23 Mart 2008

"Hayat" Üzerine...


Sakin ile ilk tanışmam 3 Şubat 2008 tarihinde, Rolling Stone'un verdiği CD'deki "Denek Hayatım" şarkısını dinlemek suretiyle gerçekleşti. Sözleri güzeldi, tarzları güzeldi, yaptıkları müzik de güzeldi. Mor ve Ötesi'nin "Daha Mutlu Olamam" ve "23" zamanlarını hatırlattı bana.

"Aman da aman ne güzel grupmuş bunlar" derken, aradan bir ay geçti ve kendileriyle ikinci karşılaşmam D&R'ın "Yeni Çıkanlar" rafının önünde olageldi. Bir an -ki mutlu olmamam için yeterli ve gerekli nedenimin olduğu zamanlardan bahsediyoruz- ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Şu Last FM çağında, Last FM teknolojisinden faydalanmaya üşenen ve faydalananlara yamanan bir insan olarak kendim bir grup keşfedip -o an için "belki"- insanlara önerebileceğimi düşündüm ve sevindim inanılmaz derecede.

Albümü dinledim. Albümün adı "Hayat"tı. Ve şarkı isimlerinden, şarkı sözlerine, şarkıların söyleniş tarzına kadar o kadar hayatın içinden bir albüm olmuş ki gerçekten, birkaç satır yukarıda gördüğünüz "belki"ye gerek yokmuş.

Öncelikle Sakin'i indie tarzlarıyla, tatlı melankolileriyle, harika sözleriyle ve dinlendirici müzikleriyle Mor ve Ötesi'nin ilk zamanları, Pinhani ve Mat arasındaki ince -ki düşününce hiç de ince olmayan- çizginin üzerinde bir yere koydum, hayran olunan Türkçe gruplar dünyamda.

Müzikal bir analiz yapmak için kendimi bir dinleyici ve söyleyiciden öte bir noktada herhangi bir otorite olarak görmediğimden, sadece sözler konusunda yorum yapmak istiyorum.

Öncelikle Sakin'in sevgili üyelerine bir sorum var: Siz ne kadar inanılmaz insanlarsınız ki, benim hayatıma "Seni sorana her yanım derim" cümlesini sokma hakkını kendinizde görüyorsunuz? "Laleler Beyaz"ıyla, "Kırmızı Oda"sıyla ve "Edepsiz Komedya"sıyla bütün albüm bu tarz cümlelerle dolu. Mitolojik ve tarihi göndermeler bir yana, -ki "Sentetik Sezar" ismini her okuduğumda hala kopmaktayım, anlamı değil belki ama tınısı çok komik geliyor kelimelerin-, neşeli bir melankolisi var tüm sözlerin. "Hayat" yani, ya da belki benim hayatım sadece: "Bir yalnızlık / Sessizsin / Ah kahretsin / Her yerimde batmış ağrılar, birden kalktım / Baktım ve sabah."


Kokumdasın ki güç bela sürünüp bulduğum
Elinde kaybolup uzandı(ğı)m ufuklara
Hoş senin de bir varoluş sebebin var
Yakından uzaktan alakam olsa mutluyum
Bir gülümseten benim
Bir daha, daha söyler misin
Tek iyim sen kalmışsın aman ne mutluyum
Burnum omzunda

22 Mart 2008

S'onsuzluk Üzerine...

Badem'in heyecanla beklediğim ikinci albümü S'onsuz yaklaşık bir aydır dönüp duruyor (kafamın içi dahil) müzik çalma teknolojisine sahip her donanımımda. Önce youtube sayesinde Özlem Tekin promosyonlu "Kalpsiz" gelip girdi hayatıma, sonra da "S'onsuz"un kendisi.
Her şeyden önce buradan sevgili BA., D., E., M. ve M.'yı böylesine damar, böylesine derinden yaralayan, böylesine saf gözüküp üzerine düşündükçe -bir de bonus track'te cümle içinde kullanılmış halini duyunca- insanın içine eden muhteşem bir isim buldukları için kutluyorum.

"Kalpsiz"in "Sen ağlama dedin / Hani dönecektin / Bir damla gözyaşım / Silmeye bile gelmedin" sözleriyle eski Badem bombardımanı "Sen Ağlama"ya bir cevap olduğu konuşulup dururken sağda solda; benim albümdeki favorim kesinlikle "Sensiz Kalacak Bu Şehir".

Kendisi moralimin eksi beşyüzlerde olduğu bir anda iPod'umdan kulaklarıma çalınmak suretiyle beni Cadde'de yürürken ağlatmayı başarmış ve sözleriyle hayatımın sonuna kadar her dinlediğimde aynı etkiyi yaratacak bir şarkı olma cesaretini göstermiştir.

"Doğ Güneş", "Hep Düşle" ve "Varsın Yoksun" şarkıları ise beni laylaylom ortamlara, pembe bulutlar mor-kelebekler atmosferlerine uçuranın da aynı albüm olması gerçeğini yüzüne vuruyor insanın, "Çok mu melankoli yaptın, al sana!" dercesine.

Ayrıca albümdeki Begüm Günceler faktörüne dikkat çekmek istiyorum. Kendisi Eyüboğlu'ndan çıkan en büyük müzik insanlarındandır, yurtdışında müzikal ortamlara adım atmıştır ve birkaç sene içinde baya baya başarılı olacaktır. Kendisinin gidişatını "Geceyedir Küsmelerim" şarkısındaki vokalinden ve "Geceyedir Küsmelerim" ve "Bir An İçin" şarkılarına yazdığı sözlerden takip edebilirsiniz.
Albümün bonus track'inde yer alan "S'onsuz" sürprizindeyse şu sözler yer almakta: "Bu aşk sonsuz aşk / Bu aşk onsuz aşk / Kalbime gömdüm diye / Gözyaşım aksın hep içine".

Son olarak "Kalpsiz"in Gülçin Santırcıoğlu ve etnik enstrümanlar eşliğindeki akustik versiyonunu daha bir sevdiğimi de söylemeden geçemiyorum.

Badem'i sevelim, sevmeyenleri uyaralım, çok sesli müziği koruyalım, gelecek nesillere aktaralım.

Biliyorum bir gün bir gemi gelecek bu sensiz limana

Ama o gelene dek sensiz kalacak bu şehir
Sensiz kalacak bu liman
Sensiz batacak bu güneş

Biliyorum bir gün bir gemi gelecek bu yalnız limana

Ta ki o gelene kadar gökten yıldız toplayacağım
Senin o salkım salkım saçlarına ışıl ışıl bir taç yapmak için

19 Mart 2008

Bu Dağınıklığın İçinde Kendime Göre Bir Düzenim Var (mı?)


Seyrettiğimiz kaliteli ya da ucuz Amerikan dizilerinde, filmlerde kim bilir kaç kez duyduk "Bu dağınıklığın içinde kendime göre bir düzenim var" bahanesini.

Şu anda canım çok sıkıldı. Yemek yemek istemiyorum, dizi seyretmek istemiyorum, ödev yapmak istemiyorum, uyumak istemiyorum, kitap okumak istemiyorum, film seyretmek istemiyorum, odadan dışarı çıkmak istemiyorum.

Masamın üzerinde duranları yazmak istedim buraya. İleride belki bir gün düzenli bir işadamı falan olacağım tutar, dönüp geriye belki biraz özlem duyarım ya da en azından ibret olur.

Önümde ve Sağ Tarafımda:

1) Sabancı Üniversitesi Yurtlar Müdürlüğü'ne ait demirbaşlar: Siyah ve sabitlemesi gayet zor masa lambası, beyaz telefon. 2) Laptop. 3) Mouse ve altında Ikea'dan alınma beyaz kumaş mouse pad. 4) Kalemlik (içinde 5 tükenmez, 6 renkli, 3 kurşun kalem, 1 CD kalemi, 1 marker, pritt), bir blok not kağıdı, bir ataş kutusu (içinde ataşlar dışında küçük siyah bir tel zımba ve bir miktar bluetack). 5) 14 Mart Cuma günü IC'den ödünç alınmış ama hala seyredilmemiş "Being Julia" DVD'si ve üzerinde haftasonu alınmış ve defalarca dinlenmiş "Sakin" CD'si. 6) Yarısı yenmiş bir kutu tuzlu kurabiye. 7) Bir kutu Selpak mendil. 8) Jean Paul şişesi ve Rexona deodorant. 9) Üzerinde 5 (1i yurt odasına, 2si eve, 1i posta kutusuna, 1i apartman kapısına ait) anahtar takılı Chicago anahtarlığı. 10) iPod şarjı ve iPod Nano siyah 4GB 11) Reflü ilaçları (30mg Lansor ve Rennie çiğneme tableti) ve nedeni bilinmeyen kaşıntılarım için kullandığım 180mg antihistaminik ilaç kutuları. 12) Kahverengi bir bileklik. 13) Yarısı boş bir su bardağı.(çok simgesel oldu be!) 14) 150GB WD external harddisc. 15) Moda Kup ve Homer Kitabevi'nden olma fiş ve kredi kartı ekstresi. 16) Bir adet boş naylon dosya. 17) 22 Şubat tarihine ait, hala temize geçirilmemiş CS306 ders notları, 4e katlanmış. 18) Küçükten büyüğe kule yapılmış bozuk paralar, toplam 7.70 YTL. ve 5 YTL'lik banknot. 19) Siyah Eastpak cüzdan ve altında TI-83 hesap makinesi.

Sol Tarafımda:

20) Bir aydan fazladır okuduğum ve 223. sayfasına olduğum Elif Şafak'ın "Bitpalas"ı. 21) Pazartesiye, düne ve bugüne ait "Radikal"ler. 22) Dünkü Unilever Case'inden kazandığım "Türkiye'de Ölmeden Önce Yapılması Gereken 101 Şey" kitabı ve içinden çıktığı hediye paketi. 23) 3 adet renkli kalem. 24) Kırık ve dökük olmaya başlamış Nokia telefonum. 25) Üzerine Film Festivali programı yazılmış müsvedde kağıt (arkasında Mrs.Robinson'un sözleri) 26) Gözlük kutusu (çok kullandığım için (!) gözlük de içinde). 27) Unilever'in verdiği not defteri 28) Üzerine Okyanus'a yazacağım sinema yazısı için notlar alınmış müsvedde kağıt (arkasında MS304 slideları). 29) Seiko kol saati. 30) Kulüp aktiviteleri için kullandığım not defteri. 31) Pepsi staj başvurusu broşürü. 32) Akbil. 33) Diasa torbası içinde 3 adet yeşil elma. 34) Nilay'ın doğumgünü hediyesi bir kutu ve içinde sayısı 3e inmiş çikolatalar. 35) Işıl'ın doğumgünü hediyesi not tahtası (üstünde 5-20 Nisan Film Festivali, 15-20 Nisan Ara Tatil yazıyor). 36) Geçen sene kullandığım CS201 defteri (CS306 için kullanılması planlanmış ama şimdi aklıma geldi bak, yalan oldu o iş heralde 5. haftadayız). 37) "Astronomy Today" kitabının 23. Chapter'ının fotokopisi. 38) Geçen dönem kullandığım defterim (içinde MS302, MS304, MS307 ve MS309 notları). 39) Mavi kapüşonlu sweatshirt. 40) Gri-lila kazak 41) Kemer 42) Belinde başka bi kemer bağlı kot pantolon. 43) Üstünde "Abi saol kitaplar için tekrardan ;) EMR." yazılı bir not kağıdı.

Sağ ve Sol Karşımda Ranzanın "duvarlarına" tutturulmuş olarak:
44) Üzerinde 33 kişinin ve kapının telefonları yazan bir not kağıdı. 45) Öğrenci Birliği Adaylık afişim. 46) Ders programı. 47) Penguen'den çıkma takvim. 48) 15 adet fotoğraf.

Karşımdaki Rafta Sol Tarafta:

49) Geçtiğimiz iki seneden kalma işe yarayabilecek kağıtlar ve notlar (kalınlığı 7.5cm). 50) Birkaç Okyanus ve SUDergi sayısı. 51) HUM212 seçkisi 52) Fresh'ten kalma, bana ait "Calculus" kitabı. 53) Zannak'tan ödünç alınmış "Astronomy Today" kitabı. 54) Bana ait "Operations Research" ve "Database Management Systems" kitapları. 55) Anılcan'dan ödünç alınmış "Manufacturing Planning and Control for Supply Chain Management", "Engineering Economy", "Discrete Event Simulation" ve "Simulation with Arena" kitapları. 56) Dosya içinde 4 adet CV çıktısı. 57) Geçen dönem Anılcan'dan ödünç alınan ve iade edilmeyi bekleyen "Manufacturing Processes for Engineering Materials" ve "Modeling and Analysis of Manufacturing Systems" kitapları. 58) Koro şarkı sözlerinin bulunduğu dosya ve üzerinde şan dersinde çalıştığım aryaların notaları. 59) Not tahtasının kutusu. 60) Laptop'un pili.

Karşımdaki Rafta Sağ Tarafta:

61) Bir kutu içinde çatal, bıçak ve kaşıklar. 62) Bulaşık bezi. 63) Kağıt havlu üzerinde ters duran iki adet kupa ve bir bardak. 64) Müsvedde kağıtlar. 65) 3 paket çikolatalı Eti Form ve bir paket Burçak. 66) Bir kutu Jacobs cappucino. 67) Kraft'ın sunumda hediye ettiği Toblerone, Milka, Tang ve Jacobsla dolu bir torba. 68) 500ml süt ve bir kutu meyveli Nesfit.

17 Mart 2008

"Türkiye İran Olur mu?" sorusu üzerine...

Bugün ntvmsnbc.com'da bir haber okudum:
"İran’da 9 sanat dergisi, “ahlaksız yabancı sinema oyuncuları resimlerini” bastıkları gerekçesiyle kapatıldı.İran Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı İç Yayınlar Dairesi’nden yapılan açıklamada, söz konusu yayınların kapatılmasına gerekçe gösterilen suçlar şöyle sıralandı: 'Ahlaksız yabancı sinema oyuncularının resimlerini basmak ve onların sefih yaşamlarının ayrıntılarını aktarmak, asparagas haber yapmak, yetkili kurumlardan izin almaksızın kimi ilaçların (kozmetik) reklamını yapmak, kamuoyu ahlakına aykırı yazılar yayınlamak.' "

Sonra aklıma geldi bir de dönüp Radikal'in arşivinde gezindim. Şunları buldum:

Radikal, 25 Ocak 2008: "Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: [...] İstiklal şairimiz 'Alınız ilmini garbın, alınız sanatını' diyor ya... Biz batının ilmini, sanatını almadık. Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık."

Radikal, 14 Şubat 2008: "Başbakan Tayyip Erdoğan, türban tartışmasıyla ilgili haberler nedeniyle basına yönelttiği ağır eleştirileri dün de sürdürdü: [...] Bizi çarşafa sokacaklar' diyorlar. Ya insaf. Affedersiniz, gazetelerinin başköşelerinde bu toplumun ahlak değerleriyle tamamen ters düşen çırılçıplak kadın resimlerini siz basıyorsunuz. Basıyorlar mı? Basıyorlar. İlavelerinizde her şey tamamıyla ortada. Bugüne kadar ne yapıldı, hangi müdahale yapıldı, yasama ve yürütme olarak? Bizim yaptığımız veya yapacağımız herhangi bir şey mi var? Yaptık mı, hayır. Nedir bu feryat?"
Öyle...

16 Mart 2008

Oscar'ı Eve Götürmek.




Bugüne dek sevdiğim, beğendiğim, hayranlık duyduğum onlarca insan, hepsi de bir Pazar gecesi, hepsi de şık kıyafetler içinde kucakladı Oscar heykelini. Medyada sık sık kullanıldığı üzere "Oscar'ı eve götürdü".

Fotoğraflarda da görüldüğü gibi "Oscar'ı Eve Götürmek" keyifli bir şey.

Diablo Cody örneğin, 80. Ödül Töreni'nin ertesi günü bu şekilde görüntülenerek "Oscar'ı Eve Götürmek"le kalmayıp "Oscar'ı Yatağa Atmak" eylemini de gerçelkleştirdiği mesajını vermekte.

79. Ödül Töreni çıkışında hamburgerini ısırmakta olan Helen Mirren ise "Oscar'la Yemeğe Çıkmak" eylemini tercih etmiş.

Fakat bu yazıyı yazmamdaki amaç sadece bu fotoğrafları paylaşmak değil.

İşte bana göre "Önümüzdeki 30 Yıl İçinde Oscar'ı Eve Götürmesi Gereken 30 İnsan": (soyadı sırasına göre)

1. Amy Adams - Actress - 1 Nom.
2. Gael Garcia Bernal - Actor - No Nom.
3. Tim Burton - Director - No Nom.
4. Stephen Daldry - Director - 2 Nom.
5. Paul Dano - Actor - No Nom.
6. Johnny Depp - Actor - 3 Nom.
7. Alexandre Desplat - Composer - 1 Nom.
8. Leonardo DiCaprio - Actor - 3 Nom.
9. Marc Forster - Director - No Nom.
10. Philip Glass - Composer - 3. Nom.
11. Ryan Gosling - Actor - 1 Nom.
12. Jake Gyllenhaal - Actor - 1 Nom.
13. Maggie Gyllenhaal - Actress - No Nom.
14. Ed Harris - Actor - 4 Nom.
15. James Newton Howard - Composer - 5 Nom.
16. Scarlett Johansson - Actress - No Nom.
17. Keira Knightley - Actress - 1 Nom.
18. Laura Linney - Actress - 3 Nom.
19. Emmanuel Lubezki - Cinematographer - 4 Nom.
20. Baz Luhrmann - Director - No Nom.
21. Fernando Meirelles - Director - 1 Nom.
22. Julianne Moore - Actress - 4 Nom.
23. Thomas Newman - Composer - 8 Nom.
24. Clive Owen - Actor - 1 Nom.
25. Ellen Page - Actress - 1 Nom.
26. Brad Pitt - Actor - 1 Nom.
27. Natalie Portman - Actress - 1 Nom.
28. Tom Wilkinson - Actor - 2 Nom.
29. Kate Winslet - Actress - 5 Nom.
30. Joe Wright - Director - No Nom.

Bir Peçete Nasıl Katlanmalı...


Buradan İstanbul'da bulunan, kendini peçete katlamak zorunda hisseden tüm servis sektörü personeline sesleniyorum: Lütfen peçeteleri doğru düzgün katlayın. N'olur...
Efendim şöyle açıklayayım sebeb-i yazımı. Doğru düzgün bir caféde oturmuş, keyif yapıp karşımdakiyle muhabbet eder, afiyetle yemeğimi ya da tatlımı yerken; genlerimdeki sakarlık ve dikkatsizlik yeteneğim yüzünden bir şekilde (masaya ya da üstüme bir şey dökmek, çenemden hayvansal yağlar akması veya herhangi bir şey) peçete kullanmak zorunda kaldığımda zorluklarla yüzleşmek istemiyorum. Peçete kullanmak aktivitesinin "acil durumlarda" başvurulması kuvvetle muhtemel bir aktivite olduğunu unutmamlıyız bence. Böyle bir durumda çatal-bıçağımın altında duran peçeteye abandığımda ve onu kat yerinden açtığımda elimde uzun ve işlevselliği sıfır bir kağıt şeridi değil, tam tersine ihtiyaç duyduğum karesel şekle sahip bir kurtarıcı tutmak istiyorum.
Bilmem anlatabildim mi?

15 Mart 2008

4. Ks. Flm. Fstvl.


Bu hafta Akbank Sanat'ın "Ödüllü Filmler Üniversitelerde!" etkinliği sayesinde 3-13 Aralık 2007 tarihleri arasında düzenlenen 4. Kısa Film Festivali'nin kazananları gösterildi Sabancı Üniversitesi Sinema Salonu'nda.


Sırasıyla kurmaca ve belgesel dallarının birincileri "Bir Cinayetin İki Öyküsü" ve "İntihar Ederdim!" gösterildi önce. "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filminin yönetmeni Ahmet Uluçay'ın sinemaya olan bağımlılığını anlatan belgesel "İntihar Ederdim!" Müşfik Kenter'in sesi ve Gökhan Kırdar'ın müzikleri eşliğinde güzel bir hikayeyi anlatırken, "Bir Cinayetin İki Öyküsü" de hem kurbanın hem de zanlının gözünden anlatmış bir cinayeti.


Kurmaca dalında mansiyon kazanan kısalar ise "Güvercin Taklası", "Unus Mundus" ve "Camgöz"dü. İlki, çok fazla doğallık içermesi ve biraz düşündürücü oluşuyla fazla çekmedi ilgimi. Fakat 3 buçuk dakikalık "Unus Mundus", az ve öz olarak derinden yaraladı beni. "Camgöz" ise Onur Ünlü'nün "Polis"i ya da Tarantino filmlerini aratmayan, biraz Ahmet Ümit polisiyesini vampirlerle kurtadamlarla karıştıran biraz komik, biraz mistik, kendini ciddiye alan ama kendiyle dalga geçen uzun bir kısa film olmuş. 'İlginç' kendisi hakkında yapabileceğim tek yorum belki de.


Belgesel dalında mansiyon alan filmleri seyretmeye ne yazık ki kalamadım.
Özetlemek gerekirse, seyrettiğim 5 kısa film arasındaki favorim kesinlikle "Unus Mundus" oldu.


"Herkes, her şeyden sorumludur." - Dostoyevski

12 Mart 2008

Yumurtlamak üzerine...


3 Mart 2008 Gecesi dağıtılan 40.SİYAD Türk Sineması Ödülleri'nde, "Babam ve Oğlum"dan 2 yıl sonra bir kez daha hemen hemen tüm ödülleri tek bir film topladı. Gelsin polemikler.

Efendim, bu yılın en "Neler Oluyor?" filmlerinden "Yumurta"; Semih Kaplanoğlu'nun üçlemesinin ilk filmi, Türkiye'nin medar-ı iftiharı, kümeslerin çift sarılısı; yumurtaya can veren yüce varlığın (!) da desteğiyle midir artık nedir, 8 ödül aldı 3 Mart gecesinde. Benim gönlüm Özgü Namal'dan, Murat Han'dan bilemedin Nurgül Yeşilçay'dan, Cem Özer'den yanaydı. Kısacası favorilerim "Adem'in Trenleri" ve "Mutluluk"tu bu yıl.
"Nuri Bilge Ceylan Sineması"nı sevmeyen, sevemeyen ama saygı duyan bir genç olaraktan kutluyorum kendisini ve hiç beğenmediğim, seyrederken içinde bulunduğum duruma bir işkencenin ismini arayıp durduğum bu sanat eserini bir yana bırakıyorum.
Ödül töreni ile ilgili 6 Mart'taki Radikal'de yayınlanan "Yumurta'dan Polemik Çıktı" başlıklı kültür-sanat yazısına geçiyorum. Haber hazırlanırken görüşüne başvurulanlardan biri olan "Beyaz Melek" filminin yapımcısı Murat Tokat insanı şöyle demiş efendim:
"Filmleri neye göre seçiyorlar? Yıldız Kenter'in yardımcı kadın oyuncu olarak aday gösterdiler. Yıldız Kenter 'Beyaz Melek'te başrol oynuyor. 'Yumurta' gibi filmler Kültür Bakanlığı'ndan aldıkları paralarla çekiliyor, bütçeleri belli. Bizimkiler 3 - 4 milyon dolarlık filmler. Böyle filmlerin SİYAD'dan daha çok destek görmesi lazım. Sinema seyirci çeksin diye yapılan bir iş ama burada seyirci çeken filmler rağbet görmüyor. Ödül verenlerin filmi izlemediğini düşünüyorum. Çünkü en iyi müzik ödülünü verdikleri filmin (Mutluluk) tamamına harcadıkları parayla biz sadece filmimizin müziğini yaptık."
Kendisi bu harika sözleriyle bir anda RTE, Perihan Mağden ve Seda Sayan'a duyduğum sevgiye ve Peker Açıkalın, Mehmet Ali Erbil ve Kadir Çöpdemir'e duyduğum saygıya sahip oluverdi. Beyefendi kime saldıracağını şaşırmış, ağzına geleni söylemiş meaşallah. Kendisini Kaan Sezyum'a ve Penguen çizerlerine havale etmek isterdim ama onların da işi başından aşkın. Her gün dalga geçilecek başka bir sürü mesele olagelmekte sevgili memleketimizde.
Önemli olan para harcamaksa, ya da halkımızın %47'sine hitap edebilmekse aynı haberde SİYAD üyelerinden Berke Göl'ün dediği gibi diyorum:
"Bir filmin az ya da çok izlenmesi, o filmin 'iyi' olmasından bağımsız bir şeydir. 'En çok izlenen filmler şunlardı, ödüller de onlara gitmeliydi' demek çok mantıksız, o zaman hiç boşuna oylama yapılmasın, gişe rakamlarına göre ödül sahipleri belirlensin. Son olarak 80. Oscar ödüllerinde de ödüllerin hemen hiçbiri en çok gişe yapan filmlere gitmedi."
Bu zihniyetle insanlar Recep İvedik'i (Şahan Gökbakar'ı demiyorum bak) En İyi Erkek Oyuncu (ya da En Erkek İyi Oyuncu) da seçer, "Norbit"i En İyi Yabancı Film de seçer...
Son olarak merak edenler için SİYAD kazananları şöyle:
En İyi Film: Yumurta, En İyi Yönetmen: Semih Kaplanoğlu - Yumurta, En İyi Erkek Oyuncu: Nejat İşler - Yumurta, En İyi Kadın Oyuncu: Saadet Işıl Aksoy - Yumurta, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: İlyas Salman - Sis ve Gece, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Derya Alabora - Adem'in Trenleri, En İyi Senaryo: Yumurta, En İyi Müzik: Mutluluk - Zülfü Livaneli, En İyi Görüntü: Yumurta, En İyi Sanat Yönetimi: Yumurta, En İyi Kurgu: Yumurta.

!F 2008'in Ardından...

Hayatımda yaşadığım teknik problemlerden dolayı geç kalmış yazılar serisinin 2.sinde konu başlığımız 7. !F Bağımsız Filmler Festivali...
Bu yıl !F'te 7 film izledim. Açıkçası çok beklentilerimi karşılayan ya da beni heyecanlandıran bir festival olduğunu söylemekte zorlanıyorum şu anda dönüp baktığımda.
"Falling Slowly" ve "If You Want Me" şarkılarıyla, müzikleri ve diyaloglarıyla ruhu doyuran romantik ve şirin bir film olan "Once" ve Ryan Gosling'in başrolü şişme bi bebekle paylaştığı "Lars and the Real Girl" favorilerimdi.
Önceki yazımda da belirttiğim üzere, beni hayal kırıklığına uğratan ve bu kadar muazzamlaştırılıp şişirilip bir sinema mucizesi olarak karşımıza sunuluşuna anlam veremediğim "No Country for Old Men" bir başka filmdi. Javier Bardem'in oyunculuğu dışında bana pek bir şey katmadı Coen'lerin 4 Oscar'lı filmi.
"Neler Oluyor Özel Ödülü"nü layık gördüğüm "Picture of Dorian Gray", sonradan anladığım üzere Oscar Wilde'ın eserini okusaydım "Bir Şeyler Oluyor" diyebileceğim bir filmmiş. Fakat Wagner ve birkaç rock şarkısı dinlemenin güzelliği dışında hayatın anlamını sorguladığım birkaç saate dönüştü salonda geçirdiğim dakikalar.
Festivalin "Meksika Dalgası" bölümünden seyrettiğim iki film "Drama/Mex" ve "Deficit" birbirine tamamen zıttı. "Drama/Mex", Alejandro Gonzalez Iñarritu'ya özenmiş, fakat olayı becerememiş bir yönetmenin çırpınışları olmuş gibi geldi bana. "Déficit" ise Gael Garcia Bernal'in yönetmenliğe de ne kadar yakıştığını, ne kadar muhteşem bir insan, ne kadar karizma bir oyuncu olduğunu, her role gittiğini, Meksika sinemasının birkaç onyıl içinde nasıl kanatlanıp uçacağını kanıtladı. Derin ve büyük bir konuyu, bize de tanıdık gelen karakterlerle anlatmayı başarmış küçük bir film olarak oldukça başarılıydı.
Son olarak "Pardonnez-Moi", kim olduğunu bilmediğim ama hem yazıp, hem yönetip, hem oynamayı başarabilen başka bir insan Maïwenn ablamızın yarattığı; babasıyla sorunu olan herkesin seyretmesi gereken, hafif absürd, bazen abartılı ama gayet sıcak bir Fransız filmiydi.
!F'in en sevdiğim yanı ise, bitişinden 2 aydan daha kısa bir süre sonra yerini çok daha iyisine bırakıyor oluşu: 27. İstanbul Film Festivali'ne 1 ay kaldı.

10 Mart 2008

80th Academy Awards

Eleştirmeninden, bloggerına, haber spikerinden, simitçisine herkesin dediği gibi "Yapılacak yapılmayacak derken..." diye başlamak istemiyorum yazıma. Ama gerçekten de heyecanlı bir bekleyiş ve tedirginlik günlerinden sonra bir gece daha 03:30'da televizyon karşısına geçebildim neyse ki.


Bu yıl Oscar Töreni yazımda yer almaya değecek olaylar dizisi şöyle:


- Geçen yılki aynı şeyi yapıp, bu kez daha fazla kızdım kendime. CNBC-e ve canlı yayın reklamdayken, NTV'deki yorumları izlememeliyim artık. Çünkü bu işten en çok anlaması gereken insanların bile bu işten anlamadığını ve saçma sapan yorumlar/tahminler yaptığını görmek kıl ediyor beni. Sevin Okyay'ı özlüyorum. Oğlunu değil, kendisini görmek istiyorum.

- Jon Stewart 78. törende olduğu gibi bu kez de gayet iyiydi. Açılış konuşmasındaki esprileri ve ödül dağıtımı aralarındaki şovları güldürdü beni bol bol.

- "This was the year of psycho killers. All I can say is thank god for teenage pregnancy."

- Yine bir klişe: "Sürprizlerle dolu bir yıldı." Evet, öyleydi. Transformers'ın eli boş döneceğini ya da Bourne Ultimatum'un (ki kendisi hem bir devam filmi olma, hem de bir Amerikan filmi olmama özelliklerini taşıyor) teknik dalları silip süpüreceğini kim tahmin ediyordu? Tilda Swinton'ı sahnede teşekkür konuşması yaparken görebileceğimizi kim düşünebilirdi ya da?

- "Julie Christie played a woman forgetting her husband. Hilary Clinton called it the fairy good film of the year."


- Julie Christie yerine Marion Cotillard'ı sahnede görmek beni sevindirdi. Ama bence sürpriz değildi. Hep Julie Christie'nin kazanacağını düşünsem de, hep bir acaba vardı aklımda; ve
tabii yürekten istiyordum Jeux d'enfants'ın küçük kızının Edith Piaf oluşunun ödüllendirilmesini.


- "I am worried about this year's elections. Normally when you see a woman or black president, it means an astroid is about to hit the Statue of Liberty."

- Gecenin en güzel iki anı ise Diablo Cody ve Marketa Irglova sayesinde yaşandı bence. Marketa Irglova, Glen Hansard ile "Falling Slowly" için paylaştığı Oscarını aldıktan sonra konuşamadan sahne arkasına yollandı. Jon Stewart büyüklüğünü gösterdi ve geri çağırdı kendisini. Ve o konuşma çok tatlıydı :) İkincisi ise striptiz kulüplerinden Akademi'nin sahnesine olan bir hayli uzun yolu katedebilmiş Diablo Cody'nin konuşmasının sonundaki hıçkırıktı kesinlikle.

- "The mighty Cate Blanchett... She played the Queen in Elizabeth: The Golden Age. She played Bob Dylan in I'm Not There. And guess what! The scene in No Country for Old Men where Josh Brolin is chased by the pitbull...! Yes, it was her! And now you're watching her hosting the Academy Awards Ceremony as Jon Stewart."

- Cate Blanchett, Marion Cotillard ismi anons edildiğinde, -ki kendisi rakibesi olur, aynı kategoride adaylardı- o kadar mutlu oldu ki, inanın Marion ablamız o kadar sevinmemiştir. Cate Blanchett seni seviyorum. (bi insanın adı Cate, Kate ya da türevleriyse zaten, iyi olmamasına imkan var mı?)

- Counterfeiters adlı Avusturya filmi, En İyi Yabancı Film seçildi. Böylece Yahudi katliamı, Naziler ve İkinci Dünya Savaşı konulu bir film ilk kez (!!!) ödüle layık görülmüş oldu. Biraz orjinal olalım lütfen, bak Diablo'ya. Oh mis.

- August Rush'tan aday "Raise It Up" şarkısı inanılmaz bir performansla sahnelendi. Jamia boyunun gösterdiğinin milyon katı sesiyle duygulandırdı, sonra da Wii'de Jon Stewart'la oyun oynarken yakalanarak güldürdü sağolsun.

- Dario Marianelli, Ratatouille, Daniel Day-Lewis için ne kadar sevindiğimi, ama zaten her şeyin çoktan belli olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

- Artık numara mı yapıyorlar, yoksa cidden hiçbir Hollywood yıldızı "cinematography" kelimesini söyleyemiyor mu?

- No Country for Old Men'de bütün dünyanın anladığı, ama benim ısrarla göremediğim bir şey var sanırım. Beğenmedim kardeşim filmi! Bu kadar. Coen'ler, sizi de sevmiyorum artık tamam mı! There Will Be Blood dururken..

- Gecede favori anlarımdan sonuncusu ise Jon Stewart'ın hamile olan 3 aktrisi (Cate Blanchett, Nicole Kidman ve Jessica Alba) ekrana getirip, cebinden çıkardığı zarftan "And the baby goes to..." diye okuması ve "...Angelina Jolie!" deyişi idi. =)

- İlla sonuçları isterseniz, onlar da şöyle: Best Picture: No Country for Old Men, Best Director: Ethan and Joel Coen - No Country for Old Men, Best Actor: Daniel Day-Lewis - There Will Be Blood, Best Actress: Marion Cotillard - La Vie en Rose, Best Sup.Actor: Javier Bardem - No Country for Old Men, Best Sup.Actress: Tilda Swinton - Michael Clayton, Best O.Screenplay: Juno - Diablo Cody, Best A.Screenplay: No Country for Old Men - Coens, Best Animated Picture: Ratatouille, Best Foreign Lang. Film: Counterfeiters - Austria, Best O.Score: Atonement - Dario Marianelli, Best O.Song: Falling Slowly - Once, Best Cinematography: There Will Be Blood - Robert Elswit, Best Editing: Bourne Ultimatum, Best Art Direction: Sweeney Todd, Best Costume Design: Elizabeth: The Golden Age, Best Make-Up: La Vie en Rose, Best VFX: Golden Compass, Best Sound Mixing: Bourne Ultimatum, Best Sound Editing: Bourne Ultimatum