26 Mayıs 2009

Pek Yakında: "Nine"

Baz Luhrmann'ın 2001 tarihli "Moulin Rouge!"u ile eski günlerine geri dönen müzikal türü, 2002'de Rob Marshall'ın "Chicago"sunun Oscarları silip süpürmesiyle yine zirveye oturmuştu. "Chicago"nun haberleri gelmeye başladığında birçok insan sormuştu belki bu soruları: "Bu kadar insan nasıl aynı filmde olabilir?", "Renée Zellweger nasıl dansedebilir?", "Richard Gere nasıl şarkı söyleyebilir?"...

2009 Şubat'ında Akademi Ödül Töreni'nde sahnede Hugh Jackman ve 2008 yılında çekilmiş pek başarılı bir müzikal bulunmasa da, "The Musical Is Back" temalı süper bir performans. "Neden acaba?" soruları...

Ve Kasım 2009... Yine muhteşem bir kadro, yine Rob Marshall ve yine bir müzikal: "Nine".

Bu yıl vizyona girecek filmler arasında beni en çok heyecanlandıran "Nine"ın başrol kadrosunda 1 adam ve 7 kadın var. Federico Fellini'nin "8½" filminden uyarlanan Broadway müzikalinin sinema uyarlamasını Anthony Minghella ve Michael Tolkin yazmış. Yönetmen ise ünlü kareograf ve "Chicago"nun harikalar yaratan yönetmeni Rob Marshall.

Efsane aktör Daniel Day-Lewis (öncesinde Javier Bardem'in reddettiği) yönetmen Guido Contini rolünde filmin başrol oyuncusu. Bir yaratıcılık krizi geçiren yönetmenin etrafındaki 9 kadından 7'sini canlandıran isimler ise şok edici: Judi Dench, Nicole Kidman, Penelope Cruz, Marion Cotillard, Kate Hudson, Sophia Loren ve Fergie.

Bu inanılmaz oyuncuların, en az kendileri kadar inanılmaz bir sanat yönetmenliği, kostüm tasarımı ve görüntü yönetmenliğinin eşlik ettiği bir filmde yer aldığını daha iyi anlamak için, filmin Fergie'nin seslendirdiği "Be Italian" eşliğindeki gaza getirici fragmanını seyredebilirsiniz.


Yazının sonunda bu kadronun ne kadar inanılmaz olduğunu daha somut bir şekilde açıklamak gerekirse:

Kadrodaki 8 ismi alt alta yazdığınızda kişi başına birer Oscar, bir buçuk Altın Küre, ikişer BAFTA ve yarım Altın Palmiye düşüyor!

Başka bir hesaplama yapacak olursak bu 8 ismin toplam ödül adaylık çetelesi şöyle: 17 Oscar, 36 BAFTA, 2 Emmy, 33 Altın Küre, 4 César, 10 Avrupa Film Ödülü, 18 Amerikan Oyuncular Birliği Ödülü, 4 David, 6 Goya ve 1 Grammy.

22 Mayıs 2009

KoroSU'dan "Because..."

“Neden şarkı söylüyoruz?” Bu sorunun eğlenmekten kafa dağıtmaya, beraber bir şeyler yapıyor olmaktan rahatlamaya, müzikle uğraşmaktan vakit öldürmeye kadar sayısız nedeni var biz KoroSU üyeleri için. Ama amacı ne olursa olsun şarkı söyleyen biz, bunu bizi izleyenlerle paylaşmaktan büyük zevk alıyoruz. Sabancı Üniversitesi Çok Sesli Pop ve Rock KoroSU, 27 Mayıs’ta, bu kez adını bir Beatles şarkısından alan konseri ile altıncı kez SGM’yi sallamak için geliyor.

2004 yılında Sezen Aksu Korosu olarak kurulmuş ve sanatçıya adanmış olan koro, 2005 yılında Sezen Aksu Müzikali ile daha çok ilgi çekmiş ve Harbiye Açıkhava Konseri’nde sanatçıyla aynı sahneyi paylaşmıştı. 2006 yılında değişim geçirerek, Türkçe ve Yabancı pop ve rock şarkılarından oluşan “Hepsi Burada” konseptini benimsemiş ve 3 öğrenci tarafından çalıştırılmış olmasıyla da takdir toplamıştı.

Kurulduğundan bu yana her yıl yeni koro ve orkestra üyeleri ile daha da dinamikleşen KoroSU; bu yıl yine Doğan Kospançalı’nın usta ellerinden çıkan düzenlemeler ile ABBA’dan Kenan Doğulu’ya, Queen’den MFÖ'ye uzanan geniş bir repertuarı çoksesli olarak seslendirecek. 90’lar pop ve rock müziğine saygı duruşu niteliğindeki sürpriz bölümleri, Danny Elfman ve John Williams gibi iki usta ismin film müzikleri ile de dikkat çeken “Because…”; 27 Mayıs 2009 Çarşamba günü, saat 20.00’de Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde (SGM) ücretsiz olarak izlenebilecek.

21 Mayıs 2009

Bana Göre: "Teoman"

Henüz ilkokuldaydım. Okuldan eve dönmüş, televizyon karşısında oyun oynuyordum. Çığlık çığlığa bağıran bir kadın ve değişik türde bir şarkı söyleyen bir adam çıktı televizyondaki bir klipte. (Kısa saçlı kızlardan hazzetmemeye başlamam da aynı tarihe denk gelir) Yıllar geçtikçe, ben büyüdükçe öğrendim: O şarkı "Papatya", o adam Teoman, o kadın Şebnem Ferah, o müzik türü de henüz yeni yeni şekillenmeye başlamış olan Türkçe Rock'tı.

Teoman ilk albümü "Teoman"ı, bundan 13 yıl önce, 1996'da çıkardı. Ardından 1998'de "O" geldi. Sanırım "O", Teoman'ın birçok hayranı tarafından da, benim gibi, en iyi albümü olarak kabul ediliyordur. Ve Teoman, 2000 yılında en önemli çıkışını "Onyedi" ile yaptı. Albümdeki (ki sona eren doksanlardan sonra kaset arşivime yeni parçalar eklememe kararı aldığımdan, aldığım ilk müzik CDsi olur kendisi) "Paramparça", "İki Yabancı" ve "Onyedi" şarkıları Teoman'ı Türkiye'nin en önemli rock yıldızı yaptı bir anda.


2001'de "Gönülçelen", 2002'de iki adet remix albümü, 2003'te ise "Teo Man" geldi. Ve 2004 yılı ile birlikte çöküşü başladı Teoman'ın. İronik bir şekilde, "Best of Teoman"ın çıktığı yıl olan 2004'te... Aynı yıl çıkardığı "En Güzel Hikayem" adlı albüm, kanımca "En Kötü Albümüm" olarak da adlandırılabilirdi. Fazlasıyla sert, ağzıbozuk, deneysel ve uzuuuuuun şarkılarla dolu olan bu albüm beni de birçok insan gibi soğuttu bir anda birkaç yıl önce en sevdiğim şarkılardan "İstasyon İnsanları"nı, "Hayalperest"i, "İstanbul'da Sonbahar"ı ve "Rapsodi İstanbul"u söyleyen adamdan. Bu çöküşü bir remix albümü ve "Balans ve Manevra" filminin soundtrack'i izledi. - ki filmi de Teoman yönetmişti. Ve bu kesinlikle doğru bir hareket değildi. Sahnede içtikleriyle, gece kulübü çıkışı kırdıklarıyla gündeme gelmeye başladı.


2006'da toparlanmaya başladı Teoman yeniden. Önce "Renkli Rüyalar Oteli" geldi. Belki bir "O" ya da bir "Onyedi" değildi ama, eskiye dönüşün sinyallerini veriyordu. Sonra Bülent Ortaçgil ile verdikleri konserin albümü ve "Romantik" filminin soundtrack albümü geldi sırayla. 2008'de beni en çok heyecanlandıran ve kendisine hayran bırakan albüm "Söz Müzik Teoman"sa, Teoman'ın da eski günlerine dönmek istediğinin kanıtıydı. Üstelik bunu tek başına değil, her biri birbirinden değerli ve inanılmaz isimlerle yapıyordu.


Ve 2009... Teoman'ın (soundtrack, remix ve best-of-ları saymazsak) 8. albümü "İnsanlık Halleri" geldi. Ve, en azından kendi adıma, ilan ediyorum. Teoman geri döndü.


"Sevişirdik Bazen"in, bir albüm girişi olarak çok yanlış bir seçim olduğunu düşünsem de, albümün geri kalanı için çok pozitif şeyler düşünüyorum. Birbiri ardına gelen "Çoban Yıldızı", "Galata'da Rıhtımda", "Ruhun Sarışın" ve "1 Kadın ve 1 Erkek" sözleriyle, müzikleriyle Teoman'ın ilk albümlerini aratmıyor. "Mavi Kuş ile Küçük Kız", "Teo Man"daki en sevdiğim olaylardan biri olan konuşma gibi yazılmış iki şarkıyı - "Kıskançlık" ve "Mektup"u anımsattı bana. Kısacası albümdeki sevmediğim şarkı sayısı bir hayli az. Özellikle "Çoban Yıldızı" ve "Uçurtmalar"daki piyanonun da bunda biraz olsun etkisi var. Ve tabi "Uçurtmalar"ın bir Elif Şafak şiiri olmasının...


- Bana göre: Teoman -

1. Sürpriz / Onyedi
2. İstasyon İnsanları / Gönülçelen
3. Gündüz Tarifesi / Onyedi
4. Ne Ekmek Ne de Su / Teoman
5. Bir Damla Gözyaşı / O
6. İki Yabancı / Onyedi
7. Sus Konuşma / O
8. Kıskançlık / Teo Man
9. Senden Önce / Teo Man
10. Yağmur / O

3 Mayıs 2009

Elif Şafak Söyleşisi

Önce "Baba ve Piç" girdi hayatıma. Sonra sırayla "Araf", "Mahrem" ve "Bitpalas"... "Siyah Süt" ve "Aşk" kitaplığımda okunmayı bekliyor. Ve 15 Nisan Çarşamba günü, Sabancı Üniversitesi Kültür Edebiyat Kulübü sayesinde, en sevdiğim ve kelimeleri (bazen araya kısa çizgiler sokarak) yanyana getirme şekline taptığım yazarı yaklaşık 65 cm. mesafeden dinleme ve ona sorular sorabilme imkanı buldum. İşte Elif Şafak söyleşisinden notlar: (Yeterince doğru not almaya çalıştım, ama tabii kelimesi kelimesine kendisinden alıntı olmayabilir.)

- Dağ başındaki okulumuza gelme lütfunu gösteren her konuk gibi, Elif Şafak da yolda kaybolduğu için biraz geç başladı söyleşi. Geç de olsa simsiyah kıyafeti, toplu sarı saçlarıyla asil asil girdi içeri, nefes nefese konuşmaya başladı. Kendisi çok kısa konuşacağını, önemli olanın bizim eserleri hakkında soracağımız sorularına uzun ve yeterli cevaplar vermek olduğunu söyledi.
- Benim sorduğum ilk soru okuduğum 4 romanında da bir sınıflandırmanın (aşure, şarkılar, sözlük ve apartman daireleri) gözüme çarptığı üzeirneydi. Romanlarını bu tip bir sınıflandırmayı bulup, onu baştan sona nasıl kullanacağını kurgulayarak mı yazdığını sordum. Cevabı "hayır"a yakındı. 'Mühendis' ve 'erkek' yazarlardan bahsetti; kendisininse içinden geldiği gibi yazdığını, yazarken çoğu zaman sonrasında ne olacağını bilmediğini söyledi. (Sanırım bu durumda ben de bir kadın yazar oluyorum :P)
- İkinci sorum ise romanlarındaki müzik kullanımının dikkatimi çekmesi ile geldi. Ne tür müzikler dinlediğini, yazarken dinlediği müziklerin romana nasıl bir katkısı olduğunu sordum. Psychedelic, punk ve post-punk'tan hoşlandığını, Johnny Cash'i çok beğendiğini, tasavvufla ilgilenen biri olarak ney sesini çok sevdiğini belirtti. Anneannesi tarafından büyütülmenin etkisi ile TSM'den de hoşlandığını ekledi. Yazarkense sert şeyler dinlemenin iyi geldiğini söyledi.
- " 'Baba ve Piç'e o cinleri yerleştirirken hiç düşünmedim. Çünkü ben batıl inançları olan biriyim, çok doğal geldi. İlginç bulduğum için, suni olarak koyduğum şeyler değil yani. Sanatta bunu yapmak mümkün işte. Normalde yapsan deli derler."
- "Bazı metaforları neden yaptığımı, onların neyi simgelediğini ben bile bilmiyorum."
- "Zamanın çizgiselliğine inanmıyorum. Döngüleri, hatta sarmalları tercih ediyorum."
- "Punk müzik dinleyerek bile tasavvufa ulaşan var, çok evrensel bir şey.
- " 'Siyah Süt' benim içime demokrasinin geldiği romandır. Ondan önce içimde monarşi vardı."
- "Yazdığım romanların da içinde odalar olduğunu düşünüyorum. Her okur, kendi seçtiği başka bir odaya giriyor."
- "Edebiyatta yazarın reklam yapması, para kazanmak istemesi ayıp karşılanıyor. Bu aşılması gereken bir şey."
- "Genç kadın yazar olmak saygı görmek konusunda işleri zorlaştırıyor. [...] Eleştirmenler, köşe yazarları 'Hanım kızımız şöyle yazmış ama...' yazdıkları anda sana yaşını, cinsiyetini hatırlatıyorlar. Sen de siyah giyiniyorsun, kapalı giyiniyorsun. [...] Zaten bu ülkede kadınlar bir an önce yaşlanmak istiyorlar. Genç kızken anneliğe, anneyken "benden geçti artık"a özeniyorlar."
- "En sevdiğim renkler mor, siyah ve sarı. Pembeyi pek sevmezdim. 'Aşk'ın kapağındaki pembenin ne kadar etkisi var bilmiyorum, pembeyle barışmayı öğrendim."
- "Farklı şehirlerde sevdiğim farklı şeyler var. Amsterdam, Boston benim için özel şehirler. Ama İstanbul beni daha çok etkiliyor. Hele içinde yaşamayınca, çıkıp döndüğünde çok farklı algılıyorsun."