26 Şubat 2007

79th Academy Awards

Sonunda beklediğim gün geldi, Oscar ödülleri dün gece 79. kez dağıtıldı. Sürprizlerle dolu, show açısından zayıf, sıradan bir tören oldu bence. NTV'de Meryl Streep'ten "hatun" olarak söz edildiğini duyunca koşarak uzaklaştım ve dublajsız CNBC-e'me geri döndüm. Red Carpet olayına girecek olursam; Reese Witherspoon'a aşık olduğumu, Kate Winslet ve Gwyneth Paltrow'u ise beğendiğimi söylemekle yetinmek güzel olacaktır sanırım.

Sunucumuz Ellen DeGeneres geceye, salondaki birçok uluslararası adaydan bahsederkenki "I think i see a few americans as well" esprisiyle güzel başladı. Leonardo DiCaprio'nun ismini söyler söylemez kamera onu gösterdiğinde "I didn't have a joke, I just thought ladies would like to look at him for a second" ve ayrımcılıktan bahsederkenki "If there wasnt blacks, jews or gays there would be no Oscars" esprisiyle devam etti. Elektrik süpürgesiyle yerleri süpürdüğü, hatta Ryan Gosling ve Meryl Streep gibi birçok insanın ayaklarını havaya kaldırttığı anda ise gerçekten güldürdü. Son olaraksa Martin Scorsese, Clint Eastwood ve Steven Spielberg'le konuşmak için seyircilerin arasına karıştığı anlar harika esprilerle doluydu. Ellen'ın Scorsese'ye sözde yazdığı senaryoyu vermesi ve Eastwood'un "I'm jealous of Martin" deyişi; Ellen'ın Eastwood'la resim çektirmek istemesi üzerine fotoğraf makinesini Spielberg'e vermesi ve "Make sure we're both in Steven!" sözleri görülmeye ve gülünmeye değerdi. Fakat bunun dışında pek gülünesi bir şey yoktu. Bir eksiklik vardı, geçmiş yıllardaki gibi değildi.. Senaryo adaylarının tanıtım videoları ise senaryodan okunan kısımlar eşliğinde akan videolarla gerçekten güzel düşünülmüştü bence.
Gece gerçekten bir sürprizler silsilesiydi. En yakın takip ettiğim yıl olmasına rağmen 10/20 tutturdum. En büyük hayal kırıklıklığım Lubezki'nin sinematografiyi kaçırması oldu. Eddie Murphy, Cars, Dreamgirls şarkıları ve Babil'in senaryo ve kurgusu ödüllendirilmedi, şaşırttı. Happy Feet ve Alan Arkin şaşırttı.
"God save the queen!" dedirten Helen Mirren, muhteşemdi. Büyük bir soğukkanlılıkla geldi, ödülünü aldı ve gitti. "Marty" Martin Scorsese, sonunda Oscarlandı. Sahneye çıktığında "Could you double check the envelope?" demesi hoştu. Törene kesen müzikle milletin ağzına bu sene hakkaten abartı şekilde lafların tıkılması, ciddi suratlarla yapıldığı için gülünmeyen espriler ve Global Warming - Al Gore ikilisi damgasını vurdu. Ellen DeGeneres'in bir kez daha Oscar sunmamasını diliyor, kazananları listeleyerek sözlerime son veriyorum.

Picture: Departed

Director: Martin Scorsese (Departed)
Actor: Forest Whitaker (Last King of Scotland)
Actress: Helen Mirren (Queen)
Sup.Actor: Alan Arkin (Little Miss Sunshine)
Sup.Actress: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
Original Screenplay: Little Miss Sunshine
Adapted Screenplay: Departed
Foreign Lang. Film: Das Lieben der Anderen - Lives of Others (Germany)
Animated Film: Happy Feet
Original Score: Gustavo Santaollala (Babel)
Cinematography: Pan's Labyrinth
Editing: Departed
Original Song: I Need to Wake Up (An Inconvenient Truth)
Art Direction: Pan's Labyrinth
Costume Design: Marie Antoinette
Make-Up: Pan's Labyrinth
Visiual FX: Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest
Sound Mixing: Dreamgirls
Sound Editing: Letters from Iwo Jima

16 Şubat 2007

Hazır mısınız?

Yıllardan 1517: Yemen Valisi Özdemir Paşa'nın kahveyi İstanbul'a getirdiği yıl... Özel pişirme yönteminin bulunup, Türk Kahvesini yaratan dönüm noktası...

Kahve falına baktıran umutsuz Türk gençleri ve birbirlerinin falına bakan yaşlı altın günü teyzeleri için özel bir tarih aynı zamanda kendisi. Kahvehanelerde işsizliklerinin tadını çıkarırken okey takımının yanına kahveyi meze yapanlar için de...

490 yıl sonra bugün... İstiklal Caddesi'nde 3 Starbucks, 3 Gloria Jean's; Bağdat Caddesi'nde 5 Starbucks, 2 Gloria Jean's; Beşiktaş-Bebek hattında 3 Starbucks, 2 Gloria Jean's; Metrocity'de 2 Starbucks, 1 Gloria Jean's; Kanyon'da 2 Gloria Jean's, 1 Starbucks; Kadıköy civarında 2 Starbucks, 2 Gloria Jean's var. 2 ay öncesine kadar bir postanesi bile olmayan caddemde bile bir adet Starbucks var artık.

'Türk kahvesi' sevmiyorum, telvenin dilim ve dişlerimle temas ettiği o andan iğreniyorum. Fakat final döneminin uzun ve uykusuz gecelerinde damarlarımı kesseniz mocha, cappucino, macchiato ya da nescafe kalıntılarının da kanla beraber fışkırdığına şahit olmanız kuvvetle muhtemel.

Bir gün uyandığınızda, sizin de evinizin karşısında bir Starbucks olacak.
Bir gün uyandığınızda, İstanbul'da kişi başına bir espresso makinesi düşüyor olacak.
Hazır mısınız?
Yoksa siz de bu kahve çılgınlığına şaşıranlardan mısınız?

14 Şubat 2007

Masum Değiliz. Hiçbirimiz...

"Lie, cheat, steal, love."
Hangisi en çok günah olan aralarında?
Sevmeyen kimse olmadığına göre masum muyuz hiçbirimiz şu dünyada?
Hangimiz birinin hayatına girmedik ki izin almadan?
Hangimizin hayatına biri girmedi ki aniden?
Olacakları bilmeden...
Ama hissederek ilk andan itibaren...
Hatalar, yanlışlar, günahlar...
Anlık kararlarla bir anda altüst olan dünyalar...
Hangimiz özür diledik kendimizden yaptıklarımız için bugüne kadar?
Peki kaç kere özür diledik birilerinden yaptıklarımız için bugüne kadar?
Herkes birer günahkar, ama herkes birer madur.
Özür dilenense hep kendimizden başkaları olur.
Bir yalana kendini inandırmak, ya da bir yalanın kendini sana inandırması... Geldi mi hiç başınıza? Her şey bir oyunken ilk başta, her şey kurmacadan ibaretken, bir anda bir gerçeğin içinde buldunuz mu kendinizi? Bir anda aslında hiç olmaması gereken yerlerde, zamanlarda ve olaylarda buldunuz mu bedeninizi?
Gelmiştir. Herkes sever çünkü. Sevmek en büyük günahtır, ve bırakmaz peşimizi.
Ve gün gelir çalınan kalpler için özür dilemek,
An gelir her şeyi anlamak gerekir.

"Eller günahkar, diller günahkar
Bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkar
Masum değiliz.
Hiçbirimiz..."

6 Şubat 2007

"Baba ve Piç"ten...

Ne de güzel demiş Elif Şafak:

"Zeliha Teyze'nin içindeki fırtınanın tek şahidi Allah. Mesele onun varlığına inanmaması. [...] Allah varsa ve bu kadar çok şey biliyorsa hakkımızda, neden tüm o bilgisiyle hiçbir şey yapmıyor? Neden bunca haksızlığın yaşanmasına izin veriyor? Neden seyirci kalıyor yeryüzünde yaşanan bunca acıya ve madem ki seyirci, ne hakla yargılıyor sonunda? Hayır, Zeliha Teyze kararlı, dine teslim olmayacak. Hele hele yaşlandıkça dindarlaşan, öte dünyaya gitmeden evvel sicilini temizlemek için ansızın imana gelen şu çıkarcı hesapçılardan olmaya hiç niyeti yok. Bir agnostik olarak yaşadı ve öyle de ölecek. Zındıklığı samimi ve saf. Bir yerlerde bir Allah varsa, onun bu içten muhalefetini ve reddiyesini takdir etmeli, diye düşünüyor. Sırf içine doğdukları öğretileri ezberleyerek ahkâm kesen kopyacı din fanatiklerinden daha makbul olmalı dinsizliği..." (Şafak, 2006, sf.228)

"Evet, hepimiz Boğaziçi Köprüsü'ne sıralanıp bu şehri batıya itmek için ciğerlerimizin bütün kuvvetiyle üflemeliyiz. İşe yaramazsa bir de öteki tarafı deneriz, bakalım doğuya gidecek mi? [...] Arada olmak iyi değil. Uluslararası siyaset muğlaklığı kaldırmıyor." (Şafak, 2006, sf.154)

"Batılılar zannediyor ki, Doğu ve Batı Medeniyetleri arasında bir kültür uçurumu var. Keşke bu kadar kolay olsa! Gerçek medeniyet uçurumu Türkler ile Türkler arasındadır. Bizimle onlar arasında. Her tarafımız magandalar, hödükler ve köylülerle sarılmış. Biz de bunun tam ortasındayız, bir avuç kültürlü şehirli eski komşularımızı özlüyoruz. İstanbul Ermenilerini, Rumlarını, Yahudilerini... onun yerine Anadolu köylüleriyle komşuluk etmek durumundayız. Nereye kaçacağımızı şaşırdık. Sıkıştık. Bütün şehri ele geçirdiler." (Şafak, 2006, sf.93)

" Bu ülkede az biraz da olsa demokrasi varsa, bunu şu elimdeki alkol şişesine borçluyuz. [...] Ne sosyal reformlar ne siyasi yapılanmalar. Hatta Kurtuluş Savaşı bile değil. Türkiye'yi diğer bütün Müslüman ülkelerinden ayıran işte bu şişedir. Bu bira var ya bu bira... [...] özgürlüğün ve gelişmiş sivil toplumun simgesi. [...] İslam dini alkolü yasakladığından beri. Ezelden beri yani. [...] Var mı bizim gibi çok, bizim kadar rahat içen Müslüman memleket? Osmanlı tarihini düşün. Onca meyhane, onca meze... adamların keyfi yerindeymiş. Biz milletçe alkole bayılırız, neden kabul etmiyoruz bunu? Senede on bir ay kafayı çeken, sonra paniğe kapılıp pişman olan ve bütün Ramazan oruç tuttuktan sonra, mübarek ay biter bitmez içkiye geri dönen bir toplum bu. İyi ki de öyle valla. Bu ülkede şeriat olmamasını, dincilerin başka yerlerde oldukları gibi başarılı olamamasını, işte bu içki geleneğini zinde tutan kültüre borçluyuz. Velhasıl Türkiye'de demokrasiye benzer bir şey varsa bunu alkole borçluyuz." (Şafak, 2006, sf.99)