2009'un en iyileri seçildi.

Gecenin yıldızları törende de dinleme fırsatı bulunan, Fazıl Say ve Borusan olmuş. Fazıl Say, En İyi Besteci ve En İyi Piyanist dallarında ödüle layık görülürken; Borusan'ın iki ayrı topluluğu Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ödüllendirilmiş. Diğer yandan ödüllerin en dikkat çekici ve sevindirici yanı, İstanbul ile sınırlı kalmayışı; ayrıca devlet kurumları ve özel kurumlara eşit davranışı.


2009'da Türkiye'de klasik müziğin en iyileri şu şekilde seçilmiş:

En İyi Besteci: Fazıl Say
En İyi Piyanist: Fazıl Say
En İyi Yaylı Çalgılar Yorumcusu: Cihat Aşkın (keman)
En İyi Üflemeli Çalgılar Yorumcusu: Bülent Evcil (flüt)
En İyi Orkestra: Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası
En İyi Orkestra Şefi: Rengim Gökmen
En İyi Oda Müziği Topluluğu: Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
En İyi Opera ve Bale Kurumu: İzmir Devlet Opera ve Balesi
En İyi Erkek Opera Yorumcusu: Bülent Bezdüz (tenor)
En İyi Kadın Opera Yorumcusu: Feryal Türkoğlu (soprano)
En İyi Opera Rejisörü: Mehmet Ergüven
En İyi Dans Topluluğu: Zeynep Tanbay Dans Projesi
En İyi Erkek Dansçı: Kadir Okurer (Ankara Devlet Opera ve Balesi)
En İyi Kadın Dansçı: Burcu Olguner (İzmir Devlet Opera ve Balesi)
En İyi Müzik Kurumu Yöneticisi: Rengim Gökmen (Devlet Opera ve Balesi)
En İyi Koro/Vokal Topluluğu: Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu
En İyi Konser Salonu/Kültür Merkezi: İş Sanat
En İyi Kalsik Müzik Etkinliği: Uluslararası İstanbul Müzik Festivali
En İyi Klasik Müzik Etkinliği: Siemens Opera Yarışması
En İyi Eğitim Kurumu: Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi
En İyi Eğitimci: Dilbağ Tokay (viyolonsel)
En İyi Yayımcı: Pan Yayıncılık
En İyi Mağaza: Lale Plak
En İyi Kayıt Yaım Şirketi: A.K.Müzik
En İyi Genç Müzisyen (30 yaş altı): Fora Baltacıgil (kontrbas)
En İyi Genç Müzisyen (17 yaş altı): Elvin Hoxha (keman)
Yaşam Boyu Başarı Ödülü: İlhan Usmanbaş
Onur Ödülü: Edip Günay

2 Mayıs 2010

Mayıs Ayı, Müzikus Ayı!

Sabancı Üniversitesi Müzik Kulübü, nam-ı diğer Müzikus tüm üretkenliği ve kalitesiyle, gelenekselleşmiş Mayıs Ayı etkinlikleri ile bu ay yine karşımızda olacak. Tür farkı gözetmeden kaliteli müziği yıl boyunca Sabancı Üniversitesi öğrencileri ile buluşturan, ve bunca yıl bir parçası olmaktan gurur duyduğum kulüp, Mayıs ayını yine kendi projelerine ayırıyor.
3 Mayıs Pazartesi - "Devâ-Saz": "Müziğin birleştirici özelliğinden yola çıkarak, aynı vatan üzerinde çağlar boyunca birlikte yaşamış olan toplumların yaralarını sarmak; ilişkilerin sertleştiği, kardeşliklerin unutulmaya başlandığı günümüzde, özün insan, insanın da aynı öz olduğunu vurgulamak adına kolları sıvıyoruz." diyor Devâ Saz üyeleri. Yurdumuz topraklarından geçmiş onlarca farklı kültürün çaldığı, söylediği müzikleri; kampüste iyi müzik yapan herkesin emeği ile SGM sahnesinde buluşturan "Avam Garde"ın izinden giden projenin de mimarı Müzikus ve Sabancı Üniversitesi'ne çok şey katmış olan mezunlardan Kemal Arslan.

6 Mayıs - Neşeli Günler Kumpanyası 5. Yıl Özel Konseri: 2005 yılından beri gerek sahnesi, gerek kostümleri, gerekse müzisyen trafiği ile dikkat çeken bir proje olarak, 70'li yılların pop müziğini kullanarak Sabancı Üniversitesi'nde nostaljik rüzgarlar estiren Neşeli Günler Kumpanyası; okul dışında verdiği konserler ile dikkat çeken bir proje. Armağan Amcalar'ın öncülüğünde kurulan kumpanya, 5. yılını da ilk konserini verdiği SGM'de kutluyor.

10 Mayıs - Klasik Müzik Korosu: Üç yıl önce Ozan Çavuşoğlu tarafından kurulan ve kampüste klasik ve acapella müziğin öncülerinden olan Klasik Koro, çoksesli klasik batı müziği parçalarının yanısıra Türk bestecilerin çoksesli eserlerine de yer veriyor. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Korofest'te de sahne alan koronun şefliğini Borusan Çocuk Korosu ve Koralistanbul'un şefliğini de yürüten Gülsen Yavuzkal yapıyor.

12 Mayıs - Türk Sanat Müziği Korosu: Müzikus'un en köklü korosu, “Hayat Tecrübelerine Saygı Duruşu” temasını bu sene de sürdürüyor. Melihat Gürses'in konuk olarak yer alacağı konserde, santaçının repertuarından dinlemeye alışılan Türk Sanat Müziği eserleri seslendirilecek. Uzun yıllar koroyu çalıştıran ve kısa süre önce aramızdan ayrılan Ali Naci Erol'un anısına...

13 Mayıs - Golden Gig: Müzikus'un en yeni oluşumlarından Golden Gig, geçtiğimiz hafta Bora Uzer'in alt grubu olarak sahne almış ve beğeni ile izlenmişti. Popüler şarkıların acid jazz, funk, R&B uyarlamalarından oluşan repertuarı ile Golden Gig'in kadrosu; Saper Şahbaz, Kadir Özgür, Ayça Erel, Arda Berkay Koşar, Aykut Uysal, Sinan Türünz ve Nazlı Kubalas'tan oluşuyor. Grup, Üniversite Merkezi önündeki çimenlerde, değişk bir atmosferde müziğini dinletmeye hazırlanıyor.

17 Mayıs - KoroSU: Sabancı Üniversitesi'nin hayatıma kattığı en güzel şey olan KoroSU'nun bu yıl da bir parçası olmaktan gurur ve mutluluk duyuyorum. 2004 yılında Sezen Aksu Korosu adıyla kurulmuş olan KoroSU; değişen ve gelişen konsepti ile yıllardır enerjisini, renklerini ve müzikalitesini artırarak yola devam etmekte. Türkçe ve yabancı şarkıları çoksesli olarak seslendiren koro, bu yıl 3. kez usta müzisyen Doğan Kospançalı tarafından çalıştırılıyor. Bu yıl "Time" konsepti ile karşınızda olacağız. 'Zaman'ı unutmak üzere hepinizi bekliyoruz.

25 Mayıs - Adam Olacak Çocuklar!: "O’nunla büyüdük, O’nu izleyerek öğrendik birçok şeyi...O’nu dinledik, O’nunla söyledik, O’nunla gezdik bütün dünyayı...O bizim için “adam olacak çocuklar” dedi, biz de olduk.Biz “Barış’ın çocukları” olduk...Biz onu unutamadık, bir avuç genç toplandık, onu çaldık, söyledik.. Sizin de bizimle söylemenizi istedik, o yüzden böyle bir projeye giriştik. O’nu yaşatacağımız; O’nunla sevinip O’nunla hüzünleneceğimiz bu duygusal gecede bizleri yalnız bırakmayın istiyoruz." diyor projede emeği geçenler. Yıllar sonra bize Barış Manço'yu anımsatacak anlamlı projenin çalıştırıcısı da KoroSU'dan aşina olduğumuz Doğan Kospançalı.

26 Mayıs - Halk Müziği Topluluğu: Müzikus'un her tür müziğe açık olduğunun bir başka kanıtı olan topluluk, bir kez daha SGM'de sahne alıyor.

27 Mayıs - Müzikus Geleneksel Okul Grupları Konseri: Yıl boyunca okulun ve hayatın stresini Müzikus stüdyosunun anahtarını alarak o sünger kaplı duvarların arasında atan herkesi buluşturan, Sabancı Üniversitesi'ni ve izleyenleri yeni seslerle ve yeni yüzlerle buluşturan, gelenekselleşmiş Müzikus Okul Grupları Konseri, bir kez daha göl kıyısında. Soğuğa da rüzgara da karşı koyarak müzik yapmaya kararlı gençlerimizi yalnız bırakmayalım. (Önemsiz not: Geçtiğimiz yıl o sahnede hayatımın en kötü performansını sergilemiş olabilirim.)

14. Afife Tiyatro Ödülleri

Bu yıl 14. kez dağıtılan Türk Tiyatrosu'nun en önemli ödüllerinden Afife Tiyatro Ödülleri, 26 Nisan gecesi sahiplerini buldu. Şehir ve Devlet Tiyatroları'nın damgasını vurduğu gecede verilen özel ödüller ve adaylıklara önceki yazımdan ulaşabilirsiniz. Kazananlar ise şöyle:


Yılın En Başarılı Prodüksiyonu: Kafes (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları)
Yılın En Başarılı Yönetmeni: Hakan Çimenser (İmparatorluk Kuranlar - İstanbul Devlet Tiyatrosu)


Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu: Bülent Emin Yarar (Profesyonel - İstanbul Devlet Tiyatrosu)
Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Defne Halman (Quintet-Bir Dönüşün Beşlemesi - Tiyatro Pera)
Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu: Mert Turak (Kabare - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları)
Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu: Zerrin Tekindor (Vahşet Tanrısı - İstanbul Devlet Tiyatrosu)


Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu: Çağlar Yiğitoğulları (Mefisto - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları)
Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Senan Kara (Kafes - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları)
Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu: Beyti Engin (Sokağa Çıkma Yasağı - Bakırköy Belediye Tiyatroları)
Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu: Kadriye Kenter (Cimri - Kenter Tiyatrosu)


Yılın En Başarılı Sahne Tasarımcısı: Işın Mumcu (İmparatorluk Kuranlar - İstanbul Devlet Tiyatrosu)
Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı: Şirin Dağtekin Yenen (Aşk Sözleri - Aysa Prodüksiyon, Kuzguncuk Türküsü - İstanbul Devlet Tiyatrosu)
Yılın En Başarılı Sahne Müziği: Tolga Çebi (7 Şekspir Müzikali - Oyun Atölyesi) Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı: Akın Yılmaz (İmparatorluk Kuranlar - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları)

İsmail Cem Televizyon Ödülleri Kazananları

Türk televizyonlarının kalitesini yükselteceğini umduğum, yerli dizilere mesafeli olsam da bu yüzden beni heyecanlandıran İsmail Cem Televizyon Ödülleri'nin ilkleri, 24 Nisan gecesi sahiplerini buldu. Töreni izleyemesem de, aldığım duyumlardan ve okuduğum yorumlardan özel bir gece olarak hakettiği ilgiyi bulduğunu söyleyebilirim. Organizasyonun "Türkiye Televizyon Yıllığı" gibi güzel bir kaynak hazırlıyor oluşu da güzel bir gelişme olarak ilgimi çekti. Olayla ilgili söyleyebileceğim tek olumsuz şey, Mehmet Aslantuğ'un gereksiz ve kıskançlık dolu yıkıcı sözleri.

Kazananlar şöyle:

En İyi Dizi - Drama: Ezel
En İyi Dizi - Komedi: Geniş Aile
En İyi Dizi - Gençlik: Es-Es

En İyi Erkek Oyuncu - Drama: Kenan İmirzalıoğlu (Ezel)
En İyi Kadın Oyuncu - Drama: Özgü Namal (Hanımın Çiftliği)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Drama: Selçuk Yöntem (Aşk-ı Memnu)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Drama: Deniz Çakır (Yaprak Dökümü)

En İyi Erkek Oyuncu - Komedi: Ufuk Özkan (Geniş Aile)
En İyi Kadın Oyuncu - Komedi: Demet Evgar (1 Kadın 1 Erkek)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Komedi: İlker Aksum (Canım Ailem)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Komedi: Ezgi Mola (Canım Ailem)

En İyi Erkek Oyuncu - Gençlik: Avni Yalçın (Melekler Korusun)
En İyi Kadın Oyuncu - Gençlik: Hümeyra (Melekler Korusun)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Gençlik: Altan Gördüm (Kavak Yelleri)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Gençlik: Rojda Demirer (Melekler Korusun)


En İyi Yönetmen: Uluç Bayraktar (Ezel)
En İyi Orijinal Senaryo: Kerem Deren, Pınar Bulut (Ezel)
En İyi Uyarlama Senaryo: Ece Yörenç, Melek Gençoğlu (Aşk-ı Memnu)
En İyi Görüntü Yönetmeni: Veysel Tekşahin (Ezel)
En İyi Kurgu: Serdar Çakular (Ezel)
En İyi Dizi Müziği: Toygar Işıklı (Ezel)
En İyi Sanat Yönetimi: Dilek Yelence (Hanımın Çiftliği)
En İyi Kostüm: Attila Türkantoz (Hanımın Çiftliği)
En İyi Makyaj: Hüseyin Ülküm (Hanımın Çiftliği)
En İyi Çıkış Yapan Yönetmen: Görkem Turgut (Ömre Bedel)

En İyi Belgesel Program: Ayı ve İnsan
En İyi Magazin Programı: Cumartesi Sürprizi
En İyi Yarışma Programı: Bir Kelime Bir İşlem
En İyi Talk Show Programı: Muhabbet Kralı
En İyi Müzik/Eğlence/Komedi Show Programı: Çok Güzel Hareketler Bunlar
En İyi Çocuk Programı: Haberin Olsun
En İyi Spor Programı: Stadyum
En İyi Gündüz Kuşağı Programı: Doktorum
En İyi Kültür/Sanat Programı: Gezelim Görelim

Yaşam Boyu Başarı Ödülü: Uğur Dündar, Metin Akpınar, Uğur Yücel, Halil Ergün, Tuncel Kurtiz
İsmail Cem Özel Ödülü: İz TV
Antalya Özel Ödülü: Müjdat Gezen, Perran Kutman, Güneri Cıvaoğlu

En İyi Unutulmaz Sahne: Ezel
En İyi Fragman: Ezel
En İyi Başlangıç Jeneriği: Aşk-ı Memnu

"Beş Şehir" ve Onur Ünlü Söyleşisi

Galası geçtiğimiz Ekim ayında Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yapılan, 29. İstanbul Film Festivali'nde izlediğim ve 9 Nisan'dan beri vizyonda olan "Beş Şehir", son zamanlarda izlediğim en iyi Türk yapımıydı. Yönetmeni Onur Ünlü ise, "Polis" ve "Güneşin Oğlu" sonrasında beni bir kez daha kendine hayran bırakarak, "En Sevdiğim Türk Yönetmen" ünvanını Reha Erdem'in elinden aldı Festival sırasında.


"Beş Şehir", İstanbul ve Eskişehir'de başlayan ve Afyon'a uzanan beş insanın kesişen hikayesini anlatıyor. İzleyebileceğiniz en karamsar filmlerden biri olsa da, bu karamsarlığı yaratma süreci o kadar yaratıcı, o kadar doğal, o kadar gerçekçi ve yer yer o kadar eğlenceli ki; Onur Ünlü'ye hayran olmamak elde değil. Tansu Biçer, Bülent Emin Yarar, Beste Bereket, Ahmet Rıfat Şungar ve Ege Tanman, farklı nesillerden, hepsi de parlayan oyuncular olarak büyülüyorlar performanslarıyla. Trenler geçiyor, silahlar patlıyor, kediler konuşuyor, davullar çalınıyor, herkes psikopatça takip ediyor birbirini. Ahmet Kaya "Beni Vur" diyor filmin bir başlarında, bir de finalinde. Seyirciye ise büyülenmek ve gözyaşı dökmek kalıyor sadece.



"Beş Şehir", Antalya'dan En İyi Senaryo, İstanbul'dan ise Tansu Biçer'e layık görülen En İyi Erkek Oyuncu ödülü ile ayrıldı. Yönetmen ile 29. İstanbul Film Festivali gösterimi sonrasında yapılan söyleşi de oldukça eğlenceliydi. Hızlı konuşan, çokça komik bir insan Onur Ünlü. Kendisiyle dalga geçebilen ("Beş Şehir"in ilk bölümünde de bu durumla ilgili inanılmaz eğlenceli bir sahne mevcut), yaratıcılığın kılı kırk yararak planlamaktan ibaret bir şey değil, bir anda olup biten bir şey olduğunu savunan yenilikçi bir yönetmen. Kimsenin kahkahalarını tutamadığı cevaplar ve yönetmenin üslubuyla çok keyifli geçen söyleşiyi, aynı atmosferi yaratamayacak olsam da bazı bölümleriyle aktarmak istiyorum:



Soru: Bir önceki filminiz "Güneşin Oğlu"nu 'Fantasik Mavra' olarak tanımlamıştınız. Bu film için de böyle bir tanım var mı aklınızda?
Onur Ünlü: Yok, düşünmedim öyle bir şey. "Acıncaklı" diyebiliriz. Özel bir şey düşünmedim ama acıncaklı bir film "Beş Şehir".



Soru: Filmde çok tren gördük. Trenlerle ilgili bir şey söyleyebilir misiniz?
O.Ü: Trenler uzundur. (Kahkahalar) İçinde olmak genelde dışında olmaktan çok daha iyi olur trenlerin. Hatta ben Eskişehir'de okudum, 5-6 yıl sürekli trenlerde yaşadım. Bir de anlayabildiğim kadarıyla trenler kadar modern paradigma içinde bulunup da modernden bu kadar uzaklaşabilen bir makine yok. Modernle beraber geldi ama öncesine de gitti, sonrasına da gidecek. İmgesinin çok kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Herkes seviyor bir şekilde trenleri, altında kalanlar hariç. Ben de seviyorum.


Soru: "Beş Şehİr" yazısında 'ş'ler ve 'i'nin büyük yazılmasının muhakkak bir anlamı vard.. (O.Ü.: Yooo.) Ben çıkıp gideyim o zaman. Gerçekten mi?
O.Ü: Ya Ahmet Can (Ahmet Can Çakırca, kurgucu) ilk denemede yazarken o harfleri büyük yapmış, kalmış öyle. Genelde bir anlamı olmaz zaten. Seyircinin önüne atmak güzeldir ama. Bazı şeyleri atıyorsun tutuyor, bazı şeyleri ne kadar planlasan farkına varılmıyor. Tabii ki büyük oranda planlıyorsun, ama her şeyi en ufak ayrıntıya kadar düşünmek... Gerek yok yani.
S: Ben aynı soruyu "KaranlıktakileR"in 'R'si için Çağan Irmak'a da sord..
O.Ü: Demek ki o yüzden onun filmleri tutuyor da benimkiler tutmuyor. (Salon yıkıldı.)


Soru: Filmde kedi konuştu. Bunu düşünmenizin nedeni neydi; böyle olmasın büyüsün konuşsun, biraz da kedinin gözünden göstereyim diye mi düşündünüz?
O.Ü: Filmdeki kedi, sadece bir kedi. Karakterlerden biri de kedi olsun istedim. Yazanlar bilirler bunu, bir anda bir detay görürsünüz, onu yazdığınızın içine sokarsınız. Kedi bir an böyle pıt diye atladı yazarken, ben de kovalamadım açıkçası. Kedi ortaya çıktı, ben de üzerine gittim. Böyle tatlı bir şey oldu. Ama böyle bir soru sorulacağını tahmin ettiğim için daha önceden uydurduğum bir cevap var, onu da söyleyeyim: Bir çocuğun bazı kelimeleri söylemeyip başka kelimeler uydurması gibi, belki kedi karakteri, bir insanın yerine yer alıyor orada. Mesela bundan sonraki filmlerimden birinde bir 'masa' olacak. Yürüyen, konuşan bir masa... Bir filmde sıkıcı olabilecek şeyleri böyle ilginçleştirebilirsiniz. Ben de kediyi yaratıp, normalde söyletemeyeceğim şeyleri ona söyletmiş oldum.

Soru: İstanbul, Eskişehir, Afyon... Diğer iki şehiri bulamadım?
O.Ü: Yok ki... Filmde beş insan var sadece. Ama "Beş Şehir" demek çok güzel değil mi? Tonlaması falan... Beş Şehir... Beş Şehir...



Soru: Çok beğendim filmi. Salya sümük izledim. (O.Ü: Özür dilerim.) Seçtiğiniz karakterlerin meslekleriyle ilgili bir soru sormak istiyorum. Bir çocuk sanatla ilgileniyor, bir şair, bir ressam adayı, bir öğretmen, bir polis... Neden bu karakterlerin hepsi gidiyor uçurumdan aşağı?
O.Ü: Ama şimdi sen bütün filmi sordun bana? (Kahkahalar.) Dediğim gibi karamsar bir film yapmak istedim. Melodram iyi bir türdür, seyredin derim. Ama bu film bir melodram değil. Eğer karakterlerin üzerine bu kadar gitmeseydim, bu kadar abartmasaydım bu durumu, film melodram olurdu. Oysa ben melodram yapmak istemiyordum. Onun için de karakterleri mümkün olduğu kadar kendileriyle ilgili insanlar olmalarını daha çabuk algılayacağımız şekilde geliştirdim.



Soru: 'Sinemanın çılgın çocuğu' falan derler ya... Filminizde bir şeyler deniyorsunuz, öyle oluyor gerçekten, heyecanla izliyoruz biz de. Peki, şunu da yaparsam bir gün arşa ereceğim dediğiniz, şu da yapılsa Türk Sineması'nda güzel olacak dediğiniz bakir meseleler var mı?
O.Ü: Niye söyleyeyim, söyler miyim bunu? (Kahkahalar.) Ama şunu söyleyebilirim ki, yapabileceğimle yapmak istediğim arasındaki farkı çok iyi biliyorum. Her filmimde daha farklı şeyler yapmaya çalışıyorum. Öyle bir şey yapayım ki tuhaf olsun diye hiçbir şey yapmadım bugüne kadar. O bir şekilde böyle oluşuyor, ben de onun için böyle yazıyor, böyle çekiyorum.

Sorular ve cevaplar 29. İstanbul Film Festivali sırasında, "Beş Şehir"in 15 Nisan'daki gösterimi sonrasındaki Onur Ünlü söyleşisinden derlenmiştir. Soruların hiçbiri bana ait değildir. Her yıl yönetmenleri izleyenlerle buluşturduğu için İKSV'ye teşekkürler...