30 Ağustos 2007

Hamdi Abi Birasını buldu.

Her şey sinemalarda, televizyonlarda gördüğümüz o reklamla başladı!
Her şeyin yerli yerine oturmaya başladığının bir işaretiydi sanki.

Bir ilkti: Hamdi abi birasını buldu!
Sıkıyordu zaten.

Sonra okuduk gazetelerde; taşlar bir bir yerleşiyordu yerine:
“Hande Yener Romeo’sunu buldu!”
Sıkılıyordu zaten.

Sonra bomba düştü gündeme: Türk halkı cumhurbaşkanını buldu.
Eskisi paso veto ediyordu zaten.

En sonunda “O benim cumhurbaşkanım olmayacak” diyenler cevabını buldu.
Kovuluverdiler ülkeden, bir anda, ne olduklarını anlamadan.
Yakışırdı ‘onlar’a bu cevabı vermek zaten.

Bu haftaki Tempo dergisi güzel bir dosya hazırlamış ‘bizler’ için: “Yeni Cumhurbaşkanına Alışamayanlar için Çekip Gidilecek Ülkeler Rehberi”. Bir de röportaj yapmışlar Bekir Coşkun ile. Kendisi bulamamış gidecek bir yer, bu güzel ülkeden başka. Hiçbir zaman gitmek istemedi ki zaten.

Ben de bulamadım gidecek hiçbir yer. Gitmek istemiyorum ki zaten.
%53’lük azınlıktan biriyim çünkü.

“Kimse yerinden kıpırdamasın. Türkiye’de duyguları yerinde olan, alıngan insanlara daha çok ihtiyaç var. Asıl, Başbakan’ın git sözünü ciddiye alanlar bu ülkede kalmalı. Ülke bizim! Nereye gidiyoruz? Başka bir ülkede nasıl yaşayabilirim ki? Ben yapı olarak biraz köylüyümdür. Türkiye tam bana göre. Uygar bir ülkede yaşamam son derece zor. Yürürken boş kola kutusuna tekme atmak, sokakta aç hayvanlara yiyecek vermek, arada bir okuyucudan küfür işitmek… Bunları başka bir ülkede yaşayamam. Bindiğim taksi, biraz sigara kokmalı, şoförü üç günlük sakallı olmalı. Gıcır gıcır bir takside canım sıkılır. Sahilde giderken burnuma kanalizasyon kokusu çarptığında, “Hah işte, ülkemdeyim!” diyebiliyorum. Elimde ne varsa artık domates mi, salatalık mı, yarısını yiyip denize atabiliyorum. Başka bir ülkede çöp kutusu aramak zorunda kalacağım. Karakterimde biraz köylülük olduğu için köşemin adı da ‘Onuncu Köy’. Benim başka bir ülkede yaşamam çok zor. Fakat Tayyip Erdoğan’ın başka bir ülkede yaşaması benden daha zor. Bu kadar çam deviren bir insanın başka bir ülkede yaşaması mümkün değil.” (Bekir Coşkun, 30 Ağustos 2007, Tempo Dergisi Röportajı’ndan)

Hamdi Abi birasını, Hande Yener Romeo’sunu, Türk halkı cumhurbaşkanını buldu.
Bir biz bulamadık gideceğimiz yeri.
Ne yazık ki…

28 Ağustos 2007

Kulaklar.

Kulaklar önemlidir. Beş duyumuzdan bir tanesi olan işitmeyi gerçekleştirebilmemizi sağlarlar. Ama farklılık gösterebilirler kendi aralarında. Bazıları deliktir, bazıları büyüktür, bazıları yapışıktır örneğin. Ne bileyim, Gwyneth Paltrow'un kulak memesi yoktur mesela. Abdullah Gül'ün kulakları kepçedir. Ama diğer yandan fazla da önemli organlar olmasa gerekler ki, bu bozuklukları birinin Oscar'lı bir aktris, diğerinin cumhurbaşkanı olmasını engelleyememiştir.
Kulaktan çok duyduklarını algılama tarzı önemlidir insanın, bazıları kulaklarıyla duyup beyinleriyle; bazıları kulaklarıyla duyup kaba etleriyle algılarlar çünkü. Ama yine de bu ikinci kategoriye girenleri ayıplamak yersizdir. Çünkü birinci kategoriye girenler algılama organlarıyla aynı zamanda oturmak, gaz çıkarmak ve benzeri eylemleri de aynı anda sergileyemiyorlarken; onlar yapabilirler.
Kimininse kulakları ve algılama merkezleri arasında kestirme yollar vardır, ki bunlar çoğu zaman beyinleriyle düşünenler olmaz. Diğer bir deyişle bazılarının kulakları ve poposu arasında sinir sisteminden bağımsız olarak çalışan bir boru vardır. Bu boru bir sözcük öbeği duyulduğu anda başka bir sözcük öbeğini çağrıştırmaya yarayabileceği gibi (bkz. Nükleer silah -> Demokrasi getirmek); her şeye aynı kalıplarla cevap vermeye de yarayabilir (bkz. “Orman yanmış.” -> ‘Hay Allah.’, “Su yokmuş” -> ‘Yağdır Allah.’, “Şaraplı Risotto?” -> ‘Maazallah.’, “22 Temmuz” -> ‘Maaşallah.’, “Laiklik?” -> ‘Yallah.’, “Şeriat?” -> ‘İnşallah.’ … ).
Bazen kulağı ve duyma yetisi olduğu halde duymak istememeyi seçenlere de rastlanır. ‘3 Maymun’ olayında “duymam” rolünü üstlenen maymun; kulaklarını tıkamaktadır mesela. Bunun dışında, ülkemiz kadınarının yüzde 40'tan fazlası; duyu organlarının işlevselliğini azaltmak, düşüncelerine çeşitli sesler karışmasın da tamamen ilahi düşüncelerine yoğunlaşabilsinler diye kulaklarının üzerine ince bir örtü germek suretiyle ‘3 Maymun’dan biri olurlar.
Çalışma hayatında ise kulakların işlevsellik kazandığı meslekler vardır. Örneğin müzikle uğraşan insanlar, işini müzikle yapanlar, ekmeğini müzikten kazananların kulaksız yapabilecekleri düşünülemez. Beethoven yapmıştır zamanında, o ayrıdır. Kültür Bakanı dediğimiz mesela, müzikten anlamalı, dolayısıyla kulağı iyi olmalıdır. Fakat başbakanı İngilizce bilmeyen bir ülke ise söz konusu olan, böyle bir şart aramak yanlış olabilir zaman zaman. Problem en kolay yoldan, başka bir müziğiyle ekmeğini kazanan meslek grubu olan müezzinleri bu makama uygun görmekle çözülebilir.
Diğer yandan kulağınız olmasına gerek olmayan meslekler de mevcuttur. Örneğin siyasetçilerin yaptıkları iş daha çok dinlemeye değil, konuşmaya dayalı olduğundan kulaksız da yapılabilir. Zaten birçok şey farklıdır siyasette, ama fazla girmeye gerek yok o taraflara. ‘Maazallah’ yanlış anlaşılır duyulanlar.
Ama kulaklar önemlidir. Bir sürü insan var şu dünyada ve ülkede ki ‘3 Maymun’dan biri kılıklı.
Ne de güzel demiş Bekir Coşkun, “Bu siyasette dünyanın en güzel çiçeği (gül) dahi bıyıklı.”

12 Ağustos 2007

Duydunuz mu?

Duydunuz mu?
Ne kadar çok dua edersek o kadar çok suyumuz olacakmış.
Bütün minarelere birer musluk takacaklarmış tüm inananlar kana kana su içsin diye.
Tespih satışları arttıkça barajlar dolacak, susuzluğunu giderecekmiş insanımız.

Duydunuz mu?
Çalışmamıza gerek yokmuş.
Her besmelemizde para yağacakmış gökten.
Kitabı okudukça kasalar kendiliğinden dolacak, zengin olacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
TEMA, Greenpeace, Al Gore; hepsi yalanmış.
Birkaç yıl kesintisiz dua edersek Türkiye çöl olmayacakmış.
Her secdemiz yeni bir ağaç pörtletecekmiş yanan ormanların arasından, oksijen koklayacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
Klimalar para tuzağıymış, gerek yokmuş almaya.
Ne kadar örtünürsek o kadar fazla hissedilecekmiş serinlik.
Kara perdeler giydikçe üzerlerine 13 yaşındaki kızlarımız, iffet dolacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
Kafirlerin evlerine, o pis ateistlere; bile bile su verilmeyecekmiş.
Madem içiyorlar, rakıyla yıkansınlarmış.
Alkol satışları azaldıkça, iyilik fışkıracakmış beyinlerden, bilinçli olacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
Bir isteği olan Allah’a havale edip, gerçekleşene kadar annesinin evine gidecekmiş bundan böyle.
Sonra saçından üç tel koparıp en yakın ağacın altına gömecekmiş.
Üç vakte kadar gerçek olacakmış dilek, mutlu olacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
Ağaçların azalmasının tek nedeni, basılan kitap sayısının fazlalığıymış.
Bundan sonra, sadece tek bir kitap okunacak; o sayede vahiy gelecekmiş gerisi.
İmana geldikçe cehalet yok olacak, kültür fışkıracakmış beyinlerden, okumuş olacakmış insanımız.

Duydunuz mu?
Sudan bol bir şey yokmuş inanan için.
Zaten suya da ihtiyacı yokmuş inançlı bir insanın.
Musluklardan ilahi yayını yapılacakmış bundan böyle, tertemiz olacakmış insanımız.

Bu arada, duydunuz mu?
Renk renk şekil şekil inekler gelmiş İstanbul’a!
Hadi çocuklarımızı üstlerine oturtup, oralarını buralarını kurcalayıp, üzerine bizim almamız için konulmuş her şeyi koparıp, mıncık mıncık mıncıklayalım hepsini!
Sevgimizle yok edelim hepsini hadi!

Amin.